İnsanlığın tarih sahnesine çıktığı ilk anlardan itibaren göç olgusu vardı. İlkel komünal dönemde toplumun temel ihtiyaçlarına ulaşabilmek adına yapılan bu yolculuk üzerinden yüz binlerce yıl geçmesine rağmen devam ediyor.
Tek bir farkla: toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için değil kapitalist sistemin bir avuç temsilcisinin doymayan kar hırsı içerisinde boğulmamak için…
Haftalardır sınır kapılarımızda yaşanan insanlık dramlarına şahit olmayanımız yoktur. Sınırdaki mültecilere yardım etmeye gidenler gözaltına alınıyor, haberini yapan gazeteciler tutuklanıyor. Adeta “bakma, duyma, konuşma” deniyor halklarımıza. TC’nin sınırından ittiği, Yunanistan’ın geri püskürttüğü insan kitleleri soğuk ve açlıkla, biber gazı ve kurşunlarla boğuşuyor. Onlarca yaralı ve ölü verdiler. Neden? Neden bu insanlar sınırda?
Aydınlık ile karanlık savaşı Suriye topraklarında… Gericilik ile özgürlük. Kadınlar saç bağlarını bağladılar silahlarına ve en öne geçtiler. Bir adım geri atmayarak yeni Stalingrad burasıdır dediler. Sonra işgaller… Afrin, Tel Abyad, Serekaniye... Sonra sıra geldi İdlib’e. Ne asker yığınağı kurtardı tosuncukları, ne mühimmat desteği, ne NATO’dan destek isteği.
Suriye savaşı başladığı günden bu yana ilk elden mülteciler bizim sınırlarımızdan girmişti. Bu nedenle TC’nin Avrupa’dan rüşvet üstüne rüşvet alması için bu insanları elinde hep bir koz olarak kullandığını bilmeyen yok. Ayak bastıkları her “yabancı toprakta” en berbat koşullarda, parçalanmış aileleri ile yaşayan göçmenlerin çektiği acıları kendi dillerinden dinleyelim. Üç yıl önce Afganistan’daki savaş ve yoksulluktan kaçıp Türkiye’ye geldi Aziz Demirov. Zeytinburnu’nda tekstil atölyesinde sigortasız, güvencesiz bir şekilde asgari ücretle çalıştı. Neden Türkiye’den ayrılmak istediğini şöyle açıklıyor: “Arkadaşlarım Avrupa’ya gitti. Orada yaşam Türkiye’den güzelmiş. Burada hastalandığımda ya da başıma bir şey geldiğinde devlet hastaneleri ilgilenmiyor. Türkiye kötü bir yer değil ama yaşamak çok zor. Geçenlerde bir arkadaş hastalandı. Hastaneye gittik almadılar. Özel hastaneye yatırdık 1000 liramız gitti. Ne olursa olsun eninde sonunda gideceğim.”
Şerif Milat ise: “11 saat çalışıyoruz. Sabah gidiyoruz akşam geliyoruz. 20 yaşındayım. Gezemiyoruz bile, hayatımız atölye. Eve gidip uyurduk. Kız arkadaşım hiç olmadı. Hep çalışıyorum. 08.30’da iş başı yapıyorum. Akşam çıkıyorum. Ülkemde okuyordum. İstiyorum ki herkes kendi memleketinde yaşasın. 2,5 senedir Türkiye’deyim. Para kazanmak çok zor. Bir elimizle alıp diğer elimizle veriyorduk. Ne olursa olsun gideceğiz. Güzel bir yaşam için gideceğiz!”
Savaşlar çıkartıyorlar. Ülkeleri askeri, iktisadi, kültürel yıkımlara uğratıyorlar. Ülkelerini yaşanmaz kılıyorlar. Düşüyor “büyük insanlık” göç yollarına. Adına mültecilik deniyor. Tanımı da yapılmış üstelik 1951 yılında Birleşmiş Milletler Cenevre Sözleşmesi’nde: “Irk, din, uyruğu belirli bir toplumsal gruba üyeliği veya siyasi düşünceler nedeniyle zulme uğrayacağı haklı sebeplerle vatandaşı oldukları ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korunmasından yararlanmayan ya da yararlanmak istemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişidir.”
Dünyanın neresine gidersek gidelim yoksul emekçilerin kaderleri birdir. Çalışmadan ayakta kalabilecek ekonomik dayanakları olmayan tek ve en büyük güçleri üretimden gelen güç olan işçi emekçiler daha iyi yaşam arayışları sonucu başka sınırlara dayanıyor. Çözüm mü diye soranlar, kıyılara vuran insanların, açlık ve soğukla mücadele eden bebeklerin gözlerine baksın. Her geçen gün dünya emekçi halkları geçmişteki sınavları aratır insanlık sınavlarından geçiyor. Kapitalist sistem bütün pazarları yeniden ve yeniden paylaştı. Dünyanın hiçbir kapitalisti huzur içinde kafasını yastığa koyamaz oldu. Tüm bu yaşananlar dünyaya yetebilecek kadar gıda, giysi üreten bizler bir araya gelmediğimiz, sınırları çizenlere karşı tüm dünyanın emekçileri birleşiniz diye haykırarak çitleri yıkmadığımız sürece katlanarak devam edecek. Türkiye işçi sınıfına ırkçılık zehretmek isteyenler, mültecileri işsizliğin kaynağı gibi göstermeye çalışanlar, mültecileri istedikleri ücrete istedikleri kadar çalıştırabileceklerini sananlar yoğrulan öfkenin altında kalacak, kendi politikalarının kurbanı olacaklar…