20 gün önce Van’ın Çatak ilçesinde operasyona çıkan askerler, Servet Turgut ve Osman Şiban adlı 2 köylüyü evlerinden gözaltına alıyorlar. Daha sonra bu 2 köylünün işkence edilerek helikopterden aşağıya atıldıkları öğreniliyor.

Dün, 20 gündür yoğun bakımda olan Servet Turgut hayatını kaybetti. Osman Şiban ise henüz yoğun bakımdan çıkabilmiş değil.

Servet Turgut’un ailesi tarafından kurulan taziye çadırına gelen polisler, aileye bir an önce taziyeyi bitirmeleri, aksi taktirde zor kullanarak gözaltına alınacakları tehdidi savuruyor. Bu müdahaleye tepki duyan aileler oturma eylemi başlatıyorlar.

Aynı saatlerde Meclis yeni çalışma dönemini başlatıyor. HDP milletvekilleri, “Kobani Olayları Soruşturması” kapsamında 82 HDP’li hakkında verilen gözaltı kararını oturumlara katılmayarak protesto ediyor; Meclis’in bahçesinde oturma eylemi yapıyorlar... Kendisine HDP’lilerin Meclisin açılışına katılmadığı, dışarıda oturma eylemi yaptığı hatırlatılan RTE, “Onların varlıkları ile yoklukları arasında fark yok. Onların her zaman yeri ya dağdır ya sokaklardır” diyerek cevap veriyor.

Bir süre sonra HDP eşbaşkanları Meclis’te açıklama yapıyor ve “İktidarın hedeflerinden birinin HDP’yi hırçınlaştırarak kendi çizgisinden uzaklaştırmak, bu yürüyüşünden saptırmak olduğunun farkındayız. O nedenle bütün toplumsal kesimlere buradan tekrar taahhüt ediyoruz. HDP, demokratik siyaset zeminini hiçbir şekilde terk etmeyecektir. Siyasi hedeflerini de mücadele programlarını da demokratik siyaset zemininde yürütecektir” diyorlar. Özcesi Meclisten çekilmeyeceklerini, “hırçınlaşmadan siyaset yapmaya devam” edeceklerini söylüyorlar. HDP’lilerin nasıl bir siyaset tarzı izleyecekleri, izlemeleri gerektiği bizim konumuz değil. Bizim açımızdan önemli olan burada bahsi geçen “demokratik siyaset zemini”nin olup olmadığı.

Vietnam'daki, Latin Amerika'daki gibi insanlar güpegündüz gözaltına alınıp herkesin gözleri önünde helikoptere bindirilip sonrasında helikopterden aşağıya atılıyorlarsa, bu diğer şeyler yanında “demokratik siyaset zemini” diye bir şeyin kalmadığını gösterir. Eğer devlet uzun yıllardır işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı sürdürdüğü burjuva iç savaşı bu tür yöntemlerle başka bir aşamaya taşımışsa derdi sizi hırçınlaştırmak değil, tam tersine baskı ve zor ile sindirip tamamen “kabul edilebilir sınırlar içine çekmek”tir. Gelişmelerde kendileri için bir “beka sorunu” görenler, bunun önüne geçmek için devrimin toplumsal güçlerine karşı taarruz başlatmış durumdadırlar. Amaçları tamamıyla boyun eğdirmektir; başka bir çözüm görmüyorlar.

Devrimin toplumsal güçleri de alternatiflerin azaldığını bilerek, görerek hareket etmek zorundadır. Bu nedenle yeniden “Ya Devrim Ya Ölüm” şiarını yükseltmenin zamanı geldi de geçiyor bile...