Türkiye ve Kürdistan proletaryası ve bütün emekçi kitleler on yıllardır  dünyanın en baskıcı burjuva diktatörlüklerinden birine karşı mücadele yürütüyor. Baskılar bazı dönemler daha ağır olmuştur. 12 Mart ve 12 Eylül'de olduğu gibi, bugün de mücadeleyi en baskıcı burjuva sınıf yönetimine ve onların siyasi iktidarına karşı yükseltiyoruz.

Halk kitlelerinin çok koyu bir baskı altında olduğu yalnızca devrimci komünizm tarafından ortaya konmuyor. Reformizm de her gün bundan söz ediyor. Baskının ve saldırıların somut uygulamalarına ilişkin her seferinde yeni örnekler veriliyor.

Somut ve yeni koşullardan bahsederken reformizmle aramızda temel bakış açısı farkı var. Reformist hareketler somut toplumsal ve siyasi durumu ele alırken dar kafalı ve tek yönlü olarak davranıyorlar. Oysa olgular ancak kapsamlı bir bakışla bütünlüklü ve doğru olarak ele alınabilir. Buna göre güncel burjuva düzende sadece egemen sınıfın baskıları ve saldırıları yok; karşıt bir hareket de var. Bu, emekçi sınıfların geliştirdiği gerçek devrimci harekettir. Bu öylesine bir harekettir ki, en ileri noktasına dek götürüldüğünde, insanın insan üstündeki her tür baskıyı ve bunun maddi temelini ortadan kaldıracaktır.

Mücadeleci işçiler ve diğer devrimci kitleler, kapitalizmin ezdiği sınıfların içinde bulunduğu koşulları ve durumu tamamen değiştirmek hedefiyle harekete geçti, hareketini ayaklanma düzeyine çıkarttı. Burjuvazi bu yüzden, kendi programını, hedeflerini uygulama alanına sokamadı. Bu yöndeki her girişimi başarısızlığa uğradı, siyasi iktidarın yeni saldırılara başvurması durumu değiştirmez. Siyasi saldırılar yönetici sınıfın kötü olan durumunu değiştiremez. Siyasi saldırılar, güncel nesnel koşulları tersine çeviremeyeceği gibi, toplumun temelden değişmesi uğruna verilen devrimci savaşımı da durduramaz.

Burjuva sınıf yönetimi, emekçilerin iktidara gelmesini engellemek amacıyla faşist devlet terörünü gitgide artırdı. İktidarın siyaseti, baskı üstüne baskı, saldırı üstüne saldırıdır. Baskı ve yasak alanları sürekli genişliyor. Burjuva sınıf baskısı, faşist devlet terörü, gerici saldırılar, işçi sınıfı ve halklar için özgürlük mücadelesini, politik özgürlük ve insani özgürlük (toplumsal kurtuluş) mücadelesini çok daha yakıcı ve önemli duruma getirdi. Özgürlüğü gerçekleştirmek, devrimimizde büyük öneme sahiptir. Bu, yeni bir toplumun kurulmasıyla sıkı bir bağ içindedir.

Toplumsal üretici güçleri kapitalist biçimden özgürleştirme, toplumu sermayeden özgürleştirme, proletaryanın büyük tarihsel görevidir. Türkiye ve Kürdistan mücadeleci proletaryası dünya proletaryasıyla aynı evrensel kurtuluşu (özgürleştirme işi) gerçekleştirmek için on yıllardır kesintisiz bir savaşım içinde. Proletarya bu hedefi, toplumun geniş kesimlerine benimsettiği içindir ki, faşizm ve sermayeye karşı büyük kitleleri yanında buluyor. Büyük yığınları etkileyen ve eyleme geçiren insanal ve özgür yarınlardır.

İşçi sınıfı yalnızca kendi başına kurtulmak için dövüşmüyor; nihai kurtuluşun koşullarının sağlanması ya da sınıfların dayandığı koşulların tamamen ortadan kaldırılması için yeniden ve yeniden dövüşüyor. O devrimci tarihsel bir sınıf olarak kapitalizmin ezdiği tüm halk yığınlarını kapitalizmin baskısından burjuva diktatörlüğünden kurtarmak için savaşıyor. Gerçekte o dünyayı kapitalizmin tutsaklığından kurtarma (özgürleştirme) tarihsel görevini üstlenmekle -ki, o toplumsal konumu nedeniyle bu görevle kendini yükümlemiştir- kapitalizmin baskı altında tuttuğu tüm unsurları yanına çekmiş oluyor. Türkiye ve Kürdistan mücadeleci işçi hareketi ve devrimci proleter parti, işçi sınıfının kurtuluşu, tüm ezilen ve sömürülen sınıfların özgürleştirilmesi uğruna savaşım veriyor. Dar kafalı küçük burjuva siyasetlerin anlayamadığı burasıdır. İşçi sınıfı bu anlayış ve savaşımıyla kitlelerin birleşik enerjisini burjuvazinin sınıf yönetimine karşı harekete geçirebilmiştir.

Mücadeleci işçi hareketinin, devrimci komünizmin özgürleştirme, tam kurtuluş hedefi, soyut ve boşlukta durmuyor; somut görevlerin yerine getirilmesine bağlıdır. İşçiler, ancak üretim araçlarının toplumsal mülkiyetinde özgür olabilirler, ekonomik kurtuluşlarını gerçekleştirebilirler. İşçileri kapitalist toplumda, özel mülkiyet çerçevesinde kurtarmaya kalkmak burjuva reformizmidir. Burjuva toplum düzenini yıkmak, toplumu dönüştürmek, toplumsal mülkiyet temelinde yeniden örgütlemek için mücadele vermeyenler, zorunlu olarak burjuva toplum çerçevesini aşmayan küçük hedefler peşinde koşarlar.

Bu çerçeve burjuvazinin çıkarlarına zarar vermeyen çerçevedir. Sosyal reformist parti ve örgütler siyasal perspektiflerini öyle sınırladılar ki, sistemin derin krizinden yararlanıp burjuva egemenliği devirmek yerine “Krizin Faturasını Kapitalistlere Ödetmek” adına burjuva sınıfı yönetimine, bu en kritik anda destek vermiş oluyorlar. Ezilen sınıfları özgürleştirme, bu siyasi çizginin işi değildir.

İnsanları kapitalizmin baskısından kurtarmak için öncelikle siyasetin burjuva, küçük burjuva sınırlamalardan kurtulması, izlenecek siyasetin bağımsız sınıf siyaseti olması gerekiyor. Burjuva yasallığın, parlamentarizmin sınırlarının dışına parlamento dışı mücadele alanlarına yönelinmelidir. Bir marksist militan parlamento dışı alana yönelmeden devrimi nasıl gerçekleştirebilir?

İşçi sınıfının tam kurtuluşu için öncelikle ayaklanmacı bir anlayışla hareket edilmelidir. Ayaklanmacı anlayış tamamen devrimci bir anlayıştır. Devrimci bir ayaklanma olmadan, emekçi sınıfın ve tüm ezilen yığınların kurtuluşundan söz edilemez. Ayaklanmanın, halk hareketinin sonuç almasının, başarıya ulaşmasının olmazsa olmaz koşulu, hareketin bütünlüğünün sağlanmasıdır. Bunu sağlamanın yolu, kitlelerin ortak hedefe yönelmesidir. Bunu destekleyen gelişmelerden de söz edebiliriz: Kitlelerin en ileri, en mücadeleci kesimlerinde görülen ileri bilinçlilik, savaşım deneyimi ve kitle iletişim araçlarının bu amaçla etkin kullanımı hareketin bütünlüğünü sağlayabilir. Gezi ve bir çok sokak eyleminde olduğu gibi.

Bu kısa hatırlatmayla kazanacağımız bir noktaya geldiğimizi belirtmiş oluyoruz. En ağır saldırılar altında savaştık ve savaşıyoruz. Tüm bu koşul ve durumlardan başarıyla geçtik, niteliğimizi güçlendirdik, zafere ulaşmak için mücadelenin çelikleştirici okulundan geçtik. Her yönden ileri bir düzeyi temsil ediyoruz. Her koşulda gelişme göstermek, hareketin her durumda ilerlemesi, şu anlama gelir ki, yeni bir topluma geçiş durdurulamaz bir zorunluluktur. Devrim, Türkiye ve Kürdistan devrim güçlerinin mücadelesi, ileri işçilerin ve halkların birleşik enerjisinin harekete geçmesinin sonucu olacaktır.

Toplumdaki büyük çatışma son derece karmaşık toplumsal ilişkilerden doğuyor. Ama burjuvazi olsun, küçük burjuvazi olsun, toplumdaki çatışmayı basitleştiriyorlar. Oysa bu çatışma, kitlelerin bu toplum çerçevesinden karşılanamayan çıkarlarından, gereksinimlerinden doğuyor, toplumun değişme zorunluluğundan kaynaklanıyor. Yeni bir paylaşım tarzının kendisini dayatmasından ileri geliyor. Bu şiddetli çelişki, bu kıyasıya çatışma, ilkenin değişmesini dayatıyor. Bu çatışma ancak üretim araçlarının özel mülkiyeti ilkesi yerini, üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti ilkesine bıraktığında çözümlenir. Her tarihsel çağın kendi ilkesi var.

Hareketin zaferi için, yeni yarınlar için Türkiye ve Kürdistan proletaryasının ve halkların birleşik devrimci enerjisini en son noktasına kadar harekete geçirelim.

C.DAĞLI