YSK'nın Van seçim sonuçlarını kabul ederek belediye başkanlığını DEM Parti'ye vermesi, şimdilik, bir serhıldanın önünü kesmiştir.
Sermaye sınıfı ve faşist devlet, ilk etapta, seçim sonuçlarını tanımayıp belediye başkanlığını AKP'li adaya vererek aslında bir deneme yapmış oldu. Şansını denedi, Kürt halkını tepkisini test etti. Tepkinin nereye doğru evrileceğini görmek istedi.
Kürt halkı ve Türkiye devrimci güçleri, faşist devletin ve dinci faşist iktidarın bu sınamasına devrimci kitle eylemlerinden çok daha fazla ama bir serhıldandan da bir derece az olan; benzetme yapmak istersek, bir serhıldana çok yaklaşan bir kalkışmayla yanıt verdiler.
Faşist devletin, dinci faşist iktidarın bu yanıt karşısında anında geri adım attıklarını ve Van yerel seçim sonuçlarını kabul ettiklerini biliyoruz. Bu olaylarla dolu iki günlük faşist devlet ve dinci faşist iktidarın saldırısı ile buna verilen yanıttan çıkarılması gereken önemli dersler var.
Birincisi, faşist devlet ile dinci faşist iktidarın geri adım atmalarının “adalet, hukuk” vb mücadelesiyle en ufak bir ilgisi yok. Uzlaşmacı anlayış, bu geri adımı kendilerinin mahkemelere, YSK vb yerlere yaptıkları itirazın sonucu gibi sunmaya çalışıyorlar. Alakası yok. Bu geri adım, yani mazbatanın DEM Parti adayına verilmesinin başlıca ve tek nedeni, olayların bir serhıldana dönüşme eğilimiydi.
İkincisi... Dolayısıyla, belediye başkanı seçilen A.Zeydan'ın, mazbatayı alır almaz yaptığı açıklamada söylediği “YSK’nin aldığı bu kararı ülkemizde hukukun üstünlüğü, adaletin tesisi ve toplumsal barışın, birlikte ve onurlu bir yaşamın iradesini daha da güçlendirmiştir.” biçimindeki sözler tümüyle yanlış. Eğer Kürt halkının ve Türkiye devrimci güçlerinin ifadesini sokakta, kitle eylemleriyle bulan tepkileri olmasaydı, DEM Parti Başkan adayı, bu sonucu rüyasında bile göremezdi. Can Atalay, AYM kararına rağmen, hala zindanda.
Kürt ve Türk halklarının “birlikte ve onurlu bir yaşam iradesini” YSK kararı değil, iki ülke halklarının ve devrimci güçlerinin mücadele birliği “güçlendirmiştir”.
Üçüncüsü, müzmin “hak savunucusu” sosyal reformistlerin bir türlü anlamadığı reformların, yani “hak”ların devrimin, devrim mücadelesinin yan ürünü olacağı gerçeği, serhıldana çok yaklaşan bu iki günlük eylem sürecinde somut, elle tutulur biçimde ortaya çıktı. DEM Parti, Van Belediye Başkanlığı”nı gerçekte “sandık” sayesinde değil, devrimci kitle eylemlerinin ayaklanmaya evrilme eğilimine girmesi sonucu kazanmış oldu. Bir kez daha, burjuva sınıf ve burjuva devlet, reformları, devrim mücadelesinin, ayaklanmaların, serhıldanların yan ürünleri olarak ortaya çıktıklarında kabul eder.
Dördüncüsü.. Üçüncü dersin devamı olarak, burjuva sınıf ve faşist devlet, başta hangi yönetim olursa olsun, devrimci mücadelenin yan ürünü olarak ortaya çıkan reformları ilk fırsatta, kendinde o gücü bulduğu ilk anda, ortadan kaldırma eğilimi içine girer.
Yerel seçimlerden dört-beş gün sonra toplanan MGK, yayınladığı bildiriyle bu eğilimi haber verdi. Bildirinin ilgili maddesi şöyle idi:
“3. Bölgemizin geleceğinde terör örgütlerine ve onların destekçilerine hiçbir surette yer verilmeyeceğinin altı çizilmiş; terör örgütlerini cesaretlendiren tüm aktörlerin aklıselimle hareket ederek terörle irtibatlarını kalıcı şekilde ve gecikmeksizin kesmesinin önemine işaret edilmiştir.”
Verilmek istenen tehdit gibi mesaj çok açık: Kürdistan Özgürlük Hareketiyle herkes, her türlü bağı kesmelidir. Bu mesajın en başta Kürdistan il ve ilçelerinde belediye başkanlıklarına seçilmiş yurtsever-devrimci politikacılara yönelik olduğu açık. Van Belediye Başkanlığının DEM Parti'ye verilmesinin ertesi günü bu açıklamanın yapılması da bunu gösteriyor. Kısaca söylenen şudur: Ya Kürdistan Özgürlük Hareketiyle “irtibatları kalıcı ve gecikmeksizin” kesersiniz ya da kayyum ve zindanlar sizi bekliyor.
Beşinci ders: Bir kez daha merkezi iktidar her şeydir; yerel yönetimler ancak merkezi iktidarın yani burjuva egemenliğin tamlayıcı parçası olarak hareket ettikleri sürece ve o ölçüde “bir şeydir”; bunun dışında hiçbir şeydir.
MGK bildirisi, “kayyum” politikasını Demokles’in kılıcı gibi, yurtsever-devrimci çizgide kalacak yerel yönetimlerin başı üzerinde sallıyor ve yeni kayyumları haber veriyor. Merkezi iktidar adına konuşan MGK, bu bildiriyle herkesi, burjuva egemenliğin sınırları içine çekmeye çalışıyor ve bu sınırların dışına çıkma eğilimi içine girenleri ya da egemenliğin sınırları içine girmeyenleri devlet zoruna dayanarak “hizaya” sokacağını ilan etmiş oluyor. Dahası, “kalıcı şekilde ve gecikmeksizin” Kürdistan Özgürlük Hareketiyle irtibatın kesilmesini istiyor. Acelesi var!
Altıncı ders: Bütün bunlarla birlikte, ne MGK ne faşist devlet ne de dinci faşist iktidar kadir-i mutlaktır. Bunu son iki günlük devrimci kitle eylemleri dalgası bir kez daha gösterdi. Her şey kitlelerin devrimci eylemine; devrimci, komünist parti ve hareketlerin gösterecekleri politik hedeflerin niteliğine bağlı olarak gelişecek; “hak, hukuk, adalet” vb mücadelesine değil.
Hazırlık, devrimci kitle eylemlerinin geliştirilmesi ve gidebilecekleri en ileri noktaya kadar götürülmesi düşüncesine uygun biçimde yapılmalıdır. Birleşik devrim ne kadar geniş, yaygın ve derin hale getirilirse, kesin zafere, yani merkezi iktidarın fethi hedefine ulaşamadığımız durumda bile bu mücadelenin yan ürünleri olarak reformların elde edilmesi o kadar mümkün olacak. Böyle bir durumda proletarya, emekçi sınıflar, Kürt halkı bunları büyük alacağın ilk taksitleri olarak kabul edecek.
İki büyük mücadele gününden çıkarılması gereken en önemli dersler böyle.