Yazıya 2012'de insanın gen haritasını bulan bilim ekibinin sözcüsünün sözleriyle başlayalım: “19. yüzyıl kimyanın zaferiydi, barut bulundu, 20. yüzyıl fiziğin zaferiydi, atom bombası bulundu, 21. yüzyıl biyolojinin zaferi olacak!”

ABD ve birçok emperyalist ülkede 2005'den itibaren biyoloji alanındaki araştırmalara verilen sponsorluklar astronomik bir hızla artmıştı. Virüslerin dondurulmuş halde binlerce yıl canlılıklarını koruyabileceğini bilen bilim insanları, küresel ısınma ile buzları eriyen Klimanjero Dağlarının eteklerine yüksek güvenlikli üslerini kurmuşlardı. Biyolojinin araştırmaları zaman zaman korku filmlerine dönse de, bugün birçok temel hastalığın tedavisinin bulunmuş olduğunu gösteren kanıtlar var.

Coronavirüs pandemisi, “Biyolojik savaş” çalışmalarının kitle deneyi midir, Çin ekonomisine yönelik bir saldırı mıdır, Rackefeller'ın tezi olduğu söylenen “ayaklanmalar baş gösterdiğinde kapitalizmi kurtarmak için herkesi eve hapsedecek bir pandemi yarat” projesi midir, hatta IMF'nin salgın yaşayan yoksul ülkelere yardım yapacağını açıklamasının yarattığı “bizde de var” kapışması mıdır tüm bu panik ortamı? Henüz sis dağılmış değil. Şimdilik bildiklerimiz üzerinden yorumlamakta fayda var.

Yakın tarihimizde SARS, MERS, Kuş Gribi ve yine 2009'da Pandemi kabul edilen Domuz gribi salgınlarında bu virüslerin genetikleri değiştirilmiş, insandan insana bulaşma kabiliyeti kazandırılmış virüsler olduklarının ispatlandığını yazmıştık. Bu salgınların tarihteki ilk grip salgınları olmadığını da belirtelim. Virüsler hızlı mutasyona uğrama kabiliyetindeki canlılar. Pandemi yani dünya çapında salgın düzeyine gelmiş gribe neden olan influenza salgınları, daha önce de pek çok hayata mal olmuş. WHO'ya göre mevsimsel gripten dünyada ortalama beş yüz bin kişi hayatını kaybediyor. Geçmiş tarihlere göre avantajımız, insanlığın önlem almak için daha fazla bilgiye sahip olması. Dezavantajımız ise artık çok katlı binaların yer aldığı şehirlerde daha yoğun nüfusların bir arada yaşıyor olması.

Olan bitenin kronolojisine bir göz atalım;

26 Aralık’ta 60 milyonun üzerinde nüfuslu Wuhan şehrinde ilk sıra dışı zatürree vakaları tespit edildi. 12 Ocak'ta corona virüsün bir türü olduğu anlaşıldı. 13 Ocak'ta test kiti hazırlandı. 20 Ocak'ta Wuhan şehriyle birlikte 15 şehir trafiğe ve şehir içi dolaşıma kapatıldı. 25 Ocak-10 Şubat arası resmi, zorunlu tatil uygulandı. İşyerleri okullar kapatıldı, zorunlu olmayan trafik tamamen durduruldu. Olası ihtiyacı karşılamak için seyyar hastaneler kuruldu. Gıda ve zorunlu ihtiyaçlar evlere servisle götürülüp, hastaneye yatması zorunlu olmayanlara evde tedavi ve karantina uygulandı. Öğrencilerin yemek ve tüm ihtiyaçları karşılanarak yurtlarında kalmaları sağlandı.

24 Ocak'ta alınan önlemlerle Çin'de salgın hız kaybetmeye başladı. 3000'e ulaşan günlük vaka sayısı 11 Şubat'ta 100'ün altına düştü. Bundan sonra dünyanın çeşitli yerlerinde tespit edilmeye ve kayıplar yaşanmaya başlandı. Virüsün tekrar mutasyona uğrayıp uğramadığı, ya da insan eliyle bir müdahalenin olup olmadığı henüz bilinmiyor. Ama vaka sayıları son 10 günde artış gösterdi. Coronavirüse ait ölüm oranları %0,5 ile %5 arasında. Aradaki on katlık bir fark, önlemlerin uygulanırlığına, sağlık sisteminin düzeyine bağlı. Çin'in sağlık sisteminin gelişmişliği ve önlemleri uygulama seviyesinin yüksekliği sadece Çinlileri değil, tüm dünyada milyonlarca insanın hayatını kurtardı. Çin'in önlemlerinin “sert”liğini eleştirenler, en hafif tabirle bilimsel bakıştan son derece uzaklar.

Epidemi ya da pandemilerde temel ilke, hastalığın güç kaybetmesi süresinde yayılmasını engelleyip ortaya çıkan hastaların tedavi ve izolasyonlarını iyi bir şekilde yapmak. Salgına yol açan her virüs ya da bakterinin belli bir seviyeye ulaştıktan sonra zayıfladığını biliyoruz. Aynı zamanda toplumsal direnç de gelişiyor. Hasta olmak için üç koşulun yerine gelmesi gerekiyor. Etkenin (virüs, bakteri vb) gücü, konağın (insan, hayvan vb) direnci ve maruz kalma yoğunluğu. Yani her maruz kalan aynı oranda karşılaşmıyor. Bu nedenle en çok sağlık çalışanları hastalanıyor. Yaşlı, kronik hasta, direnci düşük kişilerde daha fazla risk oluşturuyor.

Hastalık, ölüm ortaya çıkmadan çok önce kuluçka süresinde de yayılma olabiliyor. Hatta hiçbir grip semptomu görülmeyen bir kişi taşıyıcı olarak pek çok kişiye bulaştırabiliyor. Bu salgının incelemelerinde görülen sayılar bize, bugün gerçekleşen tek bir ölüme bakarak, yine bugün 800 gerçek vakanın olduğunu çıkarabileceğimizi gösteriyor.

Salgın hakkında yayılan korku ortamı gerçekleri yansıtıyor mu? Genel olarak soru şu: “Ne kadar korkmalıyız?” Şimdiye kadarki araştırmalar şöyle;

Gördüğümüze göre vakaların aşağı yukarı %20’si hastaneye yatıyor, %5’i yoğun bakım ünitesinde yatıyor ve %1’inin çok yoğun bakıma ihtiyacı oluyor yani sunî solunum cihazına veya oksijen cihazına bağlanmaları gerekiyor.

Türkiye'de 8 Mart'a kadar 940 kişiye Coronavirüs testi yapıldığı söyleniyor. Bu oran milyonda 11. Vaka sayısı o tarihte sıfır. Öncelikle kendi deneyimimize bakalım. Grip olunca, ki bu çoğunlukla nezledir, doktora gidersek, ki çoğunlukla gitmeyiz, bir poşet ilaç verilir, belki üç ya da beş gün istirahatla eve gönderiliriz. Gribe ondört gün rapor veren doktora şüpheyle bakılır. Okurlarımızın kaçına şimdiye kadar grip için gittiğinde etken araştırması yapılmıştır? Ölümle sonuçlanan zatürreenin, yaşlı ya da direnci düşük olup olmadığına bakılmaksızın etkeni sorgulanmıştır? Bizim sağlık sistemimiz hastalığı araştırıp temeline inmek ve kökten çözmek üzerine değil, ötelemek üzerine kurulmuştur. Bunu kullan olmazsa yine gel!

Konuya dönelim. Çin'de alınan sıkı önlemlere rağmen, hastalığın ortaya çıkışıyla etkenin tespit edilip önlemlerin alınması arasındaki 25 gün boyunca virüs dünyayı birkaç kez dolaşmış olmalı. Teorik hesaplara göre virüsün henüz güç kaybetmediği ilk zamanlarında, bir günde vaka sayısı %40 artırıyor. Ulaşımın hızını, Çin nüfusunun ticaret hacmini ve dolaşma olanaklarını düşünürsek ilk hafta içinde virüs her köşe bucağa yayılmış olmalı. Salgın inceleme metotlarına baktığımızda, virüsün Çin'de ortaya çıktıktan sonra diğer ülkelere yayılmak, sınırları geçmek için sırasını beklediğini düşünmek bilimsel değil. Bırakın iş işten geçtikten sonraki havaalanı önlemlerini, hangi uçak yolcuları indikten sonra dezenfekte edilir ki? Ya da dezenfektanların, çamaşır suyu dahil, evlerde bile yaygın kullanılmasının zayıf mikropları öldürüp güçlülere yer açtığını bildiğimiz halde bu konuda ne kadar önlem alınır? Çamaşır suyu gibi dezenfektanlarımızı salgınlara saklamamızı kimler organize eder?

Virüs çeşitli yüzeylerde saatlerce, hatta günlerce hayatta kalabiliyor. Bu durum pek çok bakteri ve virüs için de geçerli. O nedenle el hijyeni her zaman önemli. Kolonya kullanma, ikram etme alışkanlığımız bizi birçok hastalıktan koruyordur. Salgın durumlarında daha dikkatli olmakta fayda var. Grip olduğumuzda, öksürük, hapşırık vb. esnasında ulaşma yoğunluğu arttığından başkalarını korumak için her zaman maske takmak topluma saygılı bir yaklaşım olurdu. Kanser hastaları biz grip olduğumuzda maske takmadığımız için maskeyle dolaşır bizim gibi ülkelerde. Ortak temas noktalarından sonra (otobüslerdeki tutamaklar, kollar, düğmeler vb) ellerimizi kirli kabul etmek de genel bir korunma yolu. Ama tüm bunlar toplumun her kesimine eşit şekilde yayılmış eğitimle ve olanakla ilgili. Daha ilk günlerde maske ve kolonya karaborsaya düştüyse yüksek risk altında olanlar için önlem nasıl alınacak. Yüksek risk altındaki kişi uygun konak olduğundan salgının gelişmesi için de olanak demektir.

Peki, şimdi ne oldu da bir virüs, ortaya çıktıktan sonra, kuluçka süresini de sayarsak üç ay sonra, mutasyona uğrama hızını da göz ardı etmeden düşündüğümüzde, artık zayıflamış olması gerekirken bütün objektifleri üzerine çekti. 27 derece üstünde yaşayamayan virüsler Brezilya gibi ülkelerde nasıl hastalık yaratabildi. Bahsedilen ülkelerin mevsimsel (olağan) gripteki ölüm oranını kimse karşılaştırmıyor. İstatistiklerin ne kadar manipüle edilebildiğini bilerek, “bu işin içinde bir şey var” demeden edemiyoruz. Bilgi de tıpkı olanaklar gibi toplumun tüm kesimlerine eşit yayıldığında gerçeğe ulaşabileceğiz. Şüphe, hepimizi deprem uzmanı yaptığı gibi tıbbi tartışmalarımızı da tavan yaptırdı. Hepimiz biliyoruz ki kapitalist ülkelerin sağlık sisteminde temele inme, hastalığı ortadan kaldırma, detaylı araştırma yoktur. Ya sigorta şirketleri buna engeldir ya da ilaç ve malzeme firmaları.

Tabi ki önlemlerimizi alalım. Bulaşma olasılıklarını uzaklaştıralım. Hatta bunları her zaman yapalım. Salgın önlemlerinin abartısı olmaz. Gerekli önlemler alınsın, zararı olmaz. Patronlar fabrikaları durdurup, işçileri ücretli izne, evlerine göndermiyorsa, okulları tatil etmek gibi ekonomik zarardan sakınılmış, hatta karlı her türlü “önlem” yeni tehlikelere kucak açıyor. Okulların tatil kararı açıklanır açıklanmaz otobüslerde yer kalmadığını duyduk. Salgın halinde hangi akıl binlerce öğrenciyi hastalıkla daha çok temas edecekleri otobüslere, uçaklara doldurup oradan oraya taşır? Kreşler, anaokulları, okullar tatil olduğunda o çocukların anne babaları nasıl kalabalık işyerlerine çalışmaya gidebilir?

Normalde sağlığımızı hatta ölüm nedenlerimizi hiç de umursamayan emperyalistler, devlet ve onların medyası her kanaldan bağırıyorsa, bu kadar bilgiye rağmen salgını önlemekten çok yaymaya yarayacak şeyler yapıyorlarsa “Bu işin içinde bir iş var!”

Temade Çınar