Önce internette bir video dolaşıma girmişti. Videoda, dinci faşist iktidarın vergi memuru Mehmet Şimşek, güneşlenmekten neden ve nasıl vergi alınacağını anlatıyordu.

Giresun ile Ege kıyıları kıyaslanıyor ve Ege kıyılarında güneşlenenlerin güneşten daha çok faydalandıklarını, bunun Giresun'da yaşayan yurttaşlara haksızlık olduğunu, bu haksızlığı gidermek için güneş ışığından fazla yararlananlardan vergi alınacağı anlatılıyordu.

Videonun gerçek olmadığı ortaya çıktı. Ama vergi konusu gerçekti. Güneş vergisi olmasa da, uçan kuştan bile vergi almaya çalışacaklarını Bakan kılığındaki vergi tahsildarı Mehmet Şimşek'in kendisi açıkladı.

Bizim amacımız vergilendirilmemiş alan bırakmamaktır, şu veya bu şekilde. Dolayısıyla bu bir süreçtir. Bazı tedbirlerin zamanlaması ve dozu konusunda tartışmalar yaşanabilir. Ama bunlar hep program ihtiyaçlarına göre şekillendirilecektir”

Kabul etmek gerek, dinci faşist iktidarın herhangi bir bakanına göre, fazlasıyla açık sözlü. Güneş ışığından faydalanmaya değil ama garsonların, kuryelerin “bahşiş”lerine göz diktiği, üç-beş kuruşu bile vergilendirmeye çalıştığı ortaya çıktı. “Şu ve ya bu şekilde” her şeyden ve herkesten vergi almaya çalıştığı ortada. Çünkü “program” bunu gerektiriyor.

Her şey bütçeyi düzeltmek için... Devlet bütçesi sürekli açık veriyor. Çünkü, bütün toplumu saran bir asalak yapı olarak devlet giderleri muazzam boyutlarda. Başka türlü de olamazdı. 70'li yıllardan beri süren iç savaş ve sert sınıf mücadelesi, devlet denen asalak yapıyı sürekli büyütmeyi, orduyu, polisi, bürokrasiyi, her bakımdan beslemeyi zorunlu kılıyordu.

Peki devlet küçültülemez miydi? Zamanında “sol”da bazı safdiller Özal'ın “devleti küçültüyoruz” zokasını yutmuşlardı. Oysa onun devleti küçültmeden kastettiği şey, devlete ait fabrika ve işletmeleri emperyalist ve yerli tekelci sermayeye peşkeş çekmekten başka bir şey değildi. Bu yapıldı, halen de yapılıyor. Ama devlet küçülmüyor, aksine durmadan ve kesintisiz biçimde büyüyordu. Çünkü, iç savaş sırasında, burjuva egemenliğin toplumsal bir devrimle tehdit edildiği; Kürt halkının özgürlük savaşının derinleşip yayıldığı koşullarda devletten tasarruf olmazdı.

Peki bu giderler nereden karşılanacak? Giderleri karşılayacak ana gelir kalemi vergidir. Marx'ın sözleriyle söyleyecek olursak, “Vergi, hükümeti emziren bir memedir.” Marx'ın “hükümet” dediği şey, devletten başkası değildir. Öyleyse Marx'ın şu sözlerindeki “hükümet” kavramını “devlet” olarak çevirip okuyabiliriz:

Hükümet, baskının araçlarıdır, yetkenin (otoritenin) organlarıdır, hükümet ordudur, polistir, hükümet memurlardır, yargıçlardır, bakanlardır, hükümet rahiplerdir, vergiye karşı saldırı, proleter vandallarının akınlarına karşı burjuva toplumunun maddi ve manevi üretimini koruyan düzenin bekçilerine karşı anarşistlerin saldırısıdır. Vergi, mülkiyetin, ailenin, düzenin ve dinin yanı başında beşinci tanrısallıktır.

Başlıca gider kalemlerini oluşturan devlet kurumlarının hiç birinden tasarruf olmaz. Tıpkı RTE'nin “itibardan tasarruf olmaz” demesi gibi. Fakat, öte yandan bütçenin de düzeltilmesi lazım; o nasıl olacak? Kara para aklama, uyuşturucu ticareti, “terörün finansmanı” gibi kalemlerden elde edilen paralar bütçe açığına bir parça deva oluyordu ama, emperyalistler bu nedenlerden dolayı Türkiye'yi “gri liste”ye alınca, başka kaynakların suyu kurudu. “Gri liste”den çıkmak için, uyuşturucu patronlarına operasyon düzenler gibi yaptılar. Kara para konusunda göstermelik de olsa tedbir alır gibi yaptılar. “Gri liste”den çıkarıldılar.

Fakat, öte yandan bütçe açığının da büyümemesi gerekiyordu. Geriye kalıyor, vergiye yani hükümeti emziren memeye saldırmak. Vergi derken, elbette tekelci burjuvaziden alınan vergiye saldıracak değillerdi. Esas itibariyle işçi sınıfından, ücretli emekçilerden, yoksul kitlelerden alınan vergilere yüklenilecekti; öyle de yaptılar. İşte Mehmet Şimşek'in itiraf gibi sözleri:

Biz bütçeyi düzeltmek için tabii ki KDV’yi ve ÖTV’yi artırdık. Ama o bir zaruretti o dönemde. Neden, çünkü o bütçe açığını biz azaltmasak bankacılık sektörüne ‘buyurun bu bütçe açığını siz finanse edin’ deseydik, siz kredileri kapatmadan, çağırmadan yani reel sektörü cezalandırmadan büyük ihtimalle onu finanse edemezdiniz. Merkez Bankası kaynaklarına başvuracak halimiz de yok çünkü o daha da enflasyonist olurdu. Ne yaptık, bütçeyi düzeltmeyi gerekli tedbirleri alarak yaptık.”

KDV ve ÖTV zenginlerden değil, yoksul kitlelerin tükettikleri mallardan, tuz, şeker, benzin, mazot, gibi temel tüketim olarak akla gelen ne varsa onlardan alınan vergidir. Bütçe açığını, Koçlardan, Sabancılardan, Yıldızlardan, Cengizlerden... alınacak vergilerle değil, işçi sınıfından, yoksul, ücretli emekçilerden alınan vergilerle kapatacaklar; kapatabilirlerse. Bunun yetmeyeceğini biliyor Mehmet Şimşek, bunun için “bizim amacımız vergilendirilmemiş alan bırakmamaktır” diyor. Yeni vergiler getirecekler; mevcut vergileri de artıracaklar. Hükümetin bütçe açığını kapatmak için izlediği ve izleyebileceği tek yol bu.

“Bir sınıftan almadan başka bir sınıfa veremezsin.” Vergi tahsildarı gibi çalışan Mehmet Şimşek'in sözlerinden bu gerçeği en net haliyle görmek mümkün. “Reel Sektör” dediği sanayi sermayesine dokunamazdık, banka sermayesine de “gelin bütçe açığını siz finanse edin diyemezdik” diyor. Geriye kalıyor, motokuryelerin, garsonların “bahşiş” parasını ve haraca bağlanmamış, “kayıt dışı” kalmış yoksul kitlelerin gelirlerini vergilendirmek.

Bin sekizyüzlü yılların Fransasında ürettikleri içkiye sürekli vergi getirilen köylüler şeytanı hayal ettikleri zaman onu vergi memuru kılığında görürlermiş. Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı, yoksul emekçi kitlelerinin Mehmet Şimşek'i hayal ettiklerinde onu vergi memuru kılığında görecekleri kesin gibi.