Dağlık Karabağ bir kez daha savaşın eşiğinde. Azerbaycan yönetimi, bu sabah Dağlık Karabağ'da sözüm ona “anayasal düzeni tesis etmek üzere antiterörist operasyonlar” başlattığını duyurdu.
Duyuru, Azerbaycan Savunma Bakanlığı tarafından yapıldı. Azerbaycan, henüz bir savaştan sözetmiyor ama bir savaşın kapıları ardına kadar açıldı; şüphesiz Ermenistan devleti kendinde savaşacak güç ve iradeyi bulursa. Ermenistan Başbakanı Paşinyan'ın şimdilik yapabildiği tek şey, daha dün gerilim yaşadığı ve Kafkaslarda görmek istemediğini ima ettiği Rusya'yı müdahale etmeye çağırmak oldu.
Oysa, Paşinyan, Rusya'ya meydan okurcasına ve Rusya'yı kasıtlı biçimde öfkelendirmek istercesine Ermenistan'da ABD ile ortak askeri tatbikat düzenleyeli bir kaç günü geçmemişti. 2020 savaşında kendisini Azerbaycan-Türkiye ikilisinin elinden kurtaran Rusya'yı bir kez daha yardıma çağırmak zorunda kaldı.
Rusya, bu çağrıya kulak asmadı. Aksine, Rusya Dışişleri Bakanlığı Azerbeycan'la temas halinde olduğunu ve Ermenistan hükümetinin, buna Paşinyan da diyebiliriz, Dağlık Karabağ topraklarının Azerbaycan'a ait olduğunu zaten resmen kabul etmiş bulunduğunu açıkladı. Bu, Paşinyan ve hükümetine, “ne haliniz varsa görün” demenin bir biçimiydi. Dahası, Rusya, bölgede “Barış Gücü” olarak bulunan güçlerinin kendilerine bir saldırı olmadığı sürece silah kullanma yetkisine sahip olmadıklarını açıkladı. Yani, Azerbaycan'a karşı güç kullanma yolunu seçmeyeceğini açıkça beyan etmiş oldu.
Sorunun karışanı saymakla bitmez. ABD'den Rusya'ya, Fransa'dan İran'a, İsrail'den AB'ye ve tabii ki Türkiye'ye kadar sayısız irade işin içinde. Hepsinin çıkarları birbiriyle kesişiyor, her devletin iradesi bir diğerini kesiyor; müttefik görünenler dahi bir anda kendilerini farklı saflarda bulabiliyor.
Biz burada sadece Türkiye'nin politika ve amaçlarını ortaya koyan sözleri almakla yetineceğiz. Bu, faşist gerici devletlerin, emperyalist çıkarların, burjuva egemenliğin bir ulusal mesele üzerinden savaşı nasıl bir kurum haline getirdiğinin göstergesidir. Aşağıdaki sözler, başka ulusların topraklarını ilhak etmeyi dış politikalarının temeline oturtmuş dinci faşist iktidarın ortağı Bahçeli'ye ait.
“Karabağ Türk’tür, Türk’ün yurdudur, Can Azerbaycan’ın ayrılmaz, ayrılamaz, koparılamaz vatan toprağıdır. Ermenistan aklını başına almalı, ateşle oynamaktan vazgeçmelidir. Barış görüşmelerini sekteye uğratacak, istikrar arayışlarını boşa çıkaracak her provokasyonun ağır sonuçlarına Erivan yönetimi yeri ve zamanı geldiğinde tekrar katlanmak durumunda kalacaktır. Türkiye’nin, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü ve egemenlik haklarını tehdit eden zora dayalı kanun ve kural dışı muamele ve müdahalelere direnmesi iki devlet, tek millet onurunun bir icabıdır. Soydaşlarımız yalnız değildir. Karabağ karanlığa çekilemeyecektir. Azatlık Türk’ün ve Türk yurtlarının ezeli ve ebedi kaderidir.”
Bu sözler, gerici, faşist, emperyalist devletlerin ulusal bir sorunu demokratik temelde asla çözemeyeceklerinin; burjuva devletlerin ulusların yaşamındaki temel sorunları ancak güç ilişkileri temelinde ve güce göre çözebileceklerinin; bu “çözüm” biçiminin devletler arasında savaşı bir kurum haline getirmekten başka bir şey olmadığının kanıtıdır.
Ermenistan-Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu, 1988'den bu yana bir savaş konusudur. Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, her iki ülkede politik iktidarı ele geçiren burjuva güçler, milliyetçi duyguları kışkırtarak ilhakçı bir politika izlediler. Bu politika, burjuva politik iktidarların doğasına uygun olandı. Bu yüzden de gerçek, demokratik bir barışı bugüne kadar sağlayamadılar; bundan sonra da sağlayamayacaklar.
Dün başlayan “operasyon”, tam teşekküllü bir savaşa dönüşür mü? Bu sorunun yanıtı, tümüyle güç ilişkilerine bağlıdır. Zaten Azerbaycan, bu adımı atmasını kendini güçlü hissetmiş olmasına bağladığını gizleme ihtiyacı duymuyor. Ancak her darkafalı burjuva gibi, Azerbaycan sadece bu günü hesaplıyor; geleceği değil. Bugünkü hesabı doğru olabilir ama bugün geçicidir; güç ilişkileri, hele de sayısız iradenin karıştığı koşullar söz konusu ise, değişkendir. Bugün güçlü olan, yarın güne gücünü yitirmiş olarak uyanabilir.
Dolayısıyla, dün başlayan “operasyon” tam teşekküllü bir savaşa dönüşse ve bu savaştan Azerbaycan hükümeti tam da hesapladığı gibi kusursuz bir zaferle çıksa bile, bunun sadece bir kesin sonucu olacaktır: Güç dengeleri değişir değişmez yeni ve daha şiddetli bir savaşın tüm koşullarını hazırlamış olmak.
Ulusal sorunda olsun, halkların diğer yaşamsal sorunlarında olsun, “demokratik çözüm” mümkün. Ancak bunun olmazsa olmaz koşulu, burjuva iktidarlar; burjuva devletler yerine işçi sınıfının, halkların devrimci demokratik iktidarlarının; devrimci-demokratik devletlerinin kurulmuş olmasıdır.
Kısaca, emeğin iktidarının kurulması, başta ulusal sorun olmak üzere, halklar arasındaki yaşamsal sorunların demokratik çözümünün ilk, temel adımıdır.
Dağlık Karabağ sorunun demokratik, kalıcı, barışçıl çözümü de, her iki ülkede, Ermenistan ve Azerbaycan'da burjuva politik iktidarların yıkılmasına; bunların yerine emeğin iktidarlarının kurulmasına bağlıdır.
Bu çözümün Kürdistan sorunu için de geçerli tek biçim olduğunu söylemeye gerek yok.