Son seçimlerden yenilgiyle çıkan dinci faşizmin "bundan bir ders alacağı", gemi azıya almaktan vazgeçeceği beklentisi içinde olanların hayal kırıklığına uğraması için fazla bir zaman geçmesine gerek kalmadı. "Müzakere", "toplumsal uzlaşı" peşinde koşanların hayalleri karşı devrimin attığı adımlarla her geçen gün boşa çıkarılmaya devam ediyor.
"Yargı Reformu" meselesinin gündeme gelmesiyle, faşist TC devletinin "demokratikleşeceği"ne dair iflah olmaz bir bönlük içinde olanlar, aynı süreçte faşist devletin Güney Kürdistan'a karşı başlattığı işgal operasyonu karşısında herhalde İmamoğlu ya da Kılıçdaroğlu'nun yapacağı açıklamaları bekliyor olmalılar. Seçimden hemen sonra "birlikte kazandık", "demokrasinin zaferi" diye kına yakanların Xakurke'ta, Bradost'ta Kürt Halkı katledilirken sessiz kalışlarının altında yatan neden bu olmalı!
Seçimlerden sonra "siyaset kulvarını değiştirdik" iddiasında bulunan Sezai Temelli, "hedefimiz mücadele ve müzakere" diyerek bu ikisinin birbirini dıştalamadığını iddia ediyor. Ama asıl amaçlarının "müzakere" olduğunu, "mücadele"yi de bunun için bir araç olarak kullandıkları gerçeğini gizliyor. Faşist devletin "uzlaşma" yönünde herhangi bir adım atmıyor oluşu, Temelli gibilerinin mücadele ettiği yanılsaması yaratıyor; olay bundan ibaret.
Türkiye'de faşizmin devrim olmadan "çözüleceği", "iç başkalaşım geçireceği" tezleri bir dönem revaçtaydı; "Yetmez ama Evet"çiler bu gübrelikten beslendiler. Ancak yaşanan gelişmeler, bunun böyle olmadığını gösterdi, gösteriyor. Baskı ve çatışmalar sürekli yoğunlaşıyor.
Kriz her geçen gün düzeni köşeye sıkıştırıyor. En son Merkez Bankası başkanı Murat Çetinkaya'nın bir geceyarısı kararnamesi ile RTE tarafından görevden alınması da bunun göstergelerinden biridir. 23 Temmuz'da yapılacağı bilinen Para Politikası Kurulu toplantısı öncesi Merkez Bankası başkanının apar topar görevden alınması, akla Merkez Bankası'nın 40 milyar dolar olan ihtiyat (yedek) akçesinin Hazine'ye devredilmesine ilişkin yasa değişikliğini getirdi. Görüntüde RTE'nin "faizi düşürün" baskısına dayanamayıp istifa etmesi beklenen bir kişinin istifa etmeyince görevden alınması şeklinde yansıyan olayın aslı, ekonomik kriz sonucu boşalan Hazine'nin deyim yerindeyse bir köşede tutulan "kefen parası" ile doldurulmaya çalışılmasıdır.
Bir diğer konu, SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları) Vakfı tarafından hazırlanan rapordur. Faşist medyanın tamamen tekelleşmiş ve iktidarın kontrolüne geçmiş olması yetmiyor olacak ki, siyasi iktidar bu tür kuruluşlar aracılığıyla hazırlattığı raporlarla muhalif kimlikli gazeteleri vb fişliyor ve hedef haline getiriyor.
Kandıra zindanında İrfan Kılıç adlı bir tutsağın işkence ile katledilmesi dahi, dinci faşizmin vahşetini göstermeye yeter.
Türkiye ve Kürdistan'daki tüm gelişmeler, bırakalım "siyasette bir kulvar değişimi"ni faşizmin saldırganlığının arttığını gösteriyor. Uzun süreli iç savaşın yaşandığı tüm ülkelerde olduğu gibi, burjuvazi iktidarını kaybetmemek için devrim güçlerine acımasızca saldırıyor.
Faşizmi alaşağı etmenin tek yolu bir demokratik halk devrimidir. Bunun için de halkların mücadele birliğinin sağlanmış olması şarttır. Bizim görevimiz halkları asılsız "demokrasi" söylemleri ile oyalamak değil, onların gerçeklerin gözünün içine korkmadan bakmasını sağlamak, gerçek bir halk demokrasisinin ancak bir halk devrimi ile gerçekleşeceğini bıkmadan, usanmadan anlatmaktır.