Dinci-faşist iktidar toplumun içine bir bomba attı. Ve bombanın infilak etmesini geriye çekilip izlemeye başladı. Son günlerde yaşanan gelişmeleri böyle tanımlasak yanlış olmaz. Elbette bu adımları atarken bir amacının olduğu ortadadır; yıkım, sefalet, açlık.
Kapitalizm, emperyalist aşamayla birlikte yapısal bir krizin içine girdi. Bu kriz on yıllardır burjuva düzeni alt üst etmektedir. Çelişki ve çatışmalarla büyüyen kapitalist sistem, krizin üst boyutlara ulaştığı dönemlerden sonra yeni bir sürece girmek için, arkasında bir yıkım ve harabe bırakmaktaydı. Ancak gelinen aşamada bu yıkım ve harabenin altında kalmıştır, kurtuluşu kalmamıştır. Yaşanan ekonomik kriz, pandemiyle birlikte tüm dünyada emperyalist kapitalist sistemi altüst etmektedir. Yaşananlar açıkça göstermektedir ki istem ömrünü tamamlamıştır. Yok oluşa mahkumdur. Bu yok oluş ile beraber milyonlar açlık ve sefalete sürüklenirken, bir avuç tekel bu krizi de fırsata çevirip servetlerini daha da büyütmeye devam etmektedir. Pandemi ile bu tekeller daha büyük servetler elde etmişlerdir. Proletarya pandemi döneminde dahi tüm dünyada virüsten ölmeleri pahasına bu servetin birikmesi için çalıştırıldılar. Dünyada kapanma gibi önlemler yalnızca proletarya için geçerli değildi.
Servetlerini büyütme sadece dünyanın büyük tekellerine özgü bir durum değildir. Tekeller Türkiye’de de pandemiyi fırsata çevirmekte geri durmadılar. Hatta o kadar ileri gittiler ki Pandemiden önceki yıl elde ettikleri servet ile pandeminin en yüksek olduğu yıl elde ettikleri büyük servet arasında dahi uçurum vardı. Sadece sömürüyle elde ettikleri yoktu ellerinde. Devlet, sermaye sınıfına akıttığı para musluklarını sonuna kadar açtı. İş-Kur’un kasasındaki ve işçilerin maaşlarındaki kesintilerle oluşturulan işsizlik fonundaki paraları dahi sermaye sınıfına aktarmaktan geri durmadı. Özellikle hizmet sektöründe çalışan işçilere ödediği ücret ise onları açlığa mahkum ediyordu.
İşsizler ordusu ise çok küçük miktardaki yardımları almak için saatlerce kuyruklarda bekletildi. Onları da bu şekilde yaşama mahkum ettiler. Yoksul emekçi halk açlıkla sınandı. Sermaye sınıfına peşkeş çekilen paranın ve yaşanan ekonomik krizin üst boyutlara ulaşmasıyla birlikte dinci-faşist iktidar, ekonomik krizden kurtuluşun yolu olarak yine işçi ve emekçilerin sırtına büyük bir yük yüklemekten geri durmadı. Bu pervasızca girişimin sonucunda zaten açlık ve yoksullukla boğuşan milyonlar şimdi tamamen açlıktan ölüme mahkum edilmiştir.
Yaşanan ekonomik krize çare olarak gösterilen her politika, sonuç itibariyle tüm yükü yine işçi-emekçi halkın sırtına bindirmektir. Ve gelecek tepkiyi önlemek içinde yöntem hazırdır; din’e sığınmak. Din artık etkili olmayınca da “dış mihraklar”. Ne de olsa toplum dış mihraklara karşıdır. Profesör olduğunu iddia eden birisi TV ekranlarından “Dünyanın 3.büyük süper gücüne yapılan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Diğer büyük güçler bizi kıskanıyor” diyor küçük zekasıyla. Dinci-faşist iktidara yalaka olmak için her yol mübahtır.
Bugün yaşananlar kapitalizmin girmiş olduğu ve her hareketinde daha da battığı bataklıktan çıkarma çabasından başka bir şey değildir. Çünkü düzen çöküyor, çöken bu düzenin altında kalanlar da onunla birlikte yok olup gideceklerdir. Ancak bugün bu çöküşü durdurabilecek ne güçleri ne takatleri vardır.
Milyonlar da bu çöküşün farkındalar. Bunu her gün kendi yaşamlarından görüyorlar. Bu sistemden kurtuluş için bir fırsat olarak değerlendirmek için sokakları sarsarak harekete geçtiler. Bir anda bir çok kentte “Geçinemiyoruz” eylemleri yapılmaya başlandı. Artık yapılan her eylem bir damla etkisi yaratıyor. Bir kentle sınırlı kalmayarak büyüyor gelişiyor. Eylemlere katılan işçi ve emekçiler için bu hareket, sadece gücünü ölçüp değerlendirmeydi. Asıl sarsıntı için yapılan bir ön gösterim, bir hazırlıktı.
Sadece sokaklarla kalmadı ses çıkarmak, sosyal medyada “Gezi”, “Ayaklanma” gibi başlıklar altında yapılan paylaşımlar milyonlarca kişiye ulaşıp, paylaşıldı, trend topic oldu. Milyonların düşüncelerini ve özlemlerini gösteren bir durum ortaya çıkmıştır.
Bu yaşananlara dinci-faşist iktidarda saldırıyla karşılık verdi. Önce trol hesaplarla kampanyalar başlattılar. Ancak “Gezi”, “Ayaklanma” paylaşımlarının yanında esameleri okunmadı. Sosyal medyada güçsüzlüklerini gördüler. Bu defa devreye polisler girdi. Sokaklara çıkanlara saldırarak, gözaltına alarak toplumsal bir ayaklanmayı engelleyebilecekleri, kitleleri korkutabileceklerini sandılar. Oysa olan şuydu güçsüzlüklerini kendilerini güçlü göstererek kapatma çabası.
İktidarın karşısında konumlanan diğer burjuva düzen partilerinin de kucağına ateş düştü. Sokakların hareketlenmesi hiç birinin işine gelmiyordu. Düne kadar iktidarı düzen içinde kalarak yerden yere vuranlar, bir anda sokak hareketine karşı dinci-faşist iktidarın yanında saf tuttular.
Sadece bununla kalmadılar; “sokakları karıştırmaya çalışıyorlar” diyerek halkın eylemlerini provokasyon olarak göstererek karşı cephede duracaklarını söylediler. Söz konusu kapitalist sistem olunca, bu düzenin devamlılığı için burjuva partilerinin yapmayacağı şey yoktur. Ellerine sopa alıp kitlelere dahi saldırmaktan geri durmayacaklardır.
Sistemin varlığı tehlikedeyse, onlar için tüm burjuva partiler aynıdır. Düzen devam etsin, gerisi teferruattır. Elbette sözle dinci-faşist iktidara destek vermekle kalmadılar. Sokaklardaki hareketi engellemek içinde görev paylaşımı yapıldı. Mitingler yapılarak, kitleler “muhalif” burjuva partilerin bu mitinglerinde pasifize edilerek sokaklarda ortaya çıkacak militan devrimci kitlesel ayaklanmanın önüne geçmeyi umut ediyorlar. Burjuva düzen partileri farklı kıyafetlerle kitlelerin karşısına çıkarlar. Ama hepsinin amacı düzenin devamlılığını sağlamaktır. Hiç birinin açlığı, sefaleti, sömürüyü bitirmek gibi bir dertleri yoktur. İktidarlar değişse de kapitalizm var oldukça ne açlık, sefalet ne de sömürü son bulacaktır.
İşçi-emekçiler çözüm için doğru bir zeminde hareket ettiklerinin bilincindedirler. Bizzat bunu pratikleriyle görmüş, deneyimlemiştir. Eylemleri engellemek için önlem alan polislere dahi bakmaları doğru yolda olduklarını görmeleri için yeterlidir. Korkularını saldırmalarında, gözaltına almalarında görebilirsiniz.
Sadece “geçinemiyoruz” eylemleri değil, 25 Kasım günü Taksim’de İstiklal Caddesine akan on binlerce kadının devasa gücü karşısında devlet yine aynı pervasızlıkla saldırıya geçerek, hareketi engellemeye çalıştı.
Sokaklardaki ufak herhangi bir sarsıntı dahi düzen temsilcilerinde bir ayaklanma korkusu yaratmaya yetiyor.
İşçi sınıfı ve emekçiler açlığa mahkum edilmişken kurtuluş için devrimden başka bir çareleri yoktur. Kapitalist sistemi ve onun devletine karşı bu kadar korktukları bir dönemde meydan okuyup, sokakları, meydanları onlara dar ederek yıkmak dışında bir seçenek açlık ve sefaletin devamı anlamına gelecektir.
Devrimin öncü gücü proletarya, düzen sendikalarının sınıf hareketini düzen içinde tutma çabalarını etkisiz kılarak, devrimci misyonunu yerine getirecek ve halkın dev gövdesine öncülük edecektir. Bu onun tarihsel ve acil görevidir.
Proletarya bu düzenin ortadan kaldırılması için prangalarını kırıp atacaktır. Tarih proletaryayı devrimci görevini yerine getirmeye çağırıyor.
Cihan Ateş