Rusya'nın sosyalizm eğilimli Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri ile birlikte Ukrayna ve onun üzerinden emperyalistlere karşı başlattıkları antifaşist savaş emperyalistleri birleştirdi mi?
Dış görünüşe ve pembemsi komünistlerimize bakarak yanıt verecek olursak bu soruya “evet” yanıtı vermemiz gerek. Çünkü, onlara göre, Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açması emperyalist devletleri birbirine yakınlaştırdı, Finlandiya ve İsveç'in NATO'ya girmelerine vesile olarak NATO'nun güçlenmesine yol açtı vb vb.
Bu, bütün gelişmeleri, bütün olguları görmeyen, bütün bunların arasındaki ilişkiyi, karşılıklı etkiyi ve tüm bunlardan doğan süreçleri anlamayan darkafalı, yüzeysel, süreci hareket ve değişim halinde değerlendirmeyi bilmeyen bir bakıştır.
İlk ağızda, emperyalistlerin Rusya, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri karşısında birleşmiş göründükleri; faşist Ukrayna'yı para ve silaha boğdukları; tüm bunların yetmediği yerde bizzat kendi askeri yetkililerini savaşı yönetmek üzere görevlendirdikleri doğrudur.
Ama bu ilk ağızdaki görüntüdür. Süreç ilerleyip antifaşist güçlerin emperyalistlere ve faşist Ukrayna'ya karşı başarıları artıkça, yani durum değişmeye başladıkça, emperyalistler ve onların fino köpekleri durumundaki küçük bağımlı devletlerin ayrışmaya, birbirlerine saldırmaya başladıklarını görmeye başladık.
“Kardeşleşme” kısa sürede yerini birbirinin kuyusunu kazma hazırlıklarına bırakmaya başladı. Başka örnekleri de olmakla birlikte, bu “kuyu kazma” işine en çarpıcı örnek Polonya'dan geldi. Polonya faşist hükümeti, geçtiğimiz günlerde, kendi yerine Merkez Bankası Başkanı'nı konuşturarak, Almanya hakkındaki gerçek düşüncesini ve bu emperyalist devlete karşı beslediği husumetini açığa vurdu.
Polonya Merkez Bankası Başkanı, Adam Glapinski, Polonya medyasından “Gazeta Polska” ile bir söyleşi yapıyor. RT(Russia Today) söyleşiyi ingilizce olarak da yayınlıyor. Söyleşinin önemini gösteren özeti şöyle:
“Adam Glapinski, Berlin'in Doğu Avrupa'yı boyunduruk altına alma planları olduğunu ve geçmişte kaybettiği topraklar üzerinde planları olduğunu iddia etti ve ülkesinin bu hırslara karşı bir siper olduğunu (...)Almanya'nın 1990'da yeniden birleşmesinden bu yana, Berlin'in stratejik hedefinin 'şu anda Polonya sınırları içinde olan eski topraklarını bir şekilde geri almak ve Almanya ile Rusya arasındaki tüm ülke kuşağını tabi kılmak' olduğunu söyledi” Hızını alamayan Glapinski, devam ediyor ve sözü Almanya'nın önünde Polonya'nın engel olduğuna getiriyor:
“Polonya, bağımsız iç politikası ve avro bölgesine katılmayı reddetmesi ile bir başka engeldir... Egemen bir merkez bankasına sahip olmak, kendi paramız – zloti – ve dinamik ekonomik büyümemiz onlara en çok zarar veren şeydir”.
Bu kadarı yeter. İki Halk Cumhuriyeti ve Rusya karşısında “kardeşleşen” emperyalist, faşist hükümetlerin birbirlerine karşı besledikleri “kardeşçe” duygu ve düşünceler işte böyle.
Biz, Ukrayna'nın Almanya Büyükelçisinin Alman Cumhurbaşkanı'na yağdırdığı hakaretleri, Başbakan Sholz'a yönelik küçümseme ve hakaretleri saymıyoruz. Ama şu gerçek tüm açıklığıyla ortaya çıktı: İngiltere ve iplerini elinde tuttuğu Polonya, Estonya, Litvanya, Letonya AB'den ayrı yeni bir birlik oluşturmanın çabası içindeler.
Neden böyle? Basitçe, çünkü kapitalist toplumda bireysel çıkar bir ilkedir. Bu ilke bireyler bazında olduğu kadar, hatta ondan çok daha fazla sınıflar ve devletler için de geçerlidir. İşlerin iyi gittiği zamanlarda kapitalistler arasında kardeşlik ve bayram havası eser. Bunalım dönemlerinde ise her kapitalist kendi gemisini kurtarmaya çalışır ve dahası, hepsi tufanın suları içinde okyanusun dibini boylarken kendi küpünü altın yağmuruyla doldurma umuduyla yaşar.
Bunalım dönemleri emperyalist-kapitalist devletler arasında rekabetin acımasızca sürdüğü dönemlerdir. Savaş, varolan bunalıma büyük bir derinlik kazandırdı. Ukrayna üzerinde estirilen “kardeşlik” havası dünyanın geri kalan yerlerinde düşmanca rekabete, birbirinin kuyusunu kazmaya bırakıyor.
ABD ve İngiltere'nin Avustralya ile birlikte Fransa'ya attıkları AUKUS Anlaşması kazığından sözetmiyoruz bile. Ya da İsviçre'nin Fransız Rafale savaş uçağı almaktan vazgeçip -buna vazgeçirilip demek daha doğru olur- Amerikan F35 savaş uçakları almaya karar vermesi (gerçi bu karar da şimdi tehlikede) gibi..
Şimdi, Ukrayna savaşının tüm şiddetiyle sürdüğü bir dönemde emperyalistler arası süren ve Fransa'nın Mali'den çekilmesiyle sonuçlanan rekabetten söz ediyoruz. (Olası yanlış anlamaları önlemek için hemen ifade edelim ki, Fransa'nın Mali hezimetini sadece ve esas olarak emperyalist rekabete bağlıyor değiliz).
Oldukça yakın bir zamanda, bundan birkaç gün önce, Fransa, “terörle savaş bahanesiyle, 2013 yılında başlattığı işgali, ABD'nin Afganistan hezimetine benzer şekilde, bütün askerilerini çekerek bitirmek zorunda kaldı.
Fransa'nın askerlerini Mali'den çekmesi basit bir yenilgi değil. Bu hezimet, Fransa'nın tüm Afrika kıtasındaki varlığının artık geriye sayım içinde olduğunu gösteriyor. Sahel bölgesi olarak anılan ve özellikle Fransız silah sanayinin ihtiyaç duyduğu uranyum açısından zengin olan Nijer, Burkina Faso, Çad ve Moritanya'nın yanı sıra, Gine körfezi, Kuzey Afrika ülkeleri ve Çad gölü kıyısındaki ülkeler üzerindeki Fransız etkisi zayıflayacak.
Peki, Fransız emperyalizminin hegemon etkisindeki bu kırılmanın arkasında kimler var dersiniz? Afrika emekçi sınıflarının ve yoksul halklarının belirleyici etkisini, konumuz açısından şimdilik bir kenara bırakırsak; İsrail ve Türkiye üzerinden ABD ve İngiliz emperyalistleri var.
ABD emperyalizminin Afganistan hezimetinden sonra Fransız emperyalizminin Afrika'dan bu kaçışı, emperyalistlerin nasıl bir çöküş ve dağılma içinde olduklarını göstermeye yetmez mi?
Sosyal reformistlerin pek hoşuna gitmese de emperyalistler bütün dünyada çöküş ve dağılma içindeler.