Sosyal reformist politikayı şahsında cisimleştirmeyi başarmış TİP Genel Başkanı, denizin ortasındaki saman çöpü kadar etki ve yetkisi kalmamış Meclis kürsüsünden Yargıtay 3.Ceza Dairesi üyelerine bağırıyor: “Siz kimsiniz, siz kimsiniz ya!”
Konu biliniyor, üzerinde durmayacağız. Sadece hatırlatma babında: Yargıtay, 3. Ceza Dairesi AYM'nin Can Atalay'a ilişkin aldığı karara uyulmaması yönünde karar almış, dahası, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Son olarak Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkındaki hüküm kararının Meclis'te okunarak vekilliğinin düşürülmesi için çağrıda bulunmuş.
Kıyamet ya da komedi, burdan kopuyor. MHP ve AKP dışında kalan Meclis'teki hemen tüm partiler, “bu bir yargı darbesidir” feryadıyla ayağa kalktılar. Anlaşamadıkları nokta, bu “darbenin “girişim” aşamasında mı kaldığı yoksa tamamlanmış bir darbe mi olduğudur. Her ne ise, uzlaşmacı, sosyal reformist partilerden tutalım da diğer gerici-faşist partilere kadar, hatta dinci faşist partinin kimi yetkili bireylerine kadar hepsi bir noktada birleşti: “Anayasal düzen çiğnenmiştir.”
Bu “veciz” cümleyi hep birlikte ve her yerde bağırıyorlar şimdi: “Anayasal Düzen”! Hangi anayasanın düzeni? TİP Genel Başkanı Erkan Baş ve onunla hemfikir olan tüm uzlaşmacı, sosyal reformist partiler bu sorunun yanıtı üzerinden ustaca atlıyorlar. Biz hatırlatalım: Ünlü faşist Kenan Evren'in 1982'de yürürlüğe koyduğu anayasanın düzeni. Faşist Evren rüyasında bile görse, sosyalist geçinen sosyal reformist, uzlaşmacı, liberal kesimlerin kendi “Anayasal Düzeni”ni böyle canhıraş biçimde savunacaklarına inanır mıydı? Sanmıyoruz.
Şimdi olan biten bu. Erkan Baş’tan Tuncer Bakırhan'a; Davutoğlu'undan Karamollaoğlu'na, hatta AKP'nin değişmez elemanı Hayati Yazıcıoğlu'na kadar geniş bir yelpaze, Evren Anayasası'na siper olmuş, cansiparane savunuyorlar.
Gerici faşist partiler ve şahıslar konumuz dışı. Ama biz şu sosyal reformist, uzlaşmacı, liberal kafalara kaç kez hatırlattık: Anayasayı yorumlamak size düşmez. Anayasayı yorumlamak, onu yapanın, değil, uygulayanın işidir. Yani, güç kimdeyse, yani iktidar kimin elindeyse, yani orduyu, polisi, zindanları, maliyeyi kim kontrol ediyorsa anayasayı o yorumlar, siz değil. Tam da bu yüzden Erkan Baş'ın, diğerlerinin hiddetle “siz kimsiniz yaa” diye bağırmaları, boşuna olmanın da ötesinde komedidir.
Komedidir çünkü, tüm bağırıp çağırmalarının beş paralık değerinin olmadığını kendileri de biliyor. Hiçbir etkileri, hiçbir yaptırım güçleri, hiçbir ağırlıkları yok. Yapacakları en ileri şey, kendi ifadeleriyle, “tarihin tanık olduğu en gerici bileşene sahip” Meclis'i toplantıya çağırmak. O kadar!
Komedinin diğer yanı şu: Sosyal reformist, uzlaşmacı partiler, “eski parlamenter sisteme dönüş” hayaliyle genel seçimlerde burjuvazinin bir kesiminin kuyruğuna takılırken evdeki bulgurdan da olduklarını şaşkın gözlerle seyrediyorlar şimdi. Belki de öfkelerinin hiddetinin bir nedeni de bu.
Ama biz bunları bir kenara bırakıp, olan bitenin anlamı üzerinde duralım. Yargıtay 3.Dairesi, aldığı kararla AYM'ne meydan okuması elbette üzerinden atlanacak, önemsiz bir gelişme değil. Ancak, devrimci komünistler, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen Kürt halkı, soruna düzen içi çözüm peşindeki sosyal reformist, uzlaşmacı partiler gibi bakmazlar.
Ortada ne bir darbe, ne de bir darbe girişimi var. Olan biteni tek cümleyle özetlemek istersek şudur: Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, tüm yetkileri tek merkezde toplama sürecinde yeni ve daha ileri bir adım atıyorlar şimdi.
Bu süreç, yıllar önce ve elbette, tekelci sermaye sınıfının, emperyalist mali sermayenin çıkar ve istekleri doğrultusunda, dinci faşist iktidar tarafından başlatılmıştı. Sürecin başlangıcını 12 Eylül faşizmine kadar götürmek mümkün. Yetkilerin tek merkezde toplanması, hem sermayenin giderek daha az elde birikip merkezileşmesine hem de sınıf savaşının derinleşmesine, iç savaş biçimini almasına uygun olan bir süreçtir.
Dinci faşist iktidar, 2010 yılında, “yetmez ama evet”çilerin kolaylaştırıcı katkılarıyla (daha sonra dinci faşist iktidarın bu “yetmez ama evet”çileri çil yavrusu gibi dağıtıp kimilerini zindana atması ayrı bir konudur) bu süreci hızlandırdı. AYM, bizzat dinci faşist iktidar tarafından bu süreçte şekillendirildi. Yargıtay üyelerinin seçimi de bu süreçte Cumhurbaşkanını belirleyici kılacak biçimde belirlendi. Eski hükümet sistemi değiştirildi ve Meclis'in yetkileri neredeyse mahalle derneği düzeyine indirildi. Orası artık resmen bir laklakhaneden ibaretti. TİP Genel Başkanı Erkan Baş'ın ve diğerlerinin bağırıp çağırdıkları yer işte böyle bir yerdir. Yasama gücü artık fiilen yürütmenin, yani Cumhurbaşkanı ve etrafındaki ekibin tekeline geçmişti.
Yine de ayrıksın otlar kalmıştı. AYM, bizzat iktidar tarafından şekillenmesine rağmen ara sıra Can Atalay kararı örneğinde görüldüğü gibi, hafif çizgi dışına çıkabiliyordu. Sınıf savaşının şiddeti, tekelci sermaye sınıfını, emperyalist mali sermayeyi ve onların bir komitesinden ibaret olan dinci faşist iktidarı artık bu ayrıksın durumlara da tahammül edemez hale getirmişti.
Ekonomik-politik kriz, yani devrimci durum, zaten şiddetli süren ve daha da şiddetlenmesi kaçınılmaz olan sınıf savaşı, bir türlü bastırılamayan Kürt halkının özgürlük savaşı; uluslararası alanda ayak sesleri giderek daha fazla duyulan topyekun savaş ihtimali, bütün bunlar tekelci sermaye sınıfını, emperyalist mali sermayeyi ve dinci faşist iktidarı en ufak bir yetki sapmasına tahammül edemez hale getirdi.
Kendini ve partisini düzenin hamisi olarak gören Devlet Bahçeli bu tahammülsüzlüğü ve yapmayı düşündükleri değişikliklerin işaretini bundan yaklaşık yedi ay önce, Nisan'da şu sözlerle vermişti:
“Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılmasını gerekli görüyoruz. Bu kapsamda mahkemenin statüsü, kuruluş ve yargılama esasları ile üye yapısının köklü bir reforma tabi tutulmasını hedefliyoruz. Elbette yapacağız, hep birlikte başaracağız. Teröre yardım ve yataklık suçu somut delillerle belgelendirilen HDP'nin devam edegelen kapatma davasını sekteye uğratan Anayasa Mahkemesi Başkanı ve malum üyeleri şehitlerimizin kemiklerini sızlatmaktadır. Terörle mücadelede muazzam fedakarlıklar sergileyen kahramanlarımızın hakkı yenmekte, hukuku çiğnenmektedir.”
Bu sözler, yapılmak istenen değişikliğin iç savaşla, Kürt halkının özgürlük savaşıyla doğrudan bağını da ortaya koyuyor. Aynı kişi, yine yaklaşık üç yıl önce 2020'de, hem tüm yetkilerin tek merkezde toplanmasının hem de AYM'nin yenide yapılandırılmasının iç savaşla, Kürt halkının özgürlük savaşıyla ilişkisini ortaya koymuştu.
“Milli bekamızı tehdit eden devasa sorunlara daha etkili karşılık Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle verilmektedir.
Anti-demokratik girişimlerin önü yine bu hükümet sistemiyle kesilmektedir.
Terör mücadeledeki başarılar, sınır ötesindeki operasyonlar, egemenlik haklarımızın muhafazası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi sayesinde daha hızlı ve tesirli bir hale gelmiştir....
Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi yeni hükümet sisteminin doğasına uygun şekilde yeni baştan yapılandırılmalıdır.”
Kısaca, AYM'nin yeniden yeniden yapılandırılması, sınıf savaşının, Kürt halkının özgürlük savaşının durumuyla doğrudan bağlantılıdır ve bu, ne Bahçeli'nin, ne RTE'nin ne de başka kişi ve partilerin öznel tercihinden kaynaklanıyor.
Ne var ki, dinci faşist iktidar, düzeni korumak için bu önlemleri alırken toplumu sıkıştırıyor ve toplumu sıkıştırırken ister istemez, elinde olmadan birleşik devrimin mekanizmasını kuruyor. Dinci faşist iktidar başka ne yapabilir? Hiçbir şey!
Peki, anayasa kitapçığını sallayarak Meclis'te bağırıp çağıran TİP Genel Başkanı Erkan Baş ve diğer partiler ne yapabilirler? Onlar da hiçbir şey yapamazlar.
Tüm yetkileri mümkün olduğunca tek merkezde toplamaya çalışanların, örneğin Yargıtay'ın arkasında faşist dinci faşist iktidar var; onun arkasında ordu, polis, özel kuvvetler, zindanlar var. Onların arkasında tekelci sermaye sınıfı ve emperyalist mali sermaye, emperyalist devletler ve hükümetler var.
Düzen içi bir güç olarak, “anayasal düzeni” koruma çağrısı yapan TİP ve diğerlerinin arkasında kim var? Hiç kimse! Emekçi sınıflar, Kürt halkı var demesinler zira, birleşik devrimin bu toplumsal güçleri “anayasal düzeni” korumak için kıllarını bile kımıldatmayacaklar.
Onlar mekanizması bizzat düzen güçleri tarafından kurulan birleşik devrim için, “anayasal düzeni” korumak için değil, tarihin çöplüğüne göndermek üzere ayağa kalkacaklar!