Şaka gibi ama gerçek! Bu aralar burjuva sınıftan devrimciliğini ilan eden edene. Herkes, şu ve ya bu ön takıyı kullanıp, devrimciliğini ilan ediyor. Son örnek, tüm yaşamı devrime ve devrimcilere karşı mücadelenin özeti diyebileceğimiz dinci faşist iktidarın başı, “muhafazakar” da olsa, “devrimci” olduğunu ilan etti.
“Muhafazakar devrimci”ymiş; öyle diyor.
Hitler'in Joseph Goebbels'ini aratmayan propaganda bakanları da aynı iddiadalar. Eh yani reisleri “muhafazakar devrimci” olunca kendilerinin “muhafazakar karşı devrimci” olacak halleri yok ya! RTE ve maiyeti muhafazakar da olsa “devrimci” olduklarına göre geriye devrimci olmayan kim kaldı?
Herkes devrimci kesiliyor; bizim sosyal reformistlerimiz hariç. Onlar, deve mi kuş mu, ne olduğunu bir türlü tarif edemedikleri “demokrasi” yolundan ilerliyorlar. Haklarını yemeyelim, geçen yaz aylarında hafif bir “devrimci” havasına girdiler, bir kaç miting bile düzenlediler, ama o kadar. Bir atımlık barutlarını kullanıp bitirince tekrar öz görünümlerine döndüler.
Şaka bir yana, gençlik yılları “Komünizmle Mücadele Dernekleri”nde geçmiş bu karşı devrimcilerin “düğün değil, bayram değil, eniştem...” misali “devrimci” olma tutkuları, öyle birden bire nereden geldi?
Sözü hiç dolandırmadan söyleyelim: Devrimin güncel olduğu gerçeğinin farkına varmış olmalarından.
İran'daki halk ayaklanması, burjuva toplumda uzlaşmaz sınıf çelişkileri ve sınıf savaşı o toplumu patlama noktasına getirdiğinde beklenmedik bir olayın emekçi sınıfların ayaklanmasını tetikleyebileceğini bir kez daha gösterdi.
Başka bir ifadeyle, devrimci durum ve iç savaş içindeki burjuva toplum, tutuşmaya hazır bir bozkıra dönüşmüş ise, umulmadık, önceden kestirilemeyen bir kıvılcımın, bir olayın bütün bozkırı tutuşturmaya yeteceğini bir kez daha görmüş olduk.
Bizde 2013 Gezi/Haziran Halk Ayaklanması aynı gerçeği öğretmişti. Gezi Parkında kesilen “üç-beş ağacın” bir ay boyunca süren ve burjuva toplumu derinden sarsan bir halk ayaklanmasını nasıl tutuşturduğunu hep birlikte gördük yaşadık.
Uzun süredir benzer koşullar içinde olduğumuzu, Türkiye ve Kürdistan'ın tutuşmaya hazır bir bozkıra dönüştüğünü; hiç beklenmedik bir anda ve beklenmedik bir olayın bütün bir bozkırı tutuşturabileceğini; büyük bir ayaklanmanın fitilini ateşleyebileceğini anlatmaya çalıştık. Tekelci sermaye sınıfı, bu sınıfın bütün politik güçleri, partileri ve faşist devlet bu gerçeğin bilincindeler.
Bu nedenle, bir yandan emekçi sınıfları baskı, terör ve konserleri dahi yasaklamaya varan şiddet dalgasıyla denetim altında tutmaya; örgütlü devrimci güçlere kimyasal silahlar dahil tüm güçleriyle saldırırken, diğer yandan kitlelerin taşıdıkları devrimci ruh halini kendi kanallarına akıtacak yol, yöntem arayışındalar.
Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıfları, dinci faşist iktidarın bu demagojilerine kanmayacak kadar zengin bir mücadele deneyimine ve sınıf bilincine, sınıf sezgisine sahipler. Bu konuda herhangi bir şüpheye gerek yok.
Dahası, birleşik devrimi güncel hale getiren devrimci duruma büyük bir müttefik eşlik ediyor. Bu müttefik Avrupa'da giderek olgunlaşan devrimci durumdur. Avrupa'da özellikle de son aylarda kabaran devrimci dalga, işçi sınıfı ve bütün diğer emekçi sınıfların artan devrimci kitle eylemleri, grevler, çatışmalar; emperyalist hükümetlerin peşpeşe düşmesi bir olguya işaret ediyor: Avrupa'da egemen sınıflar eski yöntemlerle yönetemez duruma gelmekle kalmadı ama işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar da eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar.
Birleşik devrimimizin en büyük müttefiki, işte Avrupa'daki ve esasen dünyadaki bu devrimci durumdur.
Tekelci sermayenin en has karşı devrimci kadrolarının, kitleleri aldatmak için devrimci-devrim kavramlarına sarılmalarından çıkarılacak en önemli sonuç, devrimci güçlerin devrime ait kavramları mümkün olduğunca yaygın, açıkça, iki anlama gelmeyecek netlikle kullanmaları gerektiğidir.
Devrimci durum koşullarında devrimin kaçınılmazlığını, zorunluluğunu, kapsayıcılığını işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflara, yoksul, ezilen kitlelere anlatmak birinci görev haline gelir. İki ülkenin emekçi sınıflarını, ezilen halklarını ancak bir devrim kurtarır. Emekçi sınıflara kurtuluş yolunu ancak devrimci bir halk iktidarı açabilir; bize gereken budur.
Propaganda ve ajitasyonumuzun merkezine işte bu anlayışı ve kavramları yerleştirmeliyiz. Kavramları kullanmada en ufak bir muğlaklığa, dolambaçlı anlatıma yer yok. İki ülkenin emekçi sınıflarını, ezilen yoksul halklarını politikalarımızın netliği konusunda kullanacağımız kavramlarla ikna etmeyi bilmeliyiz.