Öncelikle Türkiye tekelci kapitalizminin, kısaca, ekonominin durumu nedir diye sorulsa, Bakan Nureddin Nebati'nin aşağıdaki sözlerinden daha iyi bir yanıt bulunabileceğini sanmıyoruz. Şöyle:
“Neo klasik ekonomi düşüncesinden, epistemolojik bir kopuşu temsil eden heteredoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan; davranışsal ekonomi ve nöroekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır.”
Başka bir kavram kullanmaya dilimiz uygun olmadığı için biz bu sözleri “ekonomi berbat” şeklinde çevirmekle yetinelim. Biraz olsun eğlenmek, şu gerilimli ortamda biraz olsun rahatlamak, gülmek isteyen okurlarımız için şu linki verelim.
Türkiye tekelci kapitalizminin hal-i pür melali böyle... Burjuva sınıf egemenliği ve kapitalist üretim biçimi öylesine derin bir kriz içindeki ki, dinci faşist iktidarın başı dahi, “sıkıntıların farkındayız” demek zorunda hissediyor kendini.
Çöküşe varan derin bir kriz artık gizlenemiyor. Şüphesiz, bu sözlerimizden burjuva düzenin kendiliğinden yıkılacağı sonucu çıkmaz. Proletarya ve müttefikleri yıkmadıkça kapitalizm yıkılmaz. Kapitalizm için “çıkışsız bir durum yoktur”.
Ama kapitalizmin krizi, burjuva düzenin proletarya ve diğer emekçi sınıflar tarafından yıkılması için; daha uygun bir ifadeyle, toplumsal devrim için gerekli uygun koşulları hazırlar.
Proletarya ve onun devrimci komünist partisinin temel görev ve amacı, kapitalizmin krizi koşullarından burjuva egemenliğin toplumsal bir devrimle yıkılması için yararlanmaktır; bu krize çözüm önerileri, çözüm yolları bulmak değildir.
Burjuva sınıfla uzlaşma, kapitalizmin yırtığını söküğünü dikme, kapitalist üretim biçiminin emekçi sınıflar üzerindeki yıkıcı sonuçlarını hafifletme, kapitalist üretim biçiminin aksayan yönlerini düzeltme derdindeki sosyal reformist partiler ise görev ve amaçlarını kapitalizmin krizine çözüm yolları bulmak olarak belirlemişler. “Bu iktidar ülkeyi uçuruma sürüklüyor” dedikleri şeyin Türkçesi budur. Bu sözlerdeki “ülke”, burjuva düzenin, burjuva sınıf egemenliğinin ta kendisidir.
Gece gündüz, dur durak bilmeden çözüm önerileri arıyorlar. Buldukları çözümlerden biri “kamulaştırma”. Bunun gerçekleşebilirliği bir yana, burjuva egemenliğe, burjuva devlete -devletin siyasal niteliği ayrı bir konu- dokunmadan yapılacak kamulaştırmalar burjuva sınıf lehine sonuçlar yaratacak bir politikadır.
Sosyal reformist partilerin marifeti, kapitalist temel üzerinde, burjuva devlet yapısı varlığını korurken yapılacak kamulaştırmaları, yani devletleştirmeleri işçi sınıfının, emekçi yoksul halkların çıkarına bir politika gibi öne sürmeleridir. Bu, işçi sınıfını, diğer emekçi kitleleri, yoksul halkları burjuvazi hesabına aldatmaktır. Bir kez daha, burjuva devlet ve burjuva sınıf egemenliği orta yerde dururken kamulaştırma, yani devletleştirme politikasını emekçi sınıfların çıkarına diye sunmak, bu sınıfları aldatmak demektir.
Proletarya ve onun devrimci komünist partisi, kapitalist özel mülkiyetin, tekellerin, bankaların, büyük toprak mülkiyetinin, büyük dış ve iç ticaretin vb vb. kamulaştırılmasından yanadır ve kamulaştıracaktır da.
Ancak proletarya ve onun devrimci komünist partisi, toplumsal bir devrimle burjuva devleti, yani faşist devleti yıktıktan sonra ya da yıkarken; emeğin iktidarını kurduktan sonra ya da kurma işiyle birlikte bu kamulaştırma tedbirlerini alacaktır. Çünkü ancak o zaman, ancak emeğin iktidarı altında, devrimci demokratik iktidar koşullarında kamulaştırılan zenginlikler emekçi sınıfların hizmetine koşulabilir.
Tekelci kapitalizm koşullarında kamulaştırma politikasının sadece tekelci burjuvazinin, mali sermayenin çıkarlarına uygun olmasının gayet anlaşılır nedenleri var. Bunların başında devletin durmadan artan borçlanması gelir. Devletin, pek çok nedenden dolayı, durmadan artan borçlanması, “kamu servetinin” yüksek maliyenin, yani tekelci sermaye, banka sermayesi ve emperyalist mali sermayenin eline düşmesi anlamına gelir. Devlet ya da siyasal iktidar burada “kamu servetini” modern tefeciler olarak bankalara, onlarla iç içe geçmiş ya da çoğunlukla bankaların sahibi olan tekelci burjuvaziye, onunla birlikte emperyalist mali sermayeye aktaran bir komiteden başka bir şey değil.
Kılıçdaroğlu gibi düzenin gerici bir adamı, şüphesiz emekçi sınıflardan, yoksul kitlelerden gerçek yüzünü saklamak için, şu örneği veriyor:
“2003-2021 Eylül ayı itibarıyla bütçeden bu tefecilere ödenen para, 511 milyar 39 milyon dolar. 511 milyar doları tefeci sektörüne aktaranlar bunlar. AK Parti ve MHP'ye oy veren kardeşlerim diyecekler ki 'Nereden çıkardın 511 milyar doları?' Hazine'nin internet sitesine girin, görürsünüz. Her ay 2 milyar 271 milyon 284 bin dolar, her gün 74 milyon 680 bin dolar, her saat başı 3 milyon 111 bin dolar faiz ödeniyor. Bu ülkenin fakir fukarası, memuru, esnafı, sanayicisi, çöpten kağıt toplayanı, fırından ekmek alanı, herkes ödüyor. Bu saray beslemeleri ve şürekası, 5 kuruş faiz ödemiyor ama 83 milyonu Londra'daki bir avuç tefeciye teslim ettiler.”
Değil Kılıçdaroğlu, sosyal reformistlerimiz dahi iktidar olsalar, burjuva toplum temelinde, bu devletin varlığı koşullarında bu tabloyu değiştiremez. Değiştirmek şöyle dursun, derinleştirerek devam ettirmek zorundalar.
Çünkü, iç ve dış mali sermayeye bu servet transferinin temeli devlet borçlanmasıdır. Devlet borçlanmasının temeli ise, devletin, zorunlu olarak, sürekli artan giderleridir; harcamalarıdır. Bürokratik aygıt, ordu, polis, memurcuklar ordusu; kısaca toplumun tüm yaşam gözeneklerini asalak bir ur gibi saran, sürekli büyüyen ve büyümek zorunda olan devlet parçalanıp yıkılmadan devlet bütçesini düzeltemezsiniz.
İkinci nokta: Yukarıda küçük bir örneğini verdiğimiz zahmetsiz, havadan gelen para olarak, “tatlı karlar” dururken hangi bireysel kapitalist tutup sanayi üretiminden sızdıracağı artı-değerle servetini büyütmeye çalışır?
“Bak buradan sesleniyorum; bütün yatırımcılarımız lütfen, kamu bankaları onların her zaman yanındadır, emrindedir ama kamu bankasından krediyi alıp, bunu bir başka yere aktarmak suretiyle paradan para kazanma yoluna, yöntemlerine başvuranların da alnını karışlarız”
Bunlar, zavallı, çaresiz, boş tehditlerdir. Son tahlilde, siyasal iktidar sermayeye değil, sermaye siyasal iktidara boyun eğdirir.
“Paradan para kazanma yoluna” giden sadece kamu bankalarından kredi alanlar değil şüphesiz. İstisnasız bütün büyük sermaye sınıfı, emperyalist mali sermaye “paradan para kazanma” yoluna girmişler.
Dünyada sermaye sınıfının, kırptığı kuponlarla sermayesini büyütme yoluna girme tarihi emperyalizmle yaşıttır. Yeni bir şey değil. O kadar eskiye dayanmamakla birlikte aynı sürecin Türkiye'deki tarihi de yeni değil. 90'lı yıllar, banka sermayesinin ve tekellerin, gecelik faizlerden milyon dolarlar kazandıkları yıllardı. Süreç devam ediyor.
Öyleyse bir kez daha Türkiye tekelci kapitalizminin, burjuva egemenliğin, dahası dünya kapitalizminin durumu, Nuraddin Nebati'nin kurduğu anlamsız cümlelerdeki gibidir:
“Neo klasik ekonomi düşüncesinden, epistemolojik bir kopuşu temsil eden heteredoks yaklaşım, günümüzde giderek ön plana çıkan; davranışsal ekonomi ve nöroekonomiyle daha fazla önem kazanmaktadır.” İşte bu!..
Bu, kapitalist gelişmenin vardığı aşamanın sonucudur. Bu aşamayı geri çevirmek, kapitalizmin eski aşamalarına dönmek istemek düpedüz gericiliktir.
İşçi sınıfı ve devrimci komünist parti bu duruma düşemez. Toplumsal devrimin bu öncü güçleri, kapitalizmin eski aşamalarına dönmek yerine, kapitalizmi aşarak, daha ileri bir aşamaya, yeni bir toplumsal düzene geçişin politikasını izlerler.
Sosyal reformist partiler, “kamuculuk” yavan gevezeliğiyle, gerçekte ileriye değil, geriye baktıklarını; geleceği değil, geçmişi hayal ettiklerini ortaya koymuş oluyorlar.
Devrimci proletarya ve devrimci komünist parti, “ileri” diyor. Çürümüş kapitalizmin krizinden bu sistemi aşmak için yararlanarak daha yüksek bir toplum biçimine doğru ileri!