Başlıktaki kavram, dinci faşist yönetimin başının sosyal reformist partilere, liberal ve uzlaşmacı kesimlere hediyesidir. Daha doğrusu, bütün bu tayfayı avlamak için oltasının ucuna taktığı yemdir.
Dinci faşist yönetimin başı, bu av seferinde yalnız da değildi. Yanında, karşısında gibi duran CHP ve onun çiçeği burnunda Genel Başkanı Özgür Özel de vardı. Dinci faşist yönetimin güya karşısında duruyor ama esasında yanında ve arkasında pozisyon alıyor. Hep işaret ettik, bir kez daha yinelemekte yarar var: Tekelci sermaye egemenliğinin, düzenin bir ayağı dinci faşist yönetim ise diğer ayağı burjuva muhalefettir; yani, CHP ve diğer zerzavat niteliğindeki burjuva partilerdir.
Burjuva sınıf egemenliğinin iki temel politik gücü, iki partisi AKP ve CHP'nin Genel Başkanları bir araya gelip uzlaşma mesajı verince; hele de dinci faşist iktidarın başı, görüşme sonrası namaz çıkışında “Bundan önceki süreçlerde bu tür maalesef adımlar atılmıyordu. Bu adımın atılmasıyla siyasetin ülkemizde çok daha yumuşama dönemine girdiğini görüyoruz” deyiverince cümle sosyal reformiste, uzlaşmacıya, liberale gün doğdu. İşte yıllardır bekledikleri uzlaşma, yumuşama, toplumsal barış vb vb. adına ne derseniz deyin, artık geliyor ve gerçek oluyordu.
Dinci faşist iktidar yumuşuyor; her musibetin başı olarak gördükleri dinci faşist yönetimin başı, amiyane tabirle, imana, ya da merhamete geliyordu. İyi de ne zaman olacaktı bu “yumuşama”? Madem yumuşama olacaktı o halde bir an önce olmalıydı. Dinci faşist yönetimin baskı ve terör siyasetinde bir değişiklik görmeyince hepsi birden ve koro halinde, “hani yumuşama olacaktı”; bu politika “yumuşama”ya uymaz ki, diye bağırmaya başladılar.
Eski kuşaklar olsaydı herhalde şöyle derlerdi: Böyle bir darkafalılık ancak “tahsille” mümkün olur. “Tahsil cehaleti alır, darkafalılık baki kalır” da diyebilirlerdi. Hangisini uygun görürseniz artık.
Burjuva sınıfın, onun politik iktidarlarının yönetim biçimlerinde bir yöntemden bir başka yönteme keyfi biçimde, bir adamın ya da adamlar topluluğunun olsun isteği üzerine geçebileceğini, geçeceğini düşünmek, eksiksiz bir darkafalılıktır. Engels'in sözüyle söylersek, “darkafalı, burjuvazinin kendisine merhamet edeceği korkusu ve umuduyla dolu boş bir bağırsaktır”. Neyse ki, dinci faşist iktidarın başı, bütün bu tayfayı, boş hayallerinden kurtaracak açıklamayı yapmakta gecikmedi: “Hassasiyetlerimizden taviz verecek değiliz”. Bu açıklama, “yumuşama” açıklamasından büyük hayallere kapılan cümle sosyal reformist partinin, uzlaşmacının, liberalin kafasına boca edilmiş bir kova soğuk su etkisi yapmış olmalı.
Nedir bu “hassasiyetler”? Birleşik devrimin, devrimci güçlerin, işçi sınıfı hareketinin, ücretli emekçilerin ve en önemlisi Kürt halkının özgürlük mücadelesinin baskı ve faşist devlet terörüyle bastırılmasıdır. Dinci faşist yönetimin başı, sürdürecekleri bu politikayı şu sözlerle tanımlıyor: “Darbe, sokak eylemleri, iftira hukuk dışıdır” Şu “darbe, iftira” sakızını bir kenara koyacak olursak işin özü ortaya çıkmış olur: “Sokak eylemleri hukuk dışıdır.” Türkçesi, devrimci, demokratik eylem adına ne varsa, işçilerin, ücretli emekçilerin, Kürt halkının her türlü eylemi karşısında polis, jandarma, savcı, hakim ve zindanlarla döşenmiş yolu bulacak.
Buluyorlar da... Her türlü gösteri yasağı il il ilan ediliyor, örneğin Özel Sektör Öğretmenleri haklarını sokakta arıyorlar diye dayak ve işkenceyle gözaltına alınıyorlar; işçiler öyle, tek başına direniş abidesi haline gelen Emine Şenyaşar hakkında dava açılıyor, hakim karşısına çıkarılıyor; mahkemelerin verdiği ceza süreleri dolan devrimci tutsaklar, dayatılan pişmanlığı kabul etmeyince tahliye edilmiyorlar vb. saymakla bitmez. Dinci faşist yönetimin başının “hukuk hukuk” diye sayıkladığı işte bunlar. Kürdistan üzerine sürdürdüğü kanlı savaşı saymıyoruz bile...
Peki nereden çıktı bu “yumuşama” açıklaması...
İzahı şudur: Tekelci sermaye sınıfı ve dinci faşist yönetim, son yerel seçimlerde CHP'nin sahte başarısını değil, bir ayaklanmanın mayalanmakta olduğunu gördüler. CHP'ye akan oylar, gerçekte CHP'ye verilen destek değil, dinci faşist yönetime, tekelci sermaye sınıfı egemenliğine gösterilen kırmızı karttı. Sandık başına gidenler eğilimlerini, duygu ve tepkilerini böyle gösterdiler. Bir de sandık başına gitmeyerek daha sert bir tepki içinde olanlar vardı ki, bunların oranı, dinci faşist iktidarın başını bile endişelendirecek düzeydeydi: Seçmenlerin dörtte biri; yani yüzde yirmi beşi. Kısacası, toplumun ezici bir çoğunluğu, eskisi gibi yönetilmek istemediğini ortaya koyuyordu.
Sadece dinci faşist partinin değil, bir bütün olarak, bütün dinci-faşist partilerin kitle desteği kızgın güneş altındaki yağ gibi eriyordu. Dinci faşist yönetimin, tıpkı “Yenikapı ruhu”nda olduğu gibi bütün burjuva partilerin desteğini arkasına almaya ihtiyacı vardı. Kılıçdaroğlu artık yoktu ama onu hiç aratmayacak bir Özgür Özel vardı. Yenilenmiş bir “Yenikapı ruhu”na ihtiyaç vardı. Çünkü kendilerince “Yenikapı ruhu birilerinin ihtiraslarına kurban edilmişti”. Gerçekte ise burjuvazinin bu politikası aşınmış, kitleler üzerindeki etkisini yitirmişti. Yeni kadrolarla ve yeniden tazelenmeliydi.
“Bizden hukuksuzluk karşısında kimse yumuşak bir tavır beklemesin. Demokrasiyi ortadan kaldırmaya, özgürlük adı altında başkalarının özgürlüklerini daraltmaya yönelenler bizden yumuşak tavır beklemesin. İnsan canına kastedenler, FETÖ'cüler karşısında kimse bizden yumuşak tavır beklemesin. Biz ana muhalefetten de muhalefetten de bunu bekliyoruz. Dar alanda siyaset yapılmaz. Yenikapı ruhu birilerinin ihtiraslarına kurban edilmişti.”
Yeni kadrolarla ve yeniden yapılmalıydı ki, yeni yeni “yetmez ama evet”çiler oltaya takılsınlardı. Bu insanlar üzerindeki denemeleri başarısız oldu denemez. Zira, “yumuşama” lafını duyar duymaz, AKP'nin “fabrika ayarları”na dönüşü üzerine makale mi dersiniz, söyleşi mi dersiniz, açıklama ya da tv programı mı dersiniz, hepsi gırla gitti. “Yumuşama” lafını duyar duymaz -gerçekten de bu sadece bir “laf”tan ibaretti- sınıf savaşında, burjuvazi karşısında zaten yumuşak olan bu zevatın hepsi yumuşacık oluverdi.
İstifini bozmayan, bildiği yolda yürümeye devam eden ise Kürt halkı, işçi sınıfı, yoksul-sömürülen kitleler oldu. Sokakta şimdi onlar var.