< Bir Amerikan Rüyası


ŞİKAGO MEZBAHALARI

“Felsefe sahipleri/ köle kaygusu çekmedikleri için/ ekmek yapmıyorlardı/çünkü kölelerini / felsefe veriyordu onlara... “ diye sesleniyordu Melih Cevdet, Defne Ormanı şiirinde. Büyük bir berraklık ile önümüze döküyordu tarihi, köleler, sahipsiz felsefe, büyük insanlık... Mineapolis’te ateşe verilen polis karakolu binası, kölelerin, sahipsiz felsefenin, büyük insanlığın üzerine ışık düşürüyordu.

Ateşe verilen karakolları, köle sahiplerinin sembolleri izledi. Sanatın kara yüzü olan bu dondurulmuş fikir sütunları parçalanmalı idi. Bilinç, elin eylemi ile zincilerinden kurtulmuştu geçmişte; şimdi bir kez daha ona ihtiyacı vardı. Sömürgecilerin, köle sahiplerinin, ırkçı faşistlerin sembolleri her yerde hak ettiği ilgiyi gördü. ABD’de dolaşmaya başlayan hayalet Avrupa’ya uzanıyordu. Durumu gören Yeni Zelanda hükümeti kendisi heykelleri kaldırmak zorunda kaldı.

Büyük mağaza işgalleri, ırkçılığın sembolü heykellere yönelim, polis araçları ve karakollara karşı eylemler... Burjuva dünya tüm bunları vandallık, insanlık mirasına saldırı, terörizm” olarak lanetledi... Aman ne gam.

Amerikan rüyası, çalışan kazanır elması kızarırsözünün özeti. Herkes refah içinde yaşayabilir, herkes şöhreti yakalayabilir. Bu düşünce ve geleneğin gerçek fotoğrafı ise bir polisin dizleri arasında boğularak ölme hali. Gelir eşitsizliği tüm dünyada büyük bir hızla büyüyor. Yoksulluk ve güvencesizlik, ırkçılık trajik bir şekilde ileri kapitalist ülkelerde de artıyor.

"Özgürlüğü hayal etmişlerdi; etraflarına bakınıp bir şeyler öğrenme fırsatını; doğru düzgün ve temiz insanlar olmayı, çocuklarının büyüyüp güçlü insanlar olmasını. Şimdiyse bütün hayalleri yıkılmıştı; öyle bir şey olmayacaktı! Oynamış ve yenilmişlerdi. (...) Yaşadıkları koca şehir ancak çöplerle dolu bir okyanus, balta girmemiş bir orman, çöl, mezar kadar kucak açmıştı onlara." (Şikago Mezbahaları, Upton Sinclair )

1900’lerin başında böyle özetliyordu Upton Sinclair Litvanyalı bir işçi olan Jurgis’in gözlerinden amerikan rüyasını ya da bilindik adıyla kapitalizmi. Vaad edilen asr-ı saadet,gerçekleşen posası çıkmış insan toplumu idi.

Dünya’nın her ülkesi birer Şikago mezbahası. Emekçiler, kadınlar, göçmenler, çocuklar ve tüm öteki canlılar büyük bir kesimhanede yaşıyor. Yoksullar dişlerini sıkmaktan bunalmış durumdalar; orta sınıflar tüm acılarını terapiler ve antideprasanlar ile aşma peşinde. Vaad edilen topraklarda bekledikleri şey yok. Savaş, yıkım, sömürü, cinayetler var! Elon Musk’ın Space X’i fırlatması kimseyi heyecanlandırmıyor; çünkü bu kadar büyük tekniğe sahip sistem, insanlığı covid-19 salgınında ölüme terk etti.

Minaepolis’te karakol binasının ateşe verilmesi ile başlayan ve Seattle’da şehrin kimi bölgelerinde komün ilan edilmesi ile ilerleyen ayaklanma, tıpkı akarsu gibi rengini arıyor, bulanık ve karmaşık olandan en berrağa doğru. Faşistlerin ve libarellerin öfke kusması buna. O yüzden Trump’ın eline tutuşturulan kutsal kitap, kapitalist dünyanın fotoğrafı adeta; modası geçmiş sözler yığını. Oysa kimse artık yanağını tokatlatmak istemiyor; zira “Fakat artık ümit yetmiyor bana /ben artık şarkı dinlemek değil /şarkı söylemek istiyorum...” sesleri her yerde duyuluyor.

Renas Toprak