Hayat pahalılığı, işsizlik, kapanan fabrikalar, her gün ve büyük bir hızla düşen işçilerin, emekçilerin reel gelirleri... Ve belki de tüm bunları gölgede bırakacak büyük bir yıkım savaşının toplanan bulutları...
Emperyalist hükümet ve devletler dünyayı nükleer silahların kullanılacağı bir savaşla tehdit edip duruyorlar. Bunu yaparlarken Ukrayna örneğinde gördüğümüz gibi, “neo-Nazi” denilen Hitlerci faşist sürüleri açıktan ve pervasızca destekliyorlar.
Suriye'de dinci faşist çeteler örneğinde olduğu gibi, Kanada'sından İsveç'ine kadar, dünyanın dört bir tarafındaki faşistleri, kiralık katilleri, paralı askerleri toplayıp örgütlüyor; arkasından ihtiyaç duydukları yerlere gönderiyorlar.
Ukrayna, şimdiki son laboratuvarları. Dünyanın dört bir tarafından topladıkları Hitler hayranı faşistleri Rusya ve Donetsk-Lugansk devrimci komünist güçlerine karşı savaşa sürüyorlar. Bunlarla sonuç alamamaları durumunda nükleer bir savaşa başvuracaklarını ima ediyorlar. Nükleer bir dünya savaşı endişesi şimdi tüm sıradan insanları sarmış durumda.
Peki gerçekte emperyalist hükümet ve devletler bu kadar rahatlar mı? Gerçekten de her şey ama her şey, onların istedikleri gibi mi gidiyor? Yani, emperyalist hükümet ve devletler için, “garp cephesinde her şey yolunda” mı?
Darkafalı düşünce, yani sosyal reformist, liberal, devrimden umudunu kesmiş düşünce bu soruya tereddütsüz olumlu yanıt verir. Bu düşünce ortada sadece faşizmin yükselişini, hadi onların deyimiyle söyleyelim, “faşizmin tırmanması”nı görür. Örneğin, İtalya'da faşist bir partinin hükümet olmasını, İsveç'te faşist partinin yüksek oy almasını görür.
Gerçekte ise durum tam tersi. Bütün Avrupa'da başında işçi sınıfının olduğu, diğer tüm emekçi sınıfların, köylülerin, ücretli çalışanların katıldığı dev bir devrimci dalga gelişiyor. Bu devrimci dalga, bütün emperyalist hükümetlerin uykularını kaçırıyor, hepsini sarsıyor.
Sadece son birkaç gün içinde belli başlı Avrupalı emperyalist devlette gelişen işçi eylemleri tablosuna bakmak gerçeği anlamak için yeterli. Örneğin, Almanya'da, Avrupa Birliği(AB) denen emperyalist ittifakın motor devleti diyebileceğimiz Almanya'da, işçiler eylem üzerine eylem düzenlemeye başladılar.
Yaz aylarında havayolları, demiryolları gibi ulaşımın kilit sektörlerindeki işçilerin sarsıcı eylemlerini şimdi diğer sektörlerin işçi eylemleri takip ediyor. Almanya işçi sınıfı, diğer emekçilerle birlikte, Ekim ayından başlayarak sokağa çıkmaya hazırlanıyor. Sadece 22 Ekimde Almanya'nın belli başlı sanayi kentleri olan, Berlin, Hannover, Düsseldorf, Dresden, Frankfurt ve Stutgart'ta Alman hükümeti'ne karşı sokağa çıkacaklar.
Fransa'da durum Almanya'dan farklı değil. Aksine, işçilerin sınıf savaşını her zaman sonuna kadar götürdükleri bu ülkede son günlerde patlak veren akaryakıt ve petrol rafinerileri işçilerine nükleer santral işçileri de hükümete meydan okuyarak katıldılar.
Fransa'da önce Total petrol tekelinin üç rafinerisindeki işçiler greve gidiyor. Arkasından Esso-Exxon Mobil'in iki rafinerisindeki işçiler onlara katılıyor. Bu grevler sonucu Fransa'da benzin kıtlığı baş gösteriyor. Gençler, benzin istasyonlarını basarak kendi belirledikleri fiyattan benzin dağıtmaya başlıyorlar. İşler böyle hükümet için tehlikeli bir noktaya doğru giderken Macron, “savaş durumu” yasalarını işleterek işçileri zorla çalıştırma kararı alıyor. İşçiler Macron'a meydan okumayla karşılık veriyorlar. Arkasından nükleer santral işçileri bu meydan okumayı pekiştirmek istercesine greve katıldılar.
Öte yandan, Fransa'daki devrimci kitle eylemleri bununla sınırlı değil. Fransa Hükümeti'nin Ukrayna, NATO ve Avrupa Birliği politikaları kitlesel eylemlerle protesto ediliyor. Bundan birkaç gün önce, hükümetin AB, Ukrayna ve enerji politikalarını protesto eden binlerce kişi Fransa'nın Avrupa Birliği'nden çıkması için sokakları doldurdu.
Günümüzün ABD ile birlikte en büyük savaş kışkırtıcısı, “nükleer düğmeye ilk basan olmaktan çekinmem” diyen birini başbakan yapan İngiltere'ye gelince... İngiliz hükümeti ve devletinin durumu Avrupa ülkeleri içinde en vahim olanların başında geliyor. Ülke bir yandan işçi grevleri ve kitle eylemleriyle çalkalanırken öte yandan hükümet krizleriyle boğuşuyor. Kısa bir zaman önce istifa etmek zorunda kalan Boris Johnson'un yerine gelen Liz Truss hükümeti henüz kırkını doldurmadan Maliye bakanını görevden almak zorunda kaldı. Ama Liz Truss ülkesindeki krizi dindirmek için Maliye Bakanı'nın kellesini öne atınca bu sefer kendi partisinin “elit” tabakası başbakanın kellesini istedi.
Diğer Avrupa ülkelerinin durumu bu saydığımız belli başlı ülkelerden pek farklı değil. İşçiler, emekçiler her yerde, Çekya'dan İtalya'ya; Polonya'dan Moldova'ya kadar her yerde hükümetlerine karşı eylem halindeler.
Bütün bunların özeti nedir? Emperyalist devletlerin ve hükümetlerin dünyayı bir yıkım savaşına doğru sürüklemek istedikleri bir gerçek. Ama Avrupa'da ve dünyanın hemen tüm kapitalist ülkelerinde devrimlerin hızla olgunlaşmakta olduğu; burjuva hükümetlerin diken üstünde oldukları da bir o kadar gerçek.
Dünyayı emperyalist hükümetlerin, devletlerin ve burjuvaların elinden çekip alarak yıkıcı bir dünya savaşını önleyecek olan asıl dinamik süreç işte bu devrimci süreçtir.
Devrimler dünyayı bir yıkım savaşından kurtaracaklar. Umut dolu ve iyimser olmak için çok nedenimiz var.