Ayaklanma bu sefer İran'da patlak verdi. Son bir kaç yılda İran'daki kaçıncı ayaklanma oldu bu; hatırlamıyoruz. Dinci iktidarın hüküm sürdüğü bu ülkede emekçi sınıflar ve ezilen halklar her fırsatta ayaklanma yoluna başvuruyorlar.
Bu sefer ayaklanmanın gerekçesi, genç bir Kürt kadının, “ahlak polisi” tarafından gözaltına alınması sonrası katledilmesi oldu. Polisin bu cinayeti duyulur duyulmaz halk İran şehirlerinin sokaklarına aktı.
On binlerce insan İran'ın, özellikle Doğu Kürdistan'ın bir çok kentinde gerçek bir ayaklanma başlattı. Ayaklanmanın en şiddetli olduğu kentler Doğu Kürdistan'ın Güney Kürdistan'a yakın Kirmanşah kenti ile hemen onun kuzeyinde yer alan, yine Güney Kürdistan'ın Süleymaniye kentine yakın Sine kentleri oldu.
Bu her iki Kürdistan kentinde ayaklanan halk sokakları ateşe verirken Sine'de ayaklanan halkın bütün bir kenti ele geçirdiği bildiriliyor. Elbette, kent yönetiminin ele geçirilip geçirilmediği bilgisini teyit etmemiz mümkün değil. Sine'den gelen görüntüler ayaklanmanın boyutlarını göstermesi açısından oldukça açıklayıcı.
Ayaklanma yayılır ve dinci-gerici rejimi temellerinden sarsar mı? Bu konuda bir şey söylemek için henüz erken. Fakat, işçi sınıfının, kent esnafının ayaklanmayı destekleyen bir pratik içine girmiş olması, ayaklanmanın yayılabileceği ve etkisini artırabileceği yönünde işaretler veriyor.
Rojhilat'ta işçiler, Mahsa Amini için genel greve gittiklerini açıkladılar. İşçi sınıfının bu hareketi -bütün İran işçi sınıfını kapsamıyor olsa da- son derece önemlidir. Çünkü bir halk ayaklanmasının düzeni yıkacak boyutlara ulaşmasının tek olmasa bile başlıca güvencesi işçi sınıfının düzene karşı ayaklanmanın yanında yer aldığını eylemiyle ilan etmesidir. Mısır'da Mübarek'i deviren ayaklanmanın son noktasını Mısır işçi sınıfının koyduğunu biliyoruz. Benzer durum hemen hemen bütün ayaklanmalarda ortaya çıktı. Bunun yanında Rojhilat esnafının da genel greve katılması ayaklanmaya güç veren bir başka toplumsal destektir.
Ayaklanmanın ne derece örgütlü olduğunu bilmiyoruz. Ama ayaklanmacıların sokakları ateşe vermesinden, yer yer devlet kurumlarına yönelmelerinden, ve daha önemlisi politik hedef olarak “diktatör”ü hedef almalarından belli bir örgütlülüğün olduğu izlenimi edinmek mümkün. Ateş, ayaklanmacıların en etkili silahlarından biridir ve ayaklanmacılar buna tereddütsüz başvuruyorlar.
Sri Lanka'da ayaklanan halkın ateşe verdiği Başbakanlık, Devlet Başkanlığı ve diğer devlet binalarının üzerinde tüten duman daha dağılmadan bir başka ülkede ayaklanmacıların ateşe verdiği sokaklar cayır cayır yanmaya başladı.
Ateş, tarihten beri, ayaklanmaların ve hatta savaşların vazgeçilmez silahıdır. Bu, gerçek bir halk ayaklanmasına hazırlananların akılda tutması gereken ilk derstir.
İkinci önemli ders, ayaklanmanın yeri ve zamanlamasıyla ilgilidir. Sri Lanka olsun, İran'daki ayaklanma olsun (İran'daki ayaklanmanın tüm ülkeyi saran genel bir halk ayaklanmasına dönüşüp dönüşmeyeceğini henüz bilmiyoruz. Ama, şimdilik, bunun bir önemi yok.) yeterli devrimci enerjinin biriktiği topraklarda emekçi sınıfların, ezilen halkların, yoksul kitlelerin herhangi bir nedenle ve herhangi bir zamanda ayaklanabileceklerini gösterdi. Aslında, 2013 Haziran (Gezi) Halk Ayaklanması bu gerçeği çok daha çarpıcı biçimde göstermişti zaten.
Başta da söyledik: İran'da bu gün ortaya çıkan ve tüm ülkeyi saran genel bir ayaklanmaya dönüşüp dönüşmeyeceği henüz belli olmayan halk ayaklanması İran'da ilk kez görülüyor değil. Bundan önce sayısız ayaklanma ve ayaklanma girişimleri oldu.
Darkafalı sosyal reformist ve liberal düşünce bundan ne sonuç çıkarır? Kısaca şöyle: Ayaklanıyorlar da ne oluyor? Düzen yine bir yolunu bulup ayakta kalıyor. Bu darkafalı düşünce, olayların diyalektik gelişimini kavramadığı için olayların arasındaki iç bağıntıyı kavrama yeteneğinden yoksun. Bu tür düşünceye göre, olaylar birbirinden bağımsız, birbirinden kopuk, zincirin yere dağılmış halkaları gibidir.
Oysa tüm büyük toplumsal olaylar, ayaklanmalar, çatışmalar, sınıf hareketleri, hatta toplumsal nitelik kazanmaya başlayan adli vakalar bile birbirlerine derinden ama sağlam bağlarla bağlıdırlar. Herşeyin kaynağı, sonu sonuna toplumsal düzenin kendisidir. Bu kaynak, her toplumsal hareketi, olguyu, olayı birbirine bağlayan etkendir.
Bu yüzden bütün toplumsal olaylar birbirleriyle karşılıklı etkileşim içinde bulunur, birbirini etkiler, ileri doğru iter. Dolayısıyla, her bir ayaklanma kendinden önceki ayaklanmaların, çatışmaların, çarpışmaların, toplumsal huzursuzlukların omuzları üzerine basarak yükselir. Hiçbir halk ayaklanması boşluğa doğmaz, duru gökte çakan bir şimşek gibi ortaya çıkmaz.
Toplumsal devrim işçi sınıfı başta olmak üzere, emekçi sınıfların, yoksul ve ezilen halk kitlelerinin eseri olacak. İşte devrimi yapacak olan bu halk kitleleri askeri eğitimlerini burada, bu sayısız ayaklanmada, ayaklanma girişiminde, çatışma ve çarpışmada, grevde vb vb. tamamlarlar. Haliyle, her ayaklanma, her ayaklanma girişimi toplumsal devrime doğru atılmış büyük bir adım olarak görülüp kabul edilmelidir.
Buradan şu pratik ve kolayca anlaşılabilir sonuç çıkar: Toplumsal devrim tek hamlelik bir eylem değil; öyle de olmayacak. Sayısız eylemin, çatışmanın, çarpışmanın, ayaklanma ve devrimci kitle eyleminin üst üste binmesinin, çakışmasının, yoğunlaşmasının sonucu ve tüm bunların karşı konulmaz bir bileşke oluşturmasından doğacak.
Nerede, ne zaman, nasıl başlayacak önceden bilmek mümkün değil. Mahsa Amini'n bir karakolda katledilmesinin bir ayaklanmaya yol açmış olması, kuru bir bozkırın beklenmedik bir kıvılcımla tutuşabileceğini bir kez daha gösterdi. Tıpkı Türkiye ve Kürdistan'daki Kobane ve Haziran (Gezi) ayaklanmasında olduğu gibi.
Burada bütün sorun, atın dört ayağını nallayarak ideolojik, politik, örgütsel hazırlıkları yapmış olmaktır. Arkamızda çok az ülkenin sahip olduğu zengin bir deneyim; pek çok ayaklanma, çatışma, çarpışma deneyiminden geçmiş emekçi sınıflar var.