Dünya yangın, sel, deprem gibi felaketlerle sarsılıyor. Türkiye ve Kürdistan'da meydana gelen ve on binlerce insanımızın ölümüne yol açan depremden bugüne kadar geçen yedi-sekiz aylık süre içinde, dünyada, binlerce kişinin öldüğü “felaket”ler meydana geldi.
Yunanistan'ı önce yangınlar kasıp kavurdu. Binlerce hektar alan bu yangınlar sonucu çöle döndü. Onlarca kişi yangınlarda can verdi. İtalya, Sicilya adası yangınlarla kavruldu. Aynı zaman diliminde Türkiye'de haftalar süren orman yangınları ortaya çıktı.
Bu “felaket”lerin yarattığı yıkım sarılmadan bu sefer her tarafı seller basmaya başladı. Yunanistan'da koca bir tarım ovası sel suları altında kaldı. Yine insanlar öldü, evler sular altında kaldı, tarım arazileri girilemez hale gelen köylüler tüm ürünlerini kaybettiler.
Yunanistan'da neler olup bittiği anlaşılmadan bu sefer Fas'ta deprem yoksul insanları vurdu. Üç bine yakın insan öldü. Binlerce insan evsiz kaldı, açlık girdabına itildi. Henüz Fas depremi konuşulurken bir “felaket” haberi de Libya'dan geldi. Libya'nın doğusunda yer alan Derne şehrinde baraj kapaklarının yıkılması sonucu büyük bir sel felaketi meydana geldi ve altı binden fazla sayıda insan yaşamını yitirdi.
Toplumları yıkıma sürükleyen bütün bu “felaketler”in ortak noktası, hepsinin de emperyalist devletler ve yerli işbirlikçi burjuvazi tarafından yağmalanan bağımlı kapitalist ülkeler olmalarıdır. Libya, burada tipik örnektir. Bundan yaklaşık on iki yıl önce, emperyalist devletlerin akbabalar gibi, petrol kaynakları için üzerine çöktükleri Libya, kusursuz bir yıkım yaşamaktadır. Ekonomik, sosyal, siyasal yıkım yaşayan, gerici bir iç savaş içine itilen, alt yapısı tahrip olmuş Libya, Derne Vadisi Nehri üzerindeki barajın ve köprülerin yıkılması sonucu bu acı olayı yaşadı.
Emekçi sınıfların ve doğanın kapitalistler tarafından yağma biçimine varan sömürüsü, toplumların tüm dokusunu bozup çürütürken yangın, deprem, sel ve benzeri doğa olaylarının toplum üzerindeki yıkıcı gücünü de had safhaya çıkarıyor. Örneğin, kapitalist üretim biçiminin yol açtığı iklim değişikliği ısınmayla birlikte kasırgaların sıklığını da artırmış durumda.
Açık ki, bundan böyle, sel, yangın gibi kapitalizmin yol açtığı iklim değişikliğine bağlı olayları, yıkıcılığı artmış biçimde, daha sık yaşayacak, daha büyük acılara katlanmak zorunda kalacağız. Deprem gibi doğa olayları da, kapitalist yapılaşma, konut sorunu ve doğanın yağmalanması nedeniyle, aynı şekilde işçi ve emekçi sınıflar, yoksul kitleler üzerinde daha yıkıcı hale gelecek.
Son bir kaç ay içinde yaşananlar, yoksul emekçi sınıfları, ezilen halkları derin bir yıkım ve acı girdabına sürükleyen bu tür olayların, özellikle bağımlı kapitalist ülkelerde sıklaşarak devam edeceğini gösteriyor.
Nitekim, bilim insanları şimdiden Türkiye ve Kürdistan'da yakın gelecekte depremlerin kaçınılmaz olduğuna ve kapitalist yapılaşma, sömürü, rant yüzünden yıkımın korkunç boyutlarda olacağına işaret ediyorlar.
Kapitalizm, burjuva düzen, burjuvazinin sınıf egemenliği; haliyle, sömürü ve sınıflar ortadan kaldırılmadan bu felaketlerin önüne geçilemeyeceği açık. Çünkü, yıkımı bunca ağırlaştıran, bunca acıya yol açan kapitalizmin, burjuva sınıf egemenliğinin, bizzat burjuva sınıfın varlığıdır.
Felakete hazır olmak, burjuva sınıf egemenliğini yıkacak birleşik devrime; iktidarın fethiyle sonuçlanacak bir ayaklanmaya hazır olmak biçiminde anlaşılmalıdır.
Yüz binleri aşan insanımızın yaşamını yitirmesine yol açan Şubat depremi, bize böylesi durumlarda toplumun faşist devlete karşı nasıl bir kin ve öfke duyacağını yeterince gösterdi. Evleri yıkılan, yakınlarını kaybeden, her şeylerini yitiren milyonlarca insan dinci faşist iktidara ve faşist devlete karşı isyancı ruh hali içindeydi. Öyle ki, dinci faşist iktidarın başı ve devlet, bir ayaklanma patlak verecek diye ciddi bir korku içindeydi.
Ayaklanma gerçekleşmedi. Devrimci güçler böyle bir duruma, ortama hazır değillerdi. Kendilerini ortamın duygusallığının kollarına bıraktılar. Enkazın kaldırılması, acı içindeki insanlara yardım etmek öncelikli görev kabul edildi. Kitlelere isyan, ayaklanma yolunu göstermek, bütün zaman ve enerjiyi buna yöneltmek yerine “yardım”ları organize etmeye öncelik verildi.
Buradaki humanizmada anlaşılmayacak bir şey yok. Ama devrimcinin, devrimci komünistlerin görevi, isyana, ayaklanmaya hazır bir sınıfa, ezilen yoksul halklara en ağır koşullarda özgürlüğün yolunu göstermektir. İşçi sınıfı ve ezilen halklar tıpkı Fransız devrimini anlatan tabloda olduğu gibi, ölülerinin üstüne basarak isyana, ayaklanmaya devam etmez ise, bu ayaklanmayı arkasında bıraktıklarına bakmadan, sonuna kadar götürmeyi bilmez ise, zafer yüzü göremez.
Felaketleri önlemeyi istiyorsak isyan ve ayaklanmalara, birleşik devrimle iktidarın fethine hazırlanmalıyız. Şubat depremi, burjuvazinin, dinci faşist iktidarın soruna nasıl bir taş katılığıyla yaklaştığını bize gösterdi.
Son bir kaç aylık süreç, burjuva sınıf egemenliği, kapitalist üretim biçimi ayakta kaldığı sürece felaketlerden kurtulamayacağımızı ve bu felaketlerin artarak süreceğini bize öğretti.
Bütün bunlardan dersler çıkarmak ve hem kendimizi hem de emekçi sınıfları isyan ve ayaklanmaya hazırlamak zorundayız.