Kısaca pahalılık dediğimiz, emekçi sınıfların temel tüketim mallarının fiyatlarındaki korkunç artış, şimdi, doğal olarak, tüm emekçi, yoksul kitlelerin birinci sorunu. Fiyatlardaki artışı anlatmaya gerek yok. Emekçi sınıflar bunu yaşamlarında her gün değil, her saat hissediyorlar. Şu kadarına işaret etmek yeterli: Akaryakıt fiyatları katlanarak artıyor ve bu artış, yaşamın her alanına yansıyor.
Dinci faşist iktidar bile burada bir “sorun” olduğunu kabul ettiğine göre, durumun vahametini varın siz düşünün.
Tüm emekçi sınıflar, yaşamlarını cehenneme çeviren, mutlak açlık sınırına doğru hızla sürükleyen bu duruma çözüm arayışı içinde en çok şu soruyu soruyorlar: Fiyatlar eski düzeye çekilir mi? Başka bir ifadeyle, “Ucuz Hükümet” mümkün mü?
Soruya hemen yanıt vermek gerekirse şöyle diyebiliriz: Elbette mümkün ama bu düzende değil. “Bu düzen” dediğimiz, üretim araçlarının bir avuç tekelcinin mülkiyetinde olduğu kapitalist düzendir. Kapitalizmde, “ucuz hükümet” yani emekçi sınıfların temel tüketim mallarının ve geçim araçlarının ucuzlatılması mümkün değil. Nedenine geleceğiz...
Önce bir hatırlatma: Türkiye ve Kürdistan'da sosyal reformizmin kuluçka yatağı denebilecek 1960'lı yılların TİP'nin en çok öne çıkan sloganlarından biri “Zam Zam Zam Ucuzluk Ne Zaman” idi.
Sadece 60'lı yıllardan bu yana değil, devletin kuruluşundan itibaren ele alsak bile, ucuzluğun hiç bir zaman gerçekleşmediğini görürüz. Emekçi sınıflar için vazgeçilmez olan temel tüketim malları fiyatları tarih boyunca sürekli artmıştır. Şüphesiz, zaman zaman ücretlerin yükseltilmesi temel tüketim mallarındaki fiyat artışını bir ölçüde tolere etmiştir. Ama Kitlelerin yoksulluğunu gösteren eğri hep yukarı yönlü olmuştur. Kısacası, işçinin, emekçinin payına düzen daima daha fazla yoksulluktur. Kapitalizmin temel yasasıdır: Bir tarafta, burjuva sınıfta, sermaye birikirken, diğer tarafta, emekçilerin tarafında yoksulluk birikir.
Kapitalist düzende kitlelerin ihtiyaç duyduğu temel tüketim mallarının fiyatlarının sürekli yukarı yönlü olmasının pek çok nedeni var. Biz bunlardan birine, devletin fiyat artışlarındaki rolüne değineceğiz.
İstisnasız bütün burjuva devletler, ama özellikle de sert bir sınıf savaşının sürdüğü burjuva devletler sürekli büyümek, toplumun tüm hücreleriyle temas etmek üzere memurlar kadrosunu şişirmek, sınıf savaşına bağlı olarak, militarist güçlerini, ordusunu, polisini, istihbarat servislerini, diğer güvenlik aygıtlarını sürekli güçlendirmek, büyütmek zorundadır.
Kısacası devlet, sınıf savaşının gelişimiyle paralel olarak büyüyerek, toplumun tüm yaşam gözeneklerini kapatan asalak bir zar gibi sarar. Sadece sınıf savaşı da değil. Dış savaşlar, başka devletlerle her alandaki rekabet vb vb. burjuva devleti sürekli büyümek, ordusunu, polisini, istihbarat servislerini şişirmek zorunda bırakır.
Eğer günlük dille söyleyecek olursak; sert bir sınıf savaşı sürer ve burjuvazi kendi egemenliğini devrim güçlerinin tehdidi altında hissederken, askerin mermisinden, topundan, tüfeğinden, polisin maaşından, gaz bombasından, panzerinden vb vb. tasarrufa gitmez. Daha çok vergi toplamak zorundadır ve tahsildarlar ordusu böyle böyle büyür. Toplumun en ücra köşesini denetim altına almak için her yere karakol açmak, bekçi dikmek zorundadır ve bunlardan “tasarruf” etmez. Kısaca, RTE'nin “itibardan tasarruf olmaz” veciz sözü, burjuva devletler için kaftan biçilmiş bir sözdür. Ordu ve devlet memurculuğundan “tasarruf” olmaz.
Başka şeylerin yanı sıra, sürekli/paralı ordu, devlet memurculuğu en büyük iki gider kaynağıdır. Somut konuşursak, ordu, polis teşkilatı, bekçi ordusu, korucu ordusu, Suriye'den ve başka ülkelerden devşirilen dinci faşist katiller sürüsü, istihbarat örgütleri; bütün bunların maaşları, iaşeleri, mühimmatları, donanımları, diğer masrafları kara delik gibi para yutan gider kaynaklarıdır. “Beşli çete” ve benzerlerine aktarılan kaynaklar buralara aktarılanların yanında devede kulak bile değil.
Peki tüm bu giderlerin gelirleri nereden? Başka şeylerin yanı sıra, esas olarak, vergilerdir. Onun için, “Vergi, hükümeti emziren bir memedir”. Peki hükümet kimdir? Hükümet, ordudur, polistir, memurlardır, yargıçlar, bakanlar, gardiyanlardır; hükümet imamlardır. Ve tüm bu asalak yapıyı besleyen en önemli gelir kaynağı, emekçi sınıfların tükettiği temel mallara konulan dolaylı vergilerdir.
Okuru rakamlara boğmamak için sadece iki kalemden örnek vereceğiz. Birincisi, akaryakıt fiyatlarına eklenen dolaylı vergilerdir. Bu vergilerin biri KDV, diğeri ÖTV'dir. Bu yılın haziran ayında bu iki vergi türü için litre başı devletin aldığı para ortalama 7.5 Tldir. İkinci örnek olarak seçtiğimiz alkolde ise durm şöyle: “Bayi kârı dâhil ürün fiyatı 325 TL olan bir rakının 239 TL'lik kısmını ÖTV+KDV oluşturdu. Diğer bir ifadeyle 325 TL'lik bir rakının fiyatındaki yüzde 75'lik kısım, vergiden oluşuyor.”
Peki ya çözüm? Aslında çözüm kendiliğinden ortaya çıkmıştır: Bu asalak devleti bir devrimle dağıtmak. Bunun dışında temel tüketim malları dahil, yaşamın kendisini “ucuz” kılmak mümkün değil. Toplumun tüm yaşam gözeneklerini tıkayan, nefes almasına izin vermeyen bu asalak ur yıkılarak yerine bir halk iktidarı kurulduğunda, ancak o zaman toplumun ezici çoğunluğu için yaşam ucuzlar.
Kimi sosyal reformist partilerin çözüm olarak “Kamuculuk”u gösterme sahtekarlığını ayrıca ele almak gerek. Şimdiden şu kadarını söyleyebiliriz: Bu düzen içinde ve bu devlet altında emekçi sınıflara çözüm olarak “kamuculuk”u yani devletleştirmeyi önermek ve bunun için mücadeleye çağırmak onları burjuvazi hesabına utanmazca aldatmaya çalışmaktır. Emekçi sınıflar bu zokayı yutmayacaklar!
Yaşamı ucuz hale getirmek, Geçici Devrim Hükümeti'nin işidir. Başka hiç bir güç bu görevi yerine getiremez.