Reformist ve oportünist hareketler, görüşlerini, kendileri dışında, gelişen ve değişen nesnel koşullara uyarlayacaklarına koşulları kendi görüşlerine uyarlıyorlar. Aynı şekilde, işçilerin ve diğer mücadeleci, devrimci emekçilerin ileri niteliklerini anlamaya çalışacaklarına, onların ileri düzeylerini kendi geri düzeylerinde gösteriyorlar. İleri kitlelerin gerçek düzeylerinin üzerinde durmak gerekiyor.
Uzlaşmacı siyasetler, işçileri reformlar peşinde koşan, kendi durumlarında bazı iyileştirmeler adına sömürücü sınıfla uzlaşmaya, baş eğmeye hazır olan insanlar olarak gösteriyorlar. Oysa bugünün işçileri, isyan eden, ayaklanan, yeni bir yaşam için savaşan etkin insanlardır. Kendi savaşının teorisyeni ve militanlarıdır. Uzlaşmacılar, devrimciler ve sınıfın en mücadeleci kesimleri ve bir bütün olarak emekçi sınıf karşısında burjuvazinin birer ideologu olarak davranıyorlar. Onlar savaşan proletaryayı da bu duruma düşürmek istiyorlar. Fakat sınıf mücadelesinin katı gerçekleri, uzlaşmacı siyasetlerin, küçük burjuva hayallerini ve rollerini paramparça ediyor.
Çevre sorunundan kaynaklanan çatışmalar, bu sorunun ciddi, derin ve büyük bir bunalımın patlak verdiği noktalardan biri durumundadır. Bu nokta, sadece köylüleri harekete geçirmekle kalmıyor, kentlerin, geniş halk kitlelerinin sermayeye ve devlete karşı toplandığı bir savaşım alanıdır. Daha doğrusu, öne çıkan her hangi bir sosyal çatışma noktası, toplumun tüm ilerici devrimci güçlerinin aktığı, toplandığı büyüttüğü bir olaya, bir başkaldırıya dönüşebiliyor. İçinde bulunduğumuz devrimci durum nedeniyle, çevre (doğa) sorunu, bugünkü toplumsal düzene karşı bir savaşım mevzisi yapısına çevrilebiliyor. Bu, şu demektir ki, savaşan proletarya, burjuva egemenliğine karşı harekete geçen büyük bir halk gücüne dayanıyor. Kitlelerden yükselen devrimci eylem dalgası, devrimci bunalımı en şiddetli düzeye çıkarıyor.
Türkiye ve Kürdistan proletaryasını yalnızca savaşçılığıyla tanımlamak onu pek eksik tanımlamaktır. Burjuvazi üstünde zafer elde etmek, savaşçılığın yanında başka yönlerin gelişmesini de gerektirmektedir. Bu topraklardaki emekçi kitleler çok yönlü olarak zafere hazırlanıyorlar. Bu topraklardaki kitleler, birçok ülkedeki mücadeleci, ilerici kitlelerin toplamından daha coşkulu, canlı ve yaşam dolu. Bu özellikler, burjuvaziye karşı savaşta büyük bir üstünlüktür. Daha geniş kitleleri kendi etkisi altına alan bir çekicilik sağlıyor. Dünyanın en baskıcı, en katliamcı siyasal düzenlerinden birinin altında yaşamak, kitlelerin devrimci coşkusunu, canlılığını ve yaşam gücünü silememiştir. Fakat her eyleme yüksek bir coşkunlukla hazırlanan kitleler, sonunda, burjuvazinin sınıf egemenliğini tarihten silecektir.
Gerek ağır sömürü, baskı ve sefalet nedeniyle, gerekse taşıdığı gerici dünya görüşü ve uygulamaları nedeniyle, büyük bir kitle, bugünkü siyasi iktidardan nefret ediyor. Bu büyük güç sözlü veya yazılı yolla, yaygın olarak kullanılan sosyal medya yoluyla nefretini, tepkisini, teşhirini açıkça ifade ediyor. Bununla kalmayıp, tavrını eylemle de sürekli gösteriyor. Halk kitlelerinin nefreti yalnızca siyasi iktidarla sınırlı değildir, daha kapsamlıdır. Bu nefret daha özlü bir anlatımla, kapitalist toplumsal düzene yöneliktir. Kitlelerin nefreti, salt tepkisel değil, egemen gücü bilinçli ve örgütlü olarak devirmeye yöneliktir. Devrim, öncünün yanında, büyük bir kitle gücüne dayanıyor. Yetenek, bu büyük gücü devrime yönlendirmek, gelecek özlemlerini gerçekleştirmektir. Kitlelerin kolektif istemleri, toplumsal istemler toplumsal devrim tarafından karşılanabilir.
Tekelci burjuvazi, faşist devlet, siyasi iktidar, emekçilerin devrimci yükselişini durdurmak için şiddetini daha da artırdı. Gerici burjuva şiddet sonuç vermiyor. Kitlelerin devrimci mücadelesinin sürekliliği karşısında etkisini gösteremediği gibi, şiddet, kitlelerin üstünde kendini hissettiremez hale geliyor. Egemen sınıf, on yıllardır, kitlelere yönelik faşist teröre başvuruyor. Fakat sonuç almadığı da ortada. Gezi Haziran Halk Ayaklanması, 6-8 Ekim ve sayısız eylem, gerici şiddetin beklenen sonucu vermediğinin çok çarpıcı kanıtıdır. Bundan sonra da sonuç vermeyecektir. Çünkü gerici burjuva kampın karşısında insanlığın geleceğine yön vermek için savaşan ve yön veren güçler var. Nasıl bir şiddet uygulanırsa uygulansın, bu güçler, her durumda hedefe doğru ilerleyecek bir nitelik ortaya koyuyor.
Hem yeni bir yaşamdan söz etmek, hem devrimden yüz çevirmek, birbiriyle çelişkilidir. Bugün birçok hareket bu konuda çelişkili bir davranış sergiliyor. Hâlbuki devrime yüz çevirmek, yaşama sırtını dönmektir. Yeni, ilerici insanca bir yaşam devrimle başlar. Devrim hedefinden vazgeçenler, eski toplumla, köhnemiş, yozlaşmış burjuva yaşam biçimiyle uzlaşma içine girerler. Eski toplumsal ve ekonomik ilişkilerin çerçevesini aşamayanlar, yeni tarihsel gelişmeler karşısında yenilgiye uğrarlar. Türkiye ve Kürdistan’da ezilen ve sömürülen kitlelerde gelişen eğilim ve mücadele devrimle yeni bir yaşamı kurma yönündedir. Burjuvazi onun üstün gelmesini engellemek için ne yaparsa yapsın uzlaşmacı küçük burjuva siyasetler onu kuracak devrime ne kadar sırt çevirirse çevirsin, Leninist Parti’nin doksanlarda söylediği gibi “Yaşam üstün gelecek”.
Türkiye ve Kürdistan’da ilerici kitlelerin zengin bir toplumsal mücadele pratiği var. Dünyada devrime en yakın coğrafyalar arasında. Devrimci kitleler, dünyada devrimin en başında yürüyen, halklar arasında yer alıyor. Yani ileri kitleler devrimi gerçekleştirmede olgun bir düzeyde. Her halk kolay kolay bu düzeye gelmez ve şu anda bu durumda değildir. Bu gelişme karşısında, devrimin gündemde olmadığını ileri sürmek, devrimciliği terk etmekle aynı anlama gelir.
Olayların devrimci biçimde gelişimi ne kadar belirgin olursa olsun, eğer gelişmeleri değerlendirme yeteneğin yoksa dahası düşünce yoksunu, fikir fukarasıysan gerçek durumu doğru olarak değerlendiremezsin. Küçük burjuva reformist hareketlerin somut toplumsal ve politik durumu analiz etmesi tam bir düşünce perişanlığıdır. Hiçbir zaman güçlü, derinlikli bir somut durum analizi yapmadılar; yaptıkları sığ ve cılız bir analizdir. Bu analizden çıkara çıkara, kendi görünümünde bir sosyo-politik durum tespiti çıkardılar. Gerçekliği, kendi geri, uzlaşmacı durumlarına uydurdular.
Oysa çağımız düşünce yönünden zengin bir çağ. Birçok materyalist ve diyalektikçi düşünür büyük eserler yazdı. Sanat, edebiyat estetik yönünden büyük bir birikim üzerinde duruyoruz. Marksizmin leninizmin devrimci dünya görüşü ve örgütlü komünist pratiği insanların düşünce yapısını değiştirdi. Sosyalist toplumla birlikte kültür görülmedik bir ilerleme gösterdi. Bu büyük zenginliğin ortasında, düşünceden bu denli yoksun olmak, bu denli ezbere laflar etmek için, çağın çok gerisinde kalmak gerekir. Böylelerinin görüşleri ne çağdaş insanı ikna eder, ne de onlara ileri hedefler gösterebilir.
Reformist hareketlerin, senelerdir tüm engelleyici çabalarına rağmen, onları aşan bir mücadeleyle egemen zoru paramparça etmek, egemen sınıfı devirmek için sergilenen bu ısrar işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde nasıl bir devrimci güç olduğunu ortaya koyuyor. Bu büyük devrimci güçleri sonuna kadar harekete geçirdiğimizde zafer bizimdir.
C.DAĞLI