19.yüzyıldan bugüne, mücadelenin bilimsel kaynakları ve mücadele tarihindeki deneyimlerimiz gösterir ki, bugün devleşen toplumsal huzursuzluk yani yaşanmaz hale geliş, tek başına bir yönetememe beceriksizliği ile açıklanamaz.

Yönetemedikleri doğrudur. Ama mesele yönetme becerileri kısıtlı olan egemenlerin, bu sınırlı yetileri kaybetmeleri değildir. Parti iktidarına bağlı yönetsel bir kriz demekle yetinmek, sorunların kendinden sonra gelecek partiyle çözüleceğini kabul etmek demektir. Bu da bizi sınıfsal mücadele ve devrimden uzaklaştıracak bir dizi sistem içi makbul yollara çeker.

Burada mesele, yönetememe krizinin neden ve nasıl ortaya çıktığıyla ilgilidir. Tüm teorik ve pratik göstergelerin ışığında yönetememe, devleşen huzursuzluk, büyüyen toplumsal muhalefet iktisadi temelde derinleşen çelişkiler ile açıklanabilir. Öyle ki bugün emperyalist-kapitalist düzenin hüküm sürdüğü bütün ülkelerde başı çeken yoksulluğun ve çoğunlukla ona bağlı toplumsal sorunların her an sokağa dökülme gibi bir refleksi doğurup isyana, ayaklanmaya dönüştürdüğünü görürüz. Dolayısıyla sorun ülkemiz de dâhil tüm dünyada salt mevcut siyasi iktidarların yönetememe sorunsalından çok ötededir. Ve bu durum proletaryaya ve emekçi kitlelere sarsılmaz biçimde sıkı bir mücadeleye katılmaktan başka hiç bir yol bırakmaz.

Türkiye de tekelci kapitalizmin kaçınılmaz çelişkilerinden payına düşeni fazlasıyla alanlardan. Bunu ekonomik kriz ve tıkanıklığın yanında çekilmez hale gelen günlük yaşamımızdan, yoksul intiharlarından, buna karşı büyüyen öfkeden, eylemler, grevler, protestolar vb.den ve bunun karşısında karşı devrim saflarının gizleyemedikleri korku ile önlem paniğinden de anlamak mümkün. Burjuvazinin bırakın küçük bir protestoyu, basit bir hak talep eksenli basın açıklamasına dahi tahammülü kalmamıştır. Boğaziçi örneği çok net bir şekilde korkuyu açığa seriyor.

Gezi'den aldıkları ders, benzeri bir ayaklanma dinamiği taşıyan günün olgunlaşan çelişkileri karşısında titremelerine yetiyor da artıyor bile. Bu da kendi düzenlerinin yasallığını dahi ayaklar altına almakta beis görmedikleri bir dizi önlemi beraberinde getiriyor. Hukuksuz gözaltı ve tutuklamalar, kayyumlar, atamalar, güpegündüz adam kaçırmalar, serbest bırakılan katiller, faşist çeteler, besledikleri paramiliter güçler, bekçi ordusu ve daha bir sürü önlem.

Bunlar arasından en karakteristik hamleleri ise durumu özetler nitelikte. TSK envanterinin kullanımın Emniyet ve MİT ile paylaşımı. Öylesine büyük bir korku ki bu, hacmini ölçemedikleri ayaklanmaya tanklar ve uçaklarla hazırlık yapıyorlar. Ön denemeyi de Boğaziçi’nin faşizmle cesurca çarpışan öğrencilerinin üstünde helikopterler uçurarak, uzun namlulu silahlarla ablukaya alarak denemiş oldular. Hâlbuki öğrenciler kayyuma doğalında bir tepki göstermişti. Ama burjuvazi bunu böyle görmedi arkasını da düşünmek zorundaydı. Örnek olacak bir karşı koyuş dengeleri altüst edebilir; açılacak bir gedik, surları yıkabilir. Bu yüzden haklı taleplere artan oranla büyüyen desteğin karşısında eli ayağına dolanan bir hükümet var. Korkularının sebebi belli ve sezgileri doğru… Çünkü bu defa çok daha büyük iç içe ve örgütlenme potansiyeli çok yükselmiş birleşik bir güç geliyor.

 

Devrim Saflarında Durum

Görüyoruz ki devrimin habercisi olan argümanlar burjuvaziye uykuları zehir ediyor ve devasa hazırlıklara itiyor. Peki devrim safları bu vaziyet karşısında ne durumda?

Elbette olgunlaşan çelişkilerin ve onun ürünü olan krizin tüm yakıcılığını buram buram yaşayan bir toplumda devrim adına nutuk atmamak olmazdı. Bugün şu ya da bu şekilde pandeminin de etkisiyle ivme kazanarak genişleyen kriz tüm kesimlere kapitalizmin çıkmazlarından sosyalizmin kaçınılmazlığından söz ettiriyor. Bu da üretim araçlarının, teknolojinin gelişkinliğinin yanında ancak devrimci bir durum ve bunun bir sonucu olan isyan ve ayaklanmaların beslediği bilinç ile gerçekleşebilecek bir farkındalıktır. Haliyle bu durum karşısında sosyalist bir değişim, dönüşüm ya da devrimden söz etmemek, devrimci bir partinin meşruiyetine gölge düşürür. Dolayısıyla her kesim durumun ciddiyetinin farkında. Şimdi bunlar bir anlamda olumlu gelişmeler iken, bazı noktalarda gerçeğin özünü yakalamaktan uzak olmaları ile yanıltıcıdır. Çıplak gerçeği kabullenmekten başka çareleri kalmayan reformist ve oportünist partiler bütün bu çelişkilerin büyümesini derinleşen dünya krizine bağlıyor; ama bunun yanında ülkemizdeki krizi AKP-MHP faşizminin hortlatması gibi absürt kendi söylemleriyle de çelişen bir tanımlamaya girişiyor. Tamamıyla günlük kaygı ve değerlendirmelere dayanan bu yüzeysel yorumlamalar, kitlelerin yürümek istediği yolla ilgili kafa karışıklığından başka bir şey yaratmıyor. Böylelikle bilerek ya da bilmeyerek kitleleri devrime kanalize olabilecekleri bir mücadeleden uzaklaştırıyor. Bu anlam da her devrim, dönüşüm Marksizm Leninizm vb. gibi tılsımlı kavramları kullananlara kanmamak gerekiyor.

Devrimin diyalektiğinin kurulmakta zorlanıldığı bir gerçek ama yine de tüm bunlar devrim saflarında bir hazırlıksızlık olarak anlaşılmamalı. Çünkü durum bunun tam tersidir. Devrim cephesinin ögeleri tam bir hazırlık içerisindedir. Buradaki mesele kopabilecek bir ayaklanmanın zaferini göze alıp almamakta yani hazırlığına girişip girişmemekte. Her an kitlesel bir eyleme dönüşme potansiyeli taşıyan dinamikler, burjuvazi cephesine her gün ‘sonumuz bile olabilir’ söylemlerini zorunlu kılıyor. Buna paralel ölüm, işkence gibi acımasız bedeller ödetme tehditlerini aleni bir şekilde savurmalarına neden oluyor. Ve gizlemeden yapılıyor da. Hal böyleyken sorun devrim dinamiklerinde bir hazırlıksızlıktan çok, devrimci siyasi organizasyonların bu hazır bulunuşa vermekten kaçındıkları cevapta yatıyor. Bugün devrim saflarında bir tarafta büyük bir iç devinim, diğer tarafta kararsız çekingen partiler. Kitlelerin son günlerde kararsızlar partisini oluşturduğundan dem vurmalarının sebebi de budur. Kararsız olan kitleler değil kendileridir.

 

Yol Ve Yöntem

“Yürünecek yolun hedefi olarak devrim ve halkın iktidarı”

Burada altı çizilecek nokta devrimin bize ve halk kitlelerine öğreticiliğinin yanında Lenin’in de dediği gibi, bizlerin devrime ne öğreteceğinde.

Her şeyden önce sınıf güdüleriyle devrimci eylem pratiğinde olan dolayısıyla her geçen gün artan oranla fırtınalar estiren kitlelere;

1-Devrimci durumun içinde olduğumuzu açık ve net bir şekilde tarif edebilmeli, eylem ve gösterilerin odağını doğru tanıtarak hedefin anlanmasını dolayısıyla benimsenmesini sağlamalıyız.

2-Yoğun bir siyasi teşhirle bunu sağlamlaştırmalı burjuvazinin tüm istikrarsızlığını, tutarsızlığını pay ve çıkar kavgalarını dolayısıyla yönetim aygıtında derinleşen çatlaklarını, düzenbazlıkları yalan ve oyunlarıyla birlikte ortaya sermeliyiz.

3-Hiçbir kafa karışıklığına yer vermeyen devrimci strateji ve taktiklerimizi net bir programla onlara ulaştırmalı ve böylece yüzlerini dönebilecekleri bir odağı görünür kılmalıyız.

4-Tüm bu hazırlıkları proletaryayı bir adım öne çıkaracak hamleleri gözeterek; ajitasyon ve propagandanın merkezine almalı böylece toplumun ezilen tüm dinamiklerinde proleter demokrasi bilincini doruğa ulaştırmalıyız.

Bu durumda girişilecek olan hazırlığın hayati önemini fark etmelerini sağlamış olur, böylelikle örgütlenmenin yaşamsal anlamının farkındalığı ile mücadele birliklerini oluşturmak şansını elde ederiz. Ancak bu şekilde kitlelerle kopmaz bağlar kurabilir, proletarya mücadelesini dağınıklığından kurtarıp ezilen Kürt halkı ile sınıf mevzisinde buluşabiliriz. Böylece dinci-faşist iktidara ve koruduğu sınıfa karşı sınıfın silahlarıyla cevap vermiş olur devrimci bir dönüşüm için ayaklanmaya hazır hale gelebiliriz.

Peki bu çalışmalar hiç mi yapılmamakta? Elbette devrimci bir sürecin içinde her devrimci yapı şu ya da bu şekilde propaganda, ajitasyon ve kitlelerle bağları genişletme çalışmalarına yoğunlaşır. Fakat tüm bunlar bir devrimci durumda her zamankinden az yeterli kabul edilerek hareket edilmelidir (Lenin). Ve buradaki temel mesele sürecin bir dayatması olarak güncel olayların peşinde sürüklenmekten çıkıp Leninist ilkeler doğrultusunda proletaryaya ve ezilen halklara yönelik taktik ve kararların hazırlanması; dolayısıyla bilinçli bir şekilde tüm devrimci faaliyetin devrime hazırlık özelinde gerçekleşmesidir.

Gezi'den çıkarılan en büyük ders, günün ivedi ihtiyacı bir ayaklanma organı olan konsey (Sovyet) hazırlığına girişmek. Bu hazırlığın devrimci durum ile birlikte ivme kazanması zorunludur. Aksi halde devrimci ismini taşımak bir anlam ifade etmez. Toplumsal öfke birikimi bir patlamaya, ayaklanmaya dönüşür mü, ihtimal çok yüksek görünse de kesin bir söz söylemek kahinliğe girer. Fakat bardağın taşmasının son bir damlaya baktığı bu dönemde devrimcilerin yapmaları gerekenler kuşku götürmez biçimde ortadadır: bu hazırlığa girişmek ve sonuna kadar götürmek. Şaşkın tavuk misali ikinci bir Gezi faciası yaşamak istemiyorsak tabi… Şüphesiz ki yapılacak tüm hazırlıklara rağmen hedefe ulaşıp ulaşamayacağımız işçi emekçi kitlelerin ve ezilen Kürt halkının benimseyip vereceği desteğe bağlıdır. Burada politik değerlendirmelerin doğruluğu taktik şiarlarımız hayati önemdedir.

Her devrimci durumda öncelikli görevlerimiz bunlarsa da güncel diğer olmazsa olmaz görevimiz ne olabilir? Rutin akışımızdaki programlar ve günlük çalışmalarımızın yanında ayaklanmanın hareket merkezi hazırlığının güncel ve kopmaz bir parçası olarak konsey ve komite ağlarının örülmesi ve örgütlenmesidir. Güncel tüm kitle iletişim araçlarını tam kapasite kullanarak konsey propagandasına girişilmesidir. (Bunun için ortak bir ulusal televizyon ayrı bir başlıktır) Bir ayaklanma organının tarif ve tanıtımı ile birlikte özyönetim koşullarının olgunlaşmış olduğu konseylerin düzen içinde tek demokratik ve özgür alan olduğunun görünür kılarak içinde olmaktan başka çareleri olmadığının onlara tanıtlanmasıdır. Böylece bir ayaklanma organının kuruluş ve gelişimine paralel, eşgüdümlü bir parti-proleter-emekçi kitleler sıkı örgütlülüğü sağlamlaşmış olur.

Kendini ilk defa tipik biçimiyle 1905 devriminde gösteren sosyalizmin yönetim organı Sovyetlerin/konseylerin (kendi kendini yöneten komiteler) oluşması bir ilk örnek ihtiyacı içindeki o dönem için tarihsel olmakla birlikte muazzam bir avantaj. Bugün içinde öyle fakat artık kendi kendine belirmesini beklemekten çok öte adımlama gücümüz var. Zaten her gün içinde olduğumuz özyönetim organları fiilen kurulabilir ve daha aktif sistemli hale getirilebilir durumdadır. Kendi kendimizi yönetebileceğimiz bir üretim teknolojisinin olduğunu görmemek için kör olmak gerekir. Gerek sosyal medya dayanışma ağlarıyla gerek sokakta eline kamerasını alan insanların kamuoyunu yoklayarak bir başlık altında insanları toplama/birleştirme buradan bir sonuç çıkarma ve doğalında bir eylem adıma dönüştürmesiyle hemen her gün bu aksiyonu yaşıyoruz. Bir komite herkesin özgürce katılıp gündem-değerlendirme-sonuç-eylem izleği ile aksiyon merkeziyse bugün yaşamın her anında bunu yapabilecek olanağımız oluşmamış mıdır?(bütün baskılara rağmen) Henüz potansiyeli fark edilmemiş olması kimseyi yanıltmasın. Modern Sovyetleri kurmak bir adım uzağımızdadır.

Küçük bir hücre halindeki güncel konsey ve komite çalışmalarının geçmiş örneklerinden temel farkına gelince... Herkesin anında ulaşabileceği ve kendini ifade edebileceği bir alan olması ile çok daha gelişkin üst düzey bir yönetim organıdır. Proleter demokrasi anlayışına uygun şekilde herkesin yönetime katılabileceği bu organ; böyle bir organda sınıfın kendisi temsilci aracısından tamamen kurtulmuştur. Kitlelerin bütün bir toplumun yönetime katılımının zorluğuyla ilgili kafa karışıklığını gidermeyi sağlayacak noktaya ulaşmıştır. Buradan anlam ve önemini yitirip iflas etmiş bir siyasi mecra: parlamentonun işlevsizliği tanıtlayıp çok daha etkin rol oynayan eskiyi tasfiye edebilecek kuruluş konseylerin benimsenmesine doğru yol açmak devrimin kitlelerce kucaklanabilmesi açısından hayati önemdedir.

Tüm bunlar için yapılması gereken yorulmak bilmez bir çalışma disiplini ile fabrikalarda tarlalarda ve artık sosyal çalışma hayatında var olan proletaryaya ve ezilen Kürt halkına, Kadın mücadele birliklerine, LGBTİ+, Ekoloji vd. tüm toplumsal olaylara duyarlı gruplara konsey örgütlenmesi ile ayaklanma ve özyönetim organını tanıtmak ve benimsenmesinin tüm olanaklarını oluşturmak. Tarihsel anın nesnel koşullarına uygun olmazsa olmaz hazırlığı budur.

Devrime hazırlık; faaliyetimizin ağırlığının verileceği nokta ile tarif edilirse; faaliyetimizin ağırlığı olası bir halk ayaklanmasının devrimci organının günün tüm dinamikleriyle hazırlığı ve inşasıdır.

Nesim Şark