Bir seçim dönemi daha sona erdi. (Ya da sona erdi sayılır.) Sayısız tartışmalar yaşandı. Her biri değerlendirilmeye muhtaç. Ancak seçim sürecinin en önemli konusu, açık ki, ekonomik krizdi. Bununla bağlantılı olarak Suriyeli göçmenler üzerinden "Suriyelilere yapılan harcamalar ve Suriyeli göçmenlerin geri gönderilmesi" konusu çokça gündeme geldi. Seçim tartışmaları başlamadan evvel de iktidarından muhalefetine hepsinin meselesi oldu bir dönem.
Yıllar yılı tartışıldı zaten Suriyeliler!
Kimisi der ki; "Onlar ülkelerine ihanet etmişlerdir. Güven olmaz onlara!"
Kimisi der ki; "Biz bu toprakların evlatları 'Onlar' gibi değiliz. Vatanımızı asla terk edip başka ülkelere gitmeyiz."
Kimisi de; "Bunlar yüzünden işsiz kalıyoruz. Güven, huzur kalmadı" falan...
Bir vakit İETT'de denk gelmiştik. Suriyeliler için neler demiyordu ki birisi... Çünkü kendisi üstün ve asil bir kandan geliyormuş!..
İstanbul'un herhangi bir semtinde mesela saat satan siyahi bir gence denk gelemeyeniniz var mı? Ya da mesela bir atölyede güvencesiz, kayıtsız, hiçbir can güvenliği olmadan çalışan Suriyeli işçilere. Kağıt toplayan Afganlara... Ta Çin'den gelip 3. Havalimanı inşaatında çalışan işçilere. Orta Asya'dan gelenler, Gürcüler, Iraklılar, Azeriler ya da Afrikalılar vs.
Sadece Türkiye'de sorun edilmez göçmenler. Trump, duvar bile örmek istemektedir. Avrupalılar geri gönderme anlaşmaları yaparlar. İtalya mesela, göçmenlerin teknelerinin limanlara yanaşmasına izin vermez. Çünkü onlar da "yüksek refah" seviyelerini korumalılar değil mi?
Göçmen ve mülteci insanlar bütün dünyada olduğu kadar Türkiye'de de önemli bir konu haline geldi. Ki boşuna seçim boyunca tartışmaların odağı değildi. Bu nedenle bu "sorun"un nedenlerine bakmamız gerekiyor. Dünya, insanlığın göç hareketlerine hiç de yabancı değil. Tarih boyunca milyonlarca insanın kıtlık, savaşlar, doğal afetler vs. nedenlerle göç ettiğini, bu bağlamda göç hareketinin her daim güncel bir durum olduğunu iddia edersek yanılmış olmayız. Kapitalizm, ortaya çıktığında da "emek gücü" için kırdan kentlere doğru göçü bizzat örgütlemiştir. Türkiye kapitalizmi de bu yoldan köylerde yaşayan emekçileri geçim ve üretim araçlarından uzaklaştırarak işçileştirmiştir. Kapitalizm, emperyalist aşamaya vardığında "uygarlığın" bu ileri aşamasında dahi bu "sorun" (göç hareketi) devam etti. Çünkü emperyalizm dünya çapında savaşlara, emekçi halkların yoksullaşmasına; böylece emekçilerin daha iyi ve özgür bir yaşam umuduyla milyonlar halinde yer değiştirmesine yol açar! Halen emperyalist "merkez" ülkelerin diğer bağımlı "çevre" ülkeleri sömürmesi devam ediyor. Öyle ki, emperyalist ülkeler sadece bağımlılığı değil, ekonomik tam ilhakı dayatıyor. Gittikçe yoksullaşan halklar, ya siyasal baskı, ya yoksulluk ya da iç savaşlar (ya da hepsi birlikte) nedeniyle zengin ve "özgür" ülkelere gitmeye, giderken can verme riski pahasına devam ediyor. Orta Amerika'daki emekçiler ABD'ye yoksulluktan, çete savaşlarından, siyasal baskılardan ötürü göç etmek istiyorlardı. Suriye ve Irak ciddi savaşlar sonucunda yıkıma uğrarken, bu ülkelerin halkları yerlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalmıştı. Faşist dinci örgütlerin gerçekleştirdiği katliamlarla göçmek zorunda bırakılan halklardan mesela Ezidiler hala hafızalarımızda!
Göçmek zorunda kalan insanlar bir şekilde hayata tutunmak zorundalar. Daha düşük ücretlerle çalışmaktan, en ağır yaşam şartlarını kabul etmekten başka bir şansları yok! Bu duruma düşen insanlardan faydalanan burjuva sınıfı sorumlu tutmak yerine göçmenleri suçlamak gerçekleri göz ardı etmektir. Savaşları, yoksulluğu yaratan emperyalist kapitalist sistemdir. İşsizlik, yoksullaşma, savaş, toplumsal çürüme tarihsel miadını dolduran burjuva üretim ilişkilerinin kabul edilemez sonuçlarıdır. Sistem varlığını sürdürdüğü her gün bu ve bunun gibi sayısız sonucu yeniden üretmeye devam ediyor. Göçmen-mülteci emekçilere karşı yürütülen şovenist histerik propaganda, sınıf hareketinde burjuva ideolojisinin egemenliğini sürdürebilmek, işçi sınıfının enternasyonal mücadelesini zayıflatmak içindir. Bugün Suriyeli göçmenlere karşı yürütülen kampanyayı, geri gönderme tartışmalarını ele alırken, örneğin Avrupa'da yaşayan Türkiyeli emekçilerin koşullarını da düşünebiliriz! Avrupalı faşist örgütler de, buradaki göçmen-mültecilere karşı aynı söylemleri tutturuyor. "Medeniyeti, yüksek refahı korumak", "milli değerleri muhafaza etmek" vs. Yeni Zellanda'daki faşist katliam buna dair çarpıcı bir örnektir.
En ağır sömürüye ve ayrımcılığa maruz kalan göçmen işçilerin diğer halkların emekçilerinden ne farkı var ki?
Göçmenler yok iken de işsizlik, yoksulluk vardı. (Göçmenlerin çalışmadığı alan olarak, öğretmenlik ve ataması yapılmayan öğretmenler mesela.) Kapitalizm, ücretli emeğin sömürüsüne dayanır. Artı değerin yüksekliği ile ücretlerin miktarı zıt bir orana sahiptir. Yani işçiler için ücret ne kadar düşükse, burjuvazinin artı değeri o kadar yüksek olur. Bunun için işçiler arasında iş bulma rekabeti olmalı. Yani, işsizlik olmalıdır. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşından sonra Almanya’ya giden Türkiyeli emekçiler de bu nedenle götürülmüştü; artı-değer, sermaye birikimi için. Aynı dönemde, Fransa, İngiltere için başka halklardı hedef kitle...
Sermaye partilerinin göçmen karşıtı propagandası yalandan başka bir şey değildir haliyle... "Suriyeliler olmasa, fabrikalarımızda düz işçilik yapan olmaz" diye söylüyorlardı. Çünkü sigorta, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri yok, düşük ücret, uzun çalışma saatlerini dayatabilecekleri korunmasız göçmenler varken yerlileri kim ne yapsın?
Şovenizm, ırkçılık burjuvazinin ideolojisidir. Sorunların kaynağı sermaye egemenliğinin ta kendisiyken başka halklardan insanları suçlamak, işçi sınıfının devrimci mücadelesini geriletmek, parçalamak için yapılan bir oyundur. İster göçmen, ister yerli işçi fark etmez, ücretli kölelik düzeni var oldukça, yoksulluk, işsizlik sürmeye devam edecektir. Her 8-10 yılda bir krizler yaşıyoruz. İşsizlik, resmi rakamlara göre son bir yıl içerisinde bir milyon kişi arttı. İşçilerle burjuvaların çıkarları bir olsaydı, servetlerini korumak için fabrikalarını kapatmaz, finans-borsa oyunlarına yönelmezlerdi kapitalistler. İşçilerin ulusal çıkarları yoktur, ulusal çıkarlar sermaye sınıfının çıkarlarıdır. Savaşlar, sermaye birikimi önündeki engelleri kaldırmak için gündeme gelmiştir ve bu niteliği de devam ediyor.
Şovenizm, işçi sınıfının bilincini zehirlemek için kullanılan gerici bir ideolojidir demiştik. Burjuvazi, işçi sınıfının çeşitli kesimlerini birbirine düşmanlaştırmak, halkları birbirine kırdırmak, işçi sınıfının mücadele birliğini engellemek için işçilerin, halkların arasında yapay ayrımlar yaratmaya çabalar. Ulusal bütünlük masallarıyla burjuva sınıfının egemenliğinin perçinlenmesi sağlanır. Şovenizmin olmadığı bir dünyada işçiler kardeşleşir. Dil, din, ırk gibi insanlar arasındaki biyolojik ya da kültürel farklılıklar önemsizleşir. Böylece işçi sınıfı gerçek çelişkiye emek ile sermaye arasındaki savaşıma yönelir. Bu nedenle burjuva partileri emekçi sınıflar arasında yapay çelişkiler yaratmak isterler. Göçmen ve mültecilere dönük şovenist söylemlere karşı işçi sınıfının mücadele birliğini kurmak bu bağlamda daha da önemli bir görev haline gelmiştir.
Şovenizmin panzehiri, işçilerin birleşik mücadelesidir. Yakın bir süreçte Suriyeli işçilerle ortak eylemler yapan sayacılar hatırlardadır. Ulusal, dinsel vb. ayrımlar gözetmeden bir araya gelen işçiler sınıf mücadelesinde iyi bir örnek yaratmışlardır. Güvencesiz, denetimden uzak koşullarda çalışmak zorunda kalan göçmen-mülteci emekçiler ile işçi sınıfının diğer kesimleri arasındaki birlikte mücadele hem mülteci-göçmen işçilerin daha güvenli yaşam, çalışma koşullarına kavuşmasını sağlar hem de Türkiyeli işçilerin karşısına çıkan "tehdit" ortadan kalkmış olur.
Emek ile sermaye arasındaki çelişki, burjuvazinin siyasal ve iktisadi egemenliğinin yıkılmasıyla, sosyalizmin inşasıyla yok olacaktır.