Dinci faşist iktidar ve onun başı, hemen her gün, savaş halinde ya da şiddetli anlaşmazlık içinde olduğu devletlerle barışmak, savaş ve şiddetli kavgaları çözmek istediğine dair mesajlar veriyor.
Örneğin, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin arkasında olduğunu iddia ettiği Birleşik Arap Emirlikleri'yle, Cemal Kaşıkçı'nın vahşi bir yöntemle öldürülmesinden birinci derecede sorumlu tuttuğu Suudi Arabistan ve Veliaht Prens Salman'la, çocuk katili dediği İsrail'le; katil dediği Sisi ve hükümetiyle diplomatik ilişkileri yeniden ve en üst düzeyde yeniden kurmanın arayışı içinde.
Bu devletler ve hükümetlerle ilişkileri düzeltme talebi; yani “U dönüşü” dinci faşist iktidardan geliyor.
Bir değil, kavgalı ve çekişme halindeki hemen hemen tüm devlet ve hükümetlerle “barış” yapma isteği, dinci faşist iktidarın ve faşist devletin iç savaş ve birleşik devrimin ne denli ağır baskısı altında olduğunun önemli bir işaretidir.
Bu baskı, dinci faşist iktidarı, faşist devleti bölgenin diğer gerici burjuva devletlerle, zaman yitirmeden ilişkileri düzeltmeye, onların desteklerini almaya zorluyor. Düne kadar, çıktığı her miting ya da toplantıya, Mısır devlet başkanı ve hükümetine düşmanlık ve nefretini, “İhvan” denilen Müslüman Kardeşler dinci çetesiyle dayanışmasını göstermek amacıyla, “Rabia” işaretiyle (dört parmak) çıkan RTE bakın şimdi ne diyor:
“Mesela Mısır’la şu anda üst düzeyde, istenilen yerde değil ama biz şimdi Mısır’la da arkadaşlarla alt düzeyde yani bakanlar seviyesinde bu işi sürdürelim ve ardından da temenni ederiz ki üst düzeyde de bu adımı en güzel şekilde atalım. Çünkü Mısır halkı bizim kardeşlerimiz. Bizim Mısır halkıyla dargın olmamız mümkün değil. Onun için de bir an önce orayla da bu barışı bizim temin etmemiz gerekiyor.”
Mısır'la bu “barış” isteği yeni tezahür etmiş değil. Bir yıldan daha fazla bir zaman önce, faşist devlet ve iktidar, Mısır'la ilişkileri düzeltip rayına oturtmak için büyük bir istek ve çaba içinde. Bunun için himayesine aldığı, İstanbul ve Türkiye'nin muhtelif yerlerinde barındırdığı, her türlü maddi ve teknik imkanı sunduğu Mısırlı İhvan'cıları gözden çıkardı. Desteği kesti, kimisini sınır dışı etti vb vb. Ama, bütün bunlara rağmen Mısır'la beklenen “barış” olmadı. Mısır, ağırdan alıyor. Aslında Suudi Arabistan ve BAE ile de ilişkilerin tam düzeldiğinden söz etmek mümkün değil. Sadece İsrail ile ilişkilerin düzelmekte olduğunu düşünebiliriz; zira arada ABD var.
Fakat tüm bunları gölgede bırakacak gelişme, Suriye ile kotarılmaya çalışılıyor. RTE, düne kadar adını ağzına bile almadığı; almak zorunda kaldığı zamanlarda ise “Katil Esed” diye andığı Suriye Devlet Başkanı ve Suriye hükümetiyle görüşmek, “barış” görüşmelerine başlamak için büyük bir istek içinde...
Öncelikle şunun altını çizmek lazım: Türkiye, yaklaşık yüzyıllık tarihi boyunca gözünü Suriye topraklarından ayırmadı. Özellikle Halep ve çevresini kendi topraklarına katmak için, teşebbüs düzeyinde kalan pek çok girişimi olmuştur.
Buna karşılık, Suriye de, Türkiye'nin Hatay'ı ilhak ettiği tarihten bu yana Hatay üzerindeki hak iddiasından vazgeçmedi. Günümüze kadar Hatay'ı Suriye sınırları içinde gösteren haritaların varlığı biliniyor.
Buradan çıkarılacak ilk doğru sonuç, Türkiye'nin halihazırda Suriye ve Rojava topraklarını işgal etmiş olması, dinci faşist iktidarın ve onun başının istek, heves ve politikalarının sonucu değil. Bu işgal Türkiye devletinin politikasıdır; darkafalı düşüncenin ileri sürdüğü gibi, hükümet ya da kişi politikası değil.
Dinci faşist iktidarın hiç mi rolü yok. Şüphesiz var. Suriye-Rojava topraklarını işgal etmek ve ilhak hazırlıkları yapmak bugüne kadar gelen hükümetler içinde sadece dinci faşist iktidarın cüret edebildiği bir politika oldu. Fakat bu politika bile ancak uluslararası koşulların, yani ABD ve diğer emperyalistlerin, NATO'nun Suriye'yi Ortadoğu'da dinci faşist üretim ve ihraç merkezine dönüştürme politikasına denk geldiği bir dönemde ve denk geldiği için uygulanabildi.
Başka bir ifadeyle, Suriye'de on bir yılı aşkın zamandır süregiden savaşın arkasında, ABD-İngiltere-Fransa ve emperyalizmin savaş aygıtı NATO var. Savaş sahnesinde yakın zamana kadar Türkiye ile birlikte Katar, BAE, Suudi Arabistan gibi gerici Arap devletleri de vardı. Onların geri çekilmesi sonucu, Türkiye sahnede yalnız başına kaldı. Savaşı Türkiye, tek başına ve sadece kendi kararıyla başlatmadı. Haliyle, sahneden inmesi de dinci faşist iktidarın ve faşist devletin tek başına alacağı bir karar değil. Gelinen noktada, Türkiye, Suriye ile savaşında ne ileri gidebiliyor, ne geri çekilebiliyor.
Savaşın arkasındaki gerçek güçler, emperyalistler ve NATO, bütün dikkatlerini Rusya-Ukrayna savaşı, Çin-Tayvan gerimi üzerine yoğunlaştırdıkları için Rusya'yı Suriye'de ve başka yerlerde meşgul edecek, yoracak, enerjisini ve kaynaklarını tüketecek bir savaşın sona ermesine kolay kolay izin vermezler.
Türkiye, Suriye'de ileri gidemiyor çünkü gücü yetmiyor. Ama geri de çekilemiyor, çünkü geri çekilmesi işgal ettiği topraklardan vazgeçmesi ve dahası, beslediği onbinlerce dinci faşist çetenin hışmına uğramayı göze alması; yenilgiyi kabul etmesi anlamına gelir.
2016'da “Devlet terörü estiren zalim Esed'in hükümdarlığına son vermek için biz oraya girdik, başka bir şey için değil” diyen RTE, içinde bulunduğu açmazdan dolayı bugün “Bizim Esed'i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok ki” noktasına gelmiş bulunuyor.
“Esed”i yenmekten umudunu kesmiş, “barış” istiyor. Çaresiz bir arayış içinde, ekonomik ve politik bunalımın ağırlığından, yani devrimci durumun baskısından kurtulmak; birleşik devrimin bunaltıcı baskısıyla baş edebilmek için tüm fazla “yüklerden” kurtulmak istiyor“Suriye ile daha ileri seviyede adımları temin etmemiz gerekiyor” diyor; ama istemenin yetmediğini biliyor. Suriye'nin şartları artık burada önemli ve Suriye, işgal altındaki toprakların tümünden çekilmedikçe Türkiye ile bir masaya oturmaz.
Ve belki de en önemlisi, şimdi artık hayatta olmayan Suriye eski Dışişleri Bakanı Velid Muallim'in söyledikleri: er ya da geç bu topraklara (Hatay) döneceğiz. “Şuyuu vukuundan beter” dedikleri durum budur.
Şimdi en baştaki sorumuza dönebiliriz: İki devlet arasında kalıcı ve demokratik barış mümkün mü? Elbette mümkün ama bunun kesin, olmazsa olmaz koşulu her iki ülkede burjuva egemenliklerin yıkılması, halk iktidarlarının kurulmasıdır.