Günün en acil görevi nedir diye sorulsa tereddütsüz devrim ve iktidar hedefini emekçi sınıfların, yoksul aç kitlelerin, kadın ve gençliğin, Kürt halkının bilincinde ve gözünde görünür kılmak yanıtı verilmeli.
Elimize aldığımızda, sıkıca tuttuğumuzda zincirin tümüne sahip olmamızı sağlayacak halka budur. Bunu tespit etmek, politik mücadelede son derece önemlidir. Lenin, zincirin yakalanması, elde tutulması gereken halkanın doğru tespitine özel bir önem verir.
Devrim ve iktidar hedefinin devrimin toplumsal güçlerinin bilincinde, gözünde görünür kılmanın en önemli, en başta gelen görev olduğu tespiti keyfi bir tespit değildir. Tekelci kapitalist düzenin içinde bulunduğu derin ekonomik ve politik kriz, tekelci sermaye sınıfının toplumu eski yöntemlerle yönetemez hale gelmiş olması; buna karşılık başta işçi sınıfı olmak üzere ücretli emekçilerin, yoksul ve aç kitlelerin, Kürt halkının kesin ve kararlı bir mücadeleye atılmış olmaları gerçeğinin bir sonucudur bu tespit.
Tekelci kapitalist düzenin derin bir kriz içinde olduğu herkes tarafından görülüyor ve kabul ediliyor. Buna burjuva güçler de dahil. Bu, tartışmasız devrimci durumdur, devrimci krizdir. Devrimci kriz ya da devrimci durum, iki kavramı da aynı anlamda kullanıyoruz, devrimci politik güçlere bu koşullardan sermaye sınıfı egemenliğini bir devrimle yıkma ve yerine devrimci halk iktidarı kurma görevi yükler.
Sosyal reformist partiler, bu görevden kaçınmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Her şeyden önce, kavramlarla oynayarak, devrimci durum ya da devrimci kriz kavramlarını kullanmamak için örneğin, “çoklu kriz” benzeri kavramları uydurmaya başlamış bulunuyorlar. Şimdi, sosyal reformistlerin her açıklamasında, (burjuva liberal akademik yazında, daha öncesi olmakla birlikte özellikle 2007 krizi sonrası yaygınlaşan, yani doğrudan burjuva liberal düşünceden “aktarılan”) “çoklu kriz” kavramını görüyoruz.
Kavramların bu şekilde bozulmaya çalışılması, bulanıklaştırılması, anlaşılmaz hale getirilmesi sınıf savaşının devrimci görevlerini yerine getirmekten kaçınma çabasının sonucudur.
İşçi sınıfının nasıl devrimci bir atılım içinde olduğu, izaha gerek bırakmayacak kadar ortada. Sosyal reformist partiler bile bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalıyorlar. Daha önce de değinmiştik; sosyal reformizmin tüm hallerini kendinde cisimleştirmiş bir parti bile “devrimci demokratik cumhuriyet” ,“tek yol devrim” sloganlarını atmaya başlamıştı. Ancak, tek atımlık barut idi bu. Aslına rücu etmek kaçınılmazdı. Nitekim bu “gürlemelerden” hemen sonra, CHP ve diğer gerici-faşist partilerle hangi düzlemde ittifak kurulabileceği tartışmalarına daldılar.
Öteki sosyal reformist partiler de aynı yoldan yürüyorlar. Onlar da, işçi sınıfı, ücretli emekçiler, Kürt halkı ve birleşik devrimin diğer toplumsal güçlerindeki devrimci atılımı görünce kimi “sosyalist iktidar”ı kurmaktan, kimi “sosyalist Türkiye” talebinden söz etmeye başladı. Kılıçdaroğlu bile “halk iktidarı” vaatlerinde bulunuyor! Örnekler çoğaltılabilir ama bu kadarı da sorunun anlaşılmasına yeter.
Görüldüğü gibi, iktidar sorunu herkese kendini kabul ettiriyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere, büyük bir devrimci atılıma girişmiş olan emekçi sınıflar, yoksul ve aç kitleler, sorunlarının kaynağının iktidar olduğunu en azından seziyorlar. Bu devrimci sınıf sezgisi, giderek bilince de dönüşüyor. İktidarı ele geçirmek, devrimci bir iktidar, işçi ve emekçi sınıfların iktidarını kurmak kurtuluşun tek yoludur.
Ancak işin buraya kadar olanı sorunun tek boyutudur. Bu anlamda, aralarında “millet ittifakı” denen gerici-faşist ittifakı nasıl yapar da destekleriz tartışması yapan sosyal reformist partiler bile, işin buraya kadar olan boyutuna ciddi bir itiraz yükseltmezler. Öyleyse bu tek yanlılığı öteki yanla tamamlamak gerekir. Bu, iktidarın bir devrimle ele geçirileceği düşüncesidir.
Evet, propaganda ve ajitasyonumuzu bu bütünlük içinde yapmalıyız. Sadece iktidardan söz etmek yetmez, kitlelere, iktidarın bir devrimle, birleşik devrimle ele geçirilmesi gerektiğini ve ancak böyle ele geçirilebileceğini anlatmalıyız. Sorunun bir tarafını ihmal ettiğimizde en pespaye sosyal reformist partinin, örneğin “adıyla sanıyla sosyalist Türkiye Cumhuriyeti istiyoruz” diyen parlamentarist partinin konumuna düşmek kaçınılmaz olur. Çünkü sosyal reformist partiler de iktidarı ele geçirmek “isterler”. Ama parlamenter yoldan, yani iktidarın asla ele geçirilemeyeceği yoldan, faşist devleti, onun kurumlarını dağıtmadan, yavaş yavaş ve bu kurumlara “sızarak” iktidarı ele geçirmeyi amaçlarlar. Bu, kitleleri burjuva sınıf hesabına aldatmak, onların devrimci enerjilerini asla zafere ulaştırmayacak yolda harcamaktır.
Şüphesiz, Leninistler, sosyal reformistlerle uğraşarak zaman ve enerjilerini harcayamazlar. Sınıf bilinçli öncü devrimci işçiler, Leninistler bu gerçeklerin bilincinde olarak hareket halindeki işçi sınıfıyla, yoksul kitlelerle, emekçilerle, açlık ve yokluğa mahkum edilen kitlelerle yakın ve sıkı bağlar kurmak üzere, sıkı komünist faaliyet içine girmeliler. İktidar sorunu, emekçi sınıfların, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin devrimci girişimleriyle çözülmek üzere, gelip kendini dayatmıştır.
Eylem halindeki kitleler kolayca öğrenirler; sorunu derinden kavrarlar; deyim uygunsa boğayı boynuzundan yakalarlar. “İktidar dışında her şeyin hiç bir şey” olduğunu söylediğimizde bizi anlamakta zorlanmayacaklar. Şimdi elde ettikleri “kazanımların” hiç bir güvencesinin olmadığını; kazanımları korumanın tek yolunun devrimci iktidar kurmaktan geçtiğini söylediğimizde bize hak vermekte gecikmeyecekler.
Şimdi, “1905 Devrim Yılları”nın Bauman'ı olmak zamanı. Birleşik devrimimizin gece gündüz, engel tanımadan, politik uyanıklıkta sosyal reformistlere pabucu ters giydirecek Bauman'lara ihtiyacı var. Çok sayıda Bauman'a ihtiyaç var, fakat Bauman gibi bir tek militanın bile çok şey yapabileceği koşullarda olduğumuzu da unutmamalıyız.
Son derece devrimci koşullardan geçiyoruz. Bu koşullarda devrimci propaganda ve ajitasyonumuzu iki anlama gelmeyecek bir açıklık ve netlikle yapmalıyız. Sosyal reformist düşünce bulanıklıktan, muğlaklıktan, belirsizlikten medet umar. Örneğin, “kamuculuk” der, bunun ne anlama geldiğinden, hangi sınıfın devletinin kamulaştırmasından söz ettiğinden bahsetmez. Örneğin, iktidar olmaktan söz ederler. Ama, iktidarı nasıl ele geçireceklerinden tek kelimeyle olsun söz etmezler; parlamenter yoldan iktidar olmak istediklerinden bahsetmezler.
Devrimci düşünce ise son derece açık olmaktan, netlikten, anlaşılabilir üsluptan medet umar. Örneğin “kazanmak”tan söz etmek muğlaklıktır. Neyi kazanacağını büyük açıklıkla ortaya koymalısın. Muğlaklık, bulanıklık, belirsizlik kitlelerde bilinç yaratmaz. Devrimci bilinç ise hiç yaratmaz.
Devrimci koşullarda, devrimci atılım içindeki işçi sınıfına, emekçilere, yoksul kitlelere, Kürt halkına devrimci hedeflerle gitmeliyiz. Onlara devrim ve iktidar hedefini büyük bir açıklıkla götürmeliyiz; bu hedefi onların gözünde, bilincinde görünür kılmalıyız.
Devrimci koşullarda gerçekten devrimci olan zafere ulaşır.