Türkiye ve Kürdistan'da toplumun bütün işçi-emekçi kitleleri hareket halinde. İrili ufaklı eylemlerin ardı arkası kesilmiyor. Her toplumsal kesim, kendi yaşamsal sorunları için ilk fırsatta sokağa çıkıyor, eyleme başvuruyor, sorunun çözümünün parlamentodan değil, seçimleri beklemekten hiç değil, ama kendi kollarından, kendi eyleminden geçtiğini görüyor.
“Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır”
Tarihin en etkili marşı, Enternasyonal'in bu dizesi, bir marşın dizesi olarak değil ama sınıf sezgisiyle oluşan bir bilinç olarak birleşik devrimin toplumsal güçlerinin kafasına kazınıyor.
İşçi sınıfı gözünü parlamentoya, burjuvazinin ve sosyal reformistlerin işaret ettikleri seçime/sandığa değil ama grevlere, işyeri işgallerine, patronlara karşı çeşitli eylem biçimlerine çevirmişler. Emekçi, yoksul, yarı proleter köylüler, kır yaşamının getirdiği dağınıklıktan ötürü, işçi sınıfı gibi örgütlü eylemlere girişmiyor olsalar da, kitle eylemlerine eğilim içinde olduklarını her fırsatta ortaya koyuyorlar.
Kentin işçi sınıfı dışındaki ücretli emekçileri, bazen Ankara'ya yürüyerek, bazen miting düzenleyerek ya da grev yaparak dayanılmaz yaşam koşullarının düzeltilmesi için mücadeleye atılıyorlar.
Rant için çeşitli bahanelerle evleri yıkılan, toprakları kamulaştırılan; büyük burjuvalara maden ocakları açmak için doğaları tahrip edilen, tarım yapamaz hale getirilen köylüler jandarma eşliğindeki hükümet görevlilerine karşı dişe diş bir mücadele veriyorlar.
Kısacası, kapitalizmin ezdiği, sömürdüğü, açlık ve sefalete ittiği; faşist devletin baskı ve terörle yıldırmaya çalıştığı bütün toplumsal güçler yaşamsal sorunlarının çözümü için hareket halindeler.
İki temel çizgi belirgin biçimde öne çıkıyor. Yaşamsal sorunların çözümünü isteyen birleşik devrimin toplumsal güçleri, ne iktidara ne de faşist devletin baskısına boyun eğiyor. Hepsi meydan okuyan bir ruh haline sahipler.
İkincisi, aynı toplumsal güçlerin hiç bir kesimi, sorunlarının çözümü için parlamentoyu, seçimleri bir çözüm umudu olarak görmüyorlar. “Yeni parlamento seçilse de sorunlarımız çözülse” beklentisi içinde olan tek bir toplumsal kesim gösterilemez. Ne gerici faşist burjuva muhalefet, ne de sosyal reformist partiler emekçi kitlelerde yaşamsal sorunlarının çözüleceğine dair bir umut yaratabiliyorlar..
Türkiye ve Kürdistan'da emekçi sınıfların, yoksul, ezilen, sömürülen kitlelerin sokağa, eyleme, isyan ve ayaklanmaya olan eğilimlerini faşist devlet ve dinci faşist iktidar faşist terörle, polis-jandarma gücüyle, yasaklamalarla, tutuklama tehditleriyle bastırmaya çalışıyor.
Birleşik devrimin toplumsal güçleri, ayrı ayrı kanallardan akarak, ayrı ayrı mücadele kolları yaratarak bir sonuca ulaşamayacaklarını; ayrı ayrı mücadelelerle elde ettikleri “kazanımların” bir şekilde ve bir süre sonra ellerinden geri alındığını ya da buharlaşıp gittiğini biliyorlar. Büyük mücadelelerle yapılan grevler sonucu elde edilen “zam”ların kısa sürede eriyip gitmesi emekçi kitleler için yeterince öğretici.
İki ülkenin emekçi sınıfları, yoksul kitleleri genel bir hesaplaşmaya, yani isyan ve ayaklanmaya eğilim gösterirlerken dinci faşist iktidar ve faşist devlet, büyük kitlelerin bir araya geliş koşullarını ortadan kaldırmak için konserleri dahi iptal etmeye başladı. Emekçi sınıflar ve yoksul ezilen kitleler bir araya gelerek iktidara karşı gövde gösterisi yapmaya, gövdesini gösterme eğilimine girdikçe, iktidar da her türlü bir araya gelişi yasakladı. Sadece konserler değil, futbol maçlarının tribünleri dahi iktidara karşı protestonun arenası haline gelmeye başladı.
İşte bu ortamda gerici-faşist burjuva muhalefetin aklının ucundan bir geçirmediği, sosyal refromist partilerin ve ortalama solun unuttuğu ve unutturmaya çalıştığı “devrim/devrimci” kavramları bizzat dinci faşist iktidarın kadroları, dinci faşist iktidarın başı tarafından telaffuz edilmeye başlandı.
Dinci faşist iktidarın kadroları ve bu kadroların başı durumundaki RTE, akıllarını peynir ekmekle yediklerinden değil, devrimci eğilime sahip olduklarını gördükleri devrimin toplumsal güçlerini etkilemek ve kendi politik etkileri altında tutmak için böyle bir propagandaya başlamış bulunuyorlar.
Birleşik devrimin toplumsal güçleri, yaşamsal sorunlarının çözümü için isyan, ayaklanma eğilimi içindeler. Bu çok açık. Kapitalizm tarafından yaşamdan kovulan, açlık ve sefalete mahkum edilen emekçi sınıflar, yoksul kitleler “diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir” noktasına gelmiş durumda.
Onların sorunu, neyi nasıl yapacaklarını bilmemektir. Aradıkları şey de budur: Neyi nasıl yapacaklarını söyleyecek; yani kendilerine önderlik edecek, gerçek kurtuluş yolunu gösterecek sağlam, güvenilir olduğunu kanıtlamış birileri...
Gerici-faşist burjuva muhalefet, emekçi sınıflarda, yoksul kitlelerde ne bir kurtuluş heyecanı ne de bu yönde bir bilinç uyandırıyor. Devrimin toplumsal güçlerine parlamento yolunu gösteren; oy hesabı, seçim-sandık hayalleriyle yatıp kalkan, burjuva muhalefetle işbirliği içinde olduklarını ifşa eden sosyal reformist partiler ve ortalama sol hareketler de emekçi kitlelerde ne bir kurtuluş heyecanı yaratabiliyorlar, ne de devrimci bir bilinç...
Ortada emekçi sınıflara, ezilen yoksul kitlelere eğilim gösterdikleri isyan ve ayaklanmada önderlik sorunu olduğu açık.
Leninistler, bugüne kadar izledikleri politik çizgileri ve ideolojik yaklaşımlarıyla bu sorunu çözebileceklerini ortaya koydular. Bu zor görevi başarmanın birinci koşulu, devrimin toplumsal güçlerinin devrimci sezgi ve eğilimleriyle uyum içinde bir politik çizgiye sahip olmak.
İkinci temel koşul, birincinin devamı olarak, devrim ve iktidar hedefini propaganda ve ajitasyonun merkezine yerleştirmek. Bu konuda en ufak bir tereddüde yer yoktur. Birleşik devrimin toplumsal güçlerine gerçeği ve sadece gerçeği söyleyebiliriz. Gerçek şudur: Devrim ve iktidarın ele geçirilmesi dışında hiç bir şey emekçi sınıfları ve yoksul kitleleri, Kürt halkını bu cehennem hayatından çekip kurtaramaz.
İki ülkenin emekçi sınıflarını, ezilen yoksul halklarını ancak bir devrim ve iktidarın ele geçirilmesi kurtarır.
Bize, yani emekçi sınıflara devrim ve iktidar gerek! İki ülkenin emekçi sınıflarına bu bilinç ısrarla ve sıklıkla, bıkmadan usanmadan götürülmelidir. Ayaklanmaya önderlik sorununun çözümü için birinci temel koşulu budur.