Mersin'de bir esnaf içinde bozuk paralar olan kasasını, “Bunu Erdoğan'a fırlatıyorum” diyerek yere atıyor.
2001'de Ankara'da yine bir esnafın Ecevit'in önüne yazarkasasını fırlatmasıyla başlayan “esnaf ayaklanması”nı çağrıştıran manzara. Fark şu: 20 yıl öncesinde kasa fırlatmak alışılmış bir olay değildi. İflasın eşiğindeki bir esnafın kendiliğinden bulduğu yeni bir eylem biçimiydi. Canlarına tak etmiş olan diğer dükkan sahipleri kitlesel biçimde o esnafın arkasından ayağa kalktılar.
Şimdi, aynı olmasa bile benzer isyanlara her gün, her saat rastlamak mümkün. Farklı koşullarda aynı eylem biçiminin aynı sonucu vermesini beklemek büyük bir yanılgıdır. Vermez.
Ne var ki, insanlardaki kızgınlığı, öfkeyi, şiddetli duyguları açığa vuran bu eylemlerin boşa olduğunu sanmak ondan da büyük yanılgıdır. Hiçbir şey boşa gitmez. Dahası, düzene ve iktidara öfke, kızgınlık gibi şiddetli duygularla yüklü bu eylemler, bugün kitlelerin isyan ve ayaklanmalarına yol açmıyorsa, bu sadece emekçilerin, bu şiddetli duygulara sahip kitlelerin enerji ve öfkelerini çok daha güçlü ayaklanmalara sakladıklarını gösterir.
Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, kitlelerin ayaklanmalarını onlara nefes aldırmayan bir baskı ve terörle engelliyor. Faşist devletin topluma yönelik politikasını Mersinli esnafın sözleriyle tanımlarsak, kısaca şudur: Her yer açlık, her yer işsizlik, her yer korku, her yer umutsuzluk, her yer sindirilmişlik.
Başka bir ifadeyle, Türkiye ve Kürdistan emekçi, ezilen, yoksul halkları, faşist devletten, dinci faşist iktidar ve burjuva sınıftan “tekme-tokat”tan başka bir şey görmüyor. Bu gerçeği her gün, her saat gözlemek mümkün.
İyi ama bundan nasıl bir sonuç çıkar? Karamsarlar, emekçi sınıfların devrimci enerjisine inanmayanlar, kesin kurtuluşa inançları pamuk ipliğine bağlı olanlar, kimisi açıkça itiraf etmese de, düzenin ve faşist devletin yıkılmazlığı; toplumsal devrimin, en azından, uzak bir geleceğin işi vb sonuçlarını çıkarırlar.
Oysa, örneğin Engels, Rusya'da Çarlığın en güçlü olduğu dönemde, bir toplumsal devrimin haberini şu sözlerle veriyordu:
“Bir halk ki tekme tokattan başka bir şey görmez, gerçekten toplumsal devrimi yapacak halk işte o halktır”
Aynı mektubunda Engels, Fransa ile ilgili, Paris komünü'nü haber veren şu tespiti yapıyordu:
“Fransa'daki çöküntü, korkunç görünüyor -tıpkı günümüz Türkiye ve Kürdistan gibi- Her şey harabeye dönüyor, satılıyor, dolandırılıyor.”
İçinde sadece bozuk madeni para bulunan kasasını sokağa atan Mersin'li esnaf, polislerin pankartını elinden almalarına karşı direnirken, kim bilir, belki de bilincinde olmadan şu sözünü ete-kemiğe büründürüyor: “Ama her yerde korkmuyoruz”
Evet, korkunç çöküntü ve aynı korkunçlukta bir faşist devlet-politik iktidar baskısı altındaki emekçi sınıflar, ezilen halklar şimdi hızla cesaret biriktiriyorlar. Korku bulaşıcıdır denir. Bu ne kadar doğruysa, cesaretin de bulaşıcı olduğu o kadar doğrudur. Mersin'de polisin elinden pankartını geri alan esnaf, bunun cisimleşmiş hali oldu.
Şimdi her yerde, emekçi ezilen, yoksul, sömürülen halkların her katmanına cesaret yayılıyor. Bu gerçeği bütün işçi eylemlerinde, tutsak ailelerinin, gazetecilerin, çevrenin yokedilmesine, topraklarının talan edilmesine karşı savaşan köylülerin, gençliğin, akademisyenlerin, kısacası, bu düzenle, iktidarla, devletle sorunu olan herkesin mücadelesinde görüyoruz.
Bir toplumsal devrim her yönüyle olgunlaşıyor. Birleşik devrimin toplumsal güçleri her gün daha cesur, daha atılgan davranıyorlar. Ne seçimlerden, ne burjuva muhalefet partilerinden, ne Meclisten bir beklentileri var. Sosyal reformist partilerin dikkatleri seçimlere, parlamentoya çevirme çabaları da sonuç vermiyor.
Yaşamı kolaylaştıracak en basit hakları için mücadele yolunu seçiyorlar. Tıpkı Mersin'deki esnafın, patronlara karşı mücadele eden fabrika işçilerinin davranışı gibi.
Onlara gitmeliyiz. Yanlarında olduğumuz göstermeliyiz. Yaşamlarını kolaylaştırmak için giriştikleri mücadelede onların yanında yer almalı; bu küçük çarpışmalarda elde edecekleri her “zafer”i büyük alacağımızın ilk taksiti olarak kabul edip gerçek, tam ve kesin kurtuluşun düzeni yıkacak bir devrimle gerçekleşeceğini göstermeye devam etmeliyiz. “Büyük alacak” iktidarın bir devrimle fethidir ve bu, ilerinin sorunu değil, şimdinin sorunudur; güncel sorundur.
Cesaret biriktiren, devrimci ruhla hareket eden kitlelere devrim hedefini ısrarla göstermenin zamanı. Ne parlamento, ne seçimler, ne burjuva muhalefet. Emekçi sınıfların, Kürt halkının önüne her gün bir başka biçimde, bir başka bahaneyle bunları çıkaran sosyal reformist partileri, onlarla birlikte davranan güçleri en çıplak halleriyle teşhir etmeyi başarmalıyız.
Bunların hepsi gitmeli.