Ah sevgili Süleyman yoldaş, hayatı anlamaya çalışma, öğrenme merakınla, öğrendiklerini anlatma şevkinle; dur durak bilmez deviniminle, doğaya ve insanlara olan sevginle, çocuklara olan sevecenliğinle, devrime ve sosyalizme olan inancınla, aleviliği kendince bir yaşam biçimi haline getirişinle, paylaşımcılığınla, emekçiliğinle, marksist-leninist dünya görüşüne olan bağlılığınla o kadar yaşamın içinde, o kadar canlı, o kadar devingendin ki, bir gün senin ardından bu yazıyı yazabileceğimi hiç düşünemezdim...
Seni ilk defa İstanbul Ayışığı'nda tanımıştım; benim cezaevinden yeni çıktığım zamanlardı... Sevgili eşinle birlikte bir etkinlik için gelmiştiniz. Bizi merak ediyordunuz; 19 Aralık Zindan Savaşını bizzat yaşamış olanları; "Dört Ateşten Gün/ Dört Ateşten Gece"yi... Bir odaya çekilip anlatmıştım size yaşadıklarımı, tanık olduklarımı...Çok ama çok etkilenmiştiniz; bilimsel bir düşünüşe sahiptiniz, ama bir o kadar da duygusaldınız. Konuşma bittikten sonra dokunsam ağlayacak durumda olduğunuz gözümden kaçmamıştı. Aynı zamanda gözlerinizdeki pırıl pırıl insan sevecenliği...
Arap Alevileri hakkında çok fazla bir şey bilmiyordum; ama seni/sizi tanıdıkça, seninle/ sizinle sohbetler ettikçe hem Arap Alevilerini daha yakından tanıdım, hem de Antakya hakkında, tarihçesi hakkında daha fazla şey öğrendim.
Sende ve sevgili eşin Eylem'de ilk farkettiğim, duygu ve düşünce derinliği idi. Siz devrimciliği salt bir öğreti olarak, yaşamda bu öğretinin gereklerini yerine getirmek olarak görmüyordunuz; felsefesini daha çok özümsemeye çalışıyordunuz ve insan ilişkilerinde bu felsefi derinliği yansıtma uğraşısı veriyordunuz.
Daha sonraki süreçlerde ne zaman Antakya'ya gelsem, bir kaç gün mutlaka sizde kaldım. Her defasında uzun uzun sohbetler ettik; ideolojik konularda, politik konularda, yaşama dair konularda... felsefeden, sanattan, her şeyden...Geceyarılarına kadar uzuyordu sohbetler; o kadar iştahla konuşuyordun ki, konuşmayı bitirip yatmaya gitmeyi kendime hak görmüyordum. Göz kapaklarım kapanıyor, başım düşüyordu; ama gözümü açtığımda senin konuşmaya devam ettiğini görüyordum. Nazım'ın Memleketimden İnsan Manzaraları'nda anlattığı bir komünist geliyordu aklıma (Ermeni Sagamanyan mıydı?)..."konuşmayı iştahla seven bir adam" diyordu Nazım. Sanırım o dakikalarda senin kafanın içinde düşünceler oradan oraya uçuşuyor; konuşmak istediğin her şeyi bir çırpıda konuşmak ve bir sonuca bağlamak istiyordun. "Öğrenmek aklın tad almasıdır" diyordu Orhan İyiler; belli ki senin aklın epeyce bir gurme idi! (Bak yokluğunda dahi espri yapabiliyorum...) Kaç defa sabah ya da sabaha yakın uyuduğumuzu hatırlıyorum... Tabii sevgili Eylem ve canımız Deniz'imiz bu tempoya çoğu zaman dayanamıyorlardı.
Ne çok seviyordun ikisini de!.. Bunu o kadar güzel hissettiriyordun ki... "Ruhe" diyordun ikisine de yani "ruhum"...Bütün çocukları çok seviyordun sen; ama kızın Deniz dünyanıza apayrı bir güzellik katmıştı. Her Antakya'ya gelişimde onun büyüyüşünü gördüm; senin gözlerindeki ışık ona da yansımıştı; çok hızlı öğreniyordu ve çok hızlı kavrıyordu her şeyi. Bana "yoldaş" dediği her defasında da benim içim eriyordu. Biliyordum, bu ailenin yanında ayrı bir yerim vardı. Annen, baban ve kardeşlerinle de tanıştırmıştın beni. Benim Arapça onların da Türkçe bilmemesine rağmen birbirimizi çok sevmiştik. Ve "sözsüz, yazısız ve çizisiz" anlaşabilmiştik...
Harbiye'de birlikte oturup kalktığımız, birlikte dolaştığımız ve konuştuğumuz o günler, şu an bile o kadar canlı ki içimde... Hala inanamıyorum senin hayata gözlerini yumduğuna. Biliyorum ki, o mahallenin her metrekaresinde senin ayak izlerin vardı; "merhaba" demediğin tek bir ev, tek bir insan yoktu(Bu arada Arap Alevilerinde "merhaba" demenin ne anlama geldiğini de ilk senden öğrenmiştim). Çocukların "Süleyman amca"sı, gençlerin "Süleyman ağbisi" idin. Yaşlı insanların dahi seni belirli bir saygıyla dinlediklerini gözlerimle görmüştüm. Sana sevgi besledikleri ve saygı duydukları için yanında götürdüğün insanlara da sevgi ve saygıyla yaklaşıyorlardı. Leninistlerin bölgede etkin hale gelmesinde senin gözle görülür bir emeğin vardı.
Bütün bu geliş gidişlerimde beni en çok etkileyen ve aklımda en çok kalan, Gezi eylemleri sırasında gecenin bir vakti seninle birlikte Harbiye'den Armutlu'ya inişimiz olmuştur. Geceyarısı, Armutlu'da çatışma olduğunu öğrenir öğrenmez, dışarı çıkmış, o vakitte araba bulamadığımız için yürüyerek gitmiştik. Bir yandan koşar adım yürüyor, bir yandan geç kalacağız endişesi taşıyor, bir yandan polis vb çevirmesine karşı aklımızdan planlar yapıyorduk. Yolu yarılamıştık ki, yanımızdan geçen bir araba durdu; ben sivil polisler sanmıştım, meğer mahalleden seni tanıyan biriymiş ve o da Armutlu'ya gidiyormuş. Adamla kısa süren yolculuğumuz boyunca sohbet ettik. Dönüşte de aynı kişi bizi eve kadar getirdi.
Armutlu'da senin atılan gaz bombaları arasında nasıl sağa sola koşuşturduğunu, nasıl beni kollamaya çalıştığını gördüm. Açıkçası ben de seni kolluyordum; çünkü sana bir şey olacak olsa küçük Deniz'imizin ve sevgili Eylem'in neler yaşayabileceğini düşünmek bile istemiyordum. Bir ayaklanmanın içinde insan bunların hepsini düşünüyor işte!
Ama gel gör ki, "kalleş ölüm" seni yıllar sonra; ama hala çok genç denebilecek bir yaşta aramızdan aldı. Trafik kazası geçirdiğini ilk duyduğumda Aynil ve Rasim yoldaşlar geldi aklıma. Seninle de konuşmuştuk bir defasında. "Bir komünistin trafik kazasında ölümünden daha kötü bir şey olamaz" dediğimi hatırlıyorum; araba kullanırken dikkatli olmanı istemiştim senden. İlkönce kazayı araba kullanırken geçirdiğini düşündüm nedense; oysa başka bir aracın sana çarpması sonucu ağır yaralanmış ve hastaneye kaldırılmışsın. Komada olduğunu duyduğumda dahi ölümü yakıştıramadım sana; nedendir bilmiyorum, komadan çıkacağını düşündüm. Yaşamı böylesine seven, dolu dolu yaşayan bir insanın bizi öylece bırakıp gidebileceğini kabullenemedim bir an. Sevgili Deniz ve sevgili Eylem'in yaşayacağı büyük acıyı düşününce, senin artık soluk almamanın ne anlama geldiğini getirdim gözlerimin önüne...
Ama olmadı..."Kalleş ölüm" galebe çaldı bu kez! Ama şunu bilmelisin sevgili yoldaş, bu gökkubbenin altında insanlığın büyük kurtuluşu için söylediğin ve yaptığın her şey benimle/bizimle yaşamaya devam edecek.
Sonsuza kadar, daima!..
Nazım Akarsu