Sivas adı sazla, sözle ve ozanlarla özdeşleşmiş bir şehirdir. Pir Sultan Abdal ve Aşık Veysel bu bölgeden yetişmiş sayısız ozandan ikisidir. Veysel ve Pir Sultan’ın ikisi de halk ozanıdır, ama Pir Sultan adı daha çok başkaldırıyla birlikte anılır.
Bundan yaklaşık 400 yıl önce, Anadolu’da Türkmenlerin ezilmesine, horlanmasına karşı Osmanlı'ya karşı koymuş; halkı devlete karşı ayaklandırdığı gerekçesiyle de idam edilmiştir: Hem de kendi yanında yetişen, kendi halkından biri olan; ama Pir Sultan’ın “Bozuk Düzende Sağlam Çark Olunmaz” öğüdüne uymayıp Türkmenlerin hakkını paşa olup aramak amacıyla Osmanlı devletine kapılanan Hızır Paşa’nın emri üzerine.
Hızır Paşa’nın bu ihaneti bile yaralamaya yetmemiştir Pir Sultan’ı. Boynuna kadar toprağa gömdürülüp, herkesin taşlaması emredilince, emre uyarak Pir Sultan’a taş atmaya kıyamayıp gül atan dostu daha çok yaralamıştır onu; çünkü Hızır Paşa’ya karşı durmamıştır, taşlamaya karşı durmamıştır, başkaldırmamıştır. Pir Sultan’ın yolundan gitmemiştir. İşte Pir Sultan bu düşünceleriyledir ki, Banaz’da asılmasına rağmen, halkın yüreğinde yaşayagelmiştir, destanlaşmıştır. Öyle ki süre içinde onun edebi kişiliği neredeyse unutulmuş, tamamen halk önderi yönüyle öne çıkmıştır. Bugün ezilen insanlarımızın çoğu onu bu yönüyle yaşatmaktadır.
Bu yıl Sivas’ta dördüncüsü yapılan Pir Sultan Kültür Etkinlikleri, onu anmak için, davasını daha ileri düzeylerde yürütebilmek için, eski kuşaklarla genç devrimcilerin kucaklaşabilmeleri için iyi bir ortam yaratmıştı. 1-3 Temmuz’da Sivas’ta, daha sonra da Banaz’da tiyatro, semah, saz ve halkoyunu gösterileri yapılacaktı.
Bu amaçla bazı yazarlar, aydınlar ve saz sanatçıları da davet edilmişti. Aziz Nesin, Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan okurlarıyla söyleşecek, panellere katılacak, kitaplarını imzalayacaklardı. Arif Sağ, Musa Eroğlu, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin gibi halk ozanları da saz çalarak, türkü söyleyerek bu kültürel etkinliği canlandıracaklardı.
İlk gün Sivas Kültür Merkezi'nde öğle saatlerinde Musa Eroğlu Pir Sultan ve başka halk ozanlarından yaptığı derlemeleri çaldı. Hepimiz duygulandık, sözler bizleri coşturdu. Daha sonra Pir Sultan Kültür Derneği başkanı bir konuşma yaptı. Konuşmasında Türkiye’nin gericiler ve şeriatçılar tarafından büyük bir tehditle karşı karşıya olduğunu söyledi. Önerdiği çözüm ise sorunun kaynağının ne olduğunu anlamadığını gösteriyordu; “Atatürk ilkelerine bağlılık.” Bu, Sivas Valisinin konuşmasında da vurgulandı.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu benim etkinliklere isteksiz devam etmeme neden oldu. Türk solunun çocukluk hastalığı olan Kemalizmden kurtulamamışlığı bir yana, neredeyse gericiliğin tek alternatifi olarak Atatürk’e sarılınması rahatsız ediciydi. Ama sosyalistlerin, gerçek devrimcilerin Kemalizmin ekonomiden, politikaya tüm yönleriyle teşhirinde ısrarlı olmaları gerektiğini göstermesi açısından öğreticiydi.
Bir diğer üzücü yan, Aleviliğin toplumsal konumundan kaynaklı, ilericiliğinin yanlış yönlendirilmesiydi. Kervan (eski adı Kavga) dergisinden biri özellikle Aleviliğin propagandasını yapma çabası içindeydi. Toplumsal olayları bilimsel bir tahlille ele alamayış, fırsatçı davranmak onları artık bu zeminde örgütlenmeye itmiş gibi görünüyor. Aleviliğin toplumsal konumu değerlendirilmeli; ama günümüzde Hz. Ali’nin ilericiliğinden dem vurup, Alevi olan herkesi sınıf savaşımında kendi saflarında göstermeye çalışmak, dalkavukluktan öte bir anlam ifade etmez. Aziz Nesin kürsüye geldiğinde bu konuya da değinerek “Bundan binlerce yıl önce Ali ile Muaviye arasında olan çekişme beni ilgilendirmez. Ben Aleviliğin daha hoşgörülü olduğunu düşünürüm; ama ben dinsizim” dediğinde, herhalde rahatsız olanların arasında bu grup da vardı. Örgütlenme zemini olarak ezilen sınıfları almayı öğrenerek ancak komünist olunabileceğini, bu grubun şahsında herkese hatırlatmayı gerekli buluyorum. Ayrıca Aziz Nesin ve Aydınlık’ın “Şeytan Ayetleri”nin yayınlanması ve propagandası çerçevesinde yürüttükleri mücadelenin sınıf savaşımına bir şey katmayacağını, dinci-laik ayrışmasının en nihayetinde Kemalist, devletçi mantığa ya da dinci faşistlere hizmet edeceğini belirtmeliyiz.
1 Temmuz günü SKM’deki semah ve halk oyunları gösterisinden hemen sonra çıkışta Aydınlık gazetesinin propagandasını yapanların, gericilere duyulan tepkiler zemininde örgütlenmeye çalıştıkları görülüyordu. 1 Temmuz gecesi halk konserine katılanların sayısı, onları daha da umutlandırmış olmalı. Bu konsere 5-6 bin dolayında insan katıldı. Nesimi Çimen ve diğer ozanlar türküler söylediler. Devrimci tarzda çalınan parçalara halkın katılımı dikkat çekiciydi. Ama Arif Sağ’ın ancak ayın 2’sinde halkın karşısına çıkacağının duyulması insanları üzdü.
2 Temmuz'da SKM, Arif Sağ’ı dinlemek üzere gelenlerle kalabalıklaştı. Saat 14.00’te başlayacak konser yaklaşık 45 dakika gecikmişti ki, bir arkadaş içeri girerek dinci faşistlerin saldırdığını ve kitap stantlarını dağıttıklarını haber verdi...
Dışarı çıktığımızda, sadece kitapların dağıtılmakla kalmadığını, bazı arkadaşların da kafa ve kollarından ağır yaralandıklarını gördük. Dinci faşistler polisin hiçbir engeliyle karşılaşmadan yarım saatlik kalabalık bir yürüyüşle SKM’nin önüne gelmişlerdi. Sayıları 2500 civarında idi. Kültür Merkezinde olanların sayısı ise 1000’i bulmuyordu. Faşistler sürekli “Sivas Aziz’e Mezar Olacak”, “Şeytan Aziz”, “Sivas Müslümandır, Müslüman Kalacak”, “Katil Pir Sultan” diye slogan atıyorlardı. Bu sırada polis bizi sarmış, sakin olmamız gerektiğini söylüyordu. Köpekleri oraya kadar getiren onlar değilmiş gibi, orada onlara müdahale etmemeleri bir yana, bir de bizi sarıyorlardı.
Daha sonra gelen jandarma bölüğü de ellerinde kalaşnikoflarla bizi çevirdi. Bu sırada mümkün olduğunca polisi ve jandarmayı, faşizmin kolluk güçlerini teşhir etmeye çalışıyordum. Gerçi buna gerek de kalmadı, çünkü bir ara arka sokaklardan saldırıya geçen dinci faşistlere karşı bizler “Faşizme Karşı Omuz Omuza” diye harekete geçince polis bizlere saldırdı. Oradakilerden tümü faşist devletin kolluk güçlerinin tarafsız olmadığını biliyordu.
Daha sonra dinci faşistler bir ara çekildiler. Bu sırada sanırım valiliğe yürüyorlardı. Sonra tekrar Kültür Merkezinin önüne gelip slogan atmaya başladılar. Önlerindeki polis sayısı 10’u geçmiyordu. Polisin çoğu bizi çevirmiş durumdaydı. Dinci faşistler bize doğru taş atmaya başladılar. Bizler de korunma amacıyla hazırladığımız taşları onlara attık. Önce geriye doğru çekildiler. Polisler bu sırada barikatı açmışlardı. Aç yırtıcı köpekler gibi üzerimize saldırdılar. Adeta taş yağmuruna tutulduk. Zorlukla içeri girebildik.
En son içeri girenlerden biri olarak, hemen kapıya bir barikat çekilmesine yardımcı oldum. Bir çok insan panik içinde içeriye kaçmıştı. Faşistlerin attığı taşları alarak kendilerine fırlatıyorduk. Kolumuz yorulana, faşistler geri çekilene kadar taş fırlattık. Aktif savaşanlarımız o kadar çok değildi. Ağırlığı kadın arkadaşlar oluşturuyordu. Faşistler çekilince barikatları sağlamlaştırmak, yapılacakları organize etmek üzere bir komite seçtik. Bu komite ellerinde taş ve sopalarla barikatları bekledi.
Bu arada DLMK grubu “Yaşasın Sivas Direnişimiz” diye sloganlar atarak halay çekmeye başladı. Eylemi böyle sahiplenmelerinin doğru olmadığını, ham davrandıklarını kendilerine söyledim. İnsanların bir çoğu yaralıydı. Ambulansla taşımak isteniyordu. Buna karşı çıktım. “Polisin, ambulansı dışarıdaki sürüye terk etmeyeceğini mi düşünüyorsunuz?” Uyarım üzerine vazgeçildi. Yaralılar içeriden bulunan şeylerle tedavi edilmeye çalışıldı.
Dinci faşistler iyice çekilince Tertip Komitesi’nin getirdiği arabalarla insanlar Kültür Merkezini terk ettiler. Ben de en sona kalan birkaç arkadaşımla orayı terk ettim. Daha sonra valilik meydanındaki olayları görüp oraya gittim. 37 insanın barbarca yakılışının canlı tanığıyım.
50-100 kişilik bir grup Madımak Oteli önünde slogan atıyordu. Belediyeden sürekli “Söz konusu heykel meydana getirilmiş olup birazdan kaldırılacaktır” anonsu yapılıyordu. Bu heykel, SKM’nin önüne dikilen Pir Sultan’dan Aşık Veysel’e ozanları simgeleyen heykeldi. Daha sonra dinci faşistler heykelin kafasını koparıp ellerine alarak ve heykeli sürükleyerek yanımızdan geçtiler. Sloganlar atıyorlar, bozkurt işareti ve başka işaretler yapıyorlardı.
Tek başımaydım, elimden bir şey gelmiyordu. Yüreğim burkuldu, içimden “Pir Sultan’ı ikinci kez katlettiler Sivas’ta” diye geçirdim. Ne polis ne de sonradan gelen jandarma, göstericilere hiçbir müdahalede bulunmadı. Oradaki insanların çoğu seyirciydi, aktif olarak slogan atan, heykeli, arabaları ve oteli yakanlar 50-100 kişiyi geçmezdi. Buna rağmen ellerini kollarını sallaya sallaya, utanmaz bir rahatlıkla oteli yaktılar. Ben oteldekilerin valiliğe taşındığını duymuştum. Ama oradalarmış. 37 can gözümüz önünde yakılan ortaçağ yangınının dumanında boğuldular.
“Üçüncü ölmem bu hayın / Pir Sultan ölür dirilir” diyordu Pir Sultan. Bir kez daha öldürdüler onu. “Pir Sultan ölür dirilir.”
Sivas’tan Bir Devrimci Emek Okuru
Not: Bu yazı 1993 Ağustos’unda yayınlanan Devrimci Emek’in 23. sayısından alınmıştır. Sivas katliamının tanıklarından olan Sivas Gürünlü yoldaşımız Vefa Serdar'ın anlatımıdır