Yazımızın ilk bölümünde Küba için en yakıcı gerçekliğin abluka olduğunu ve bunun yaşamın her alanında hissedildiğini söylemiştik. Küba, "her şeye rağmen ve her şeyden dolayı" ablukaya direniyor. Yıllar önce Fidel'in , "Bugün bizim dünya devrimcilerinin düşlerine yapacağımız en büyük katkı bu kararlılığımız olacaktır" derken kastettiği şeyin ne olduğunu insan Küba'ya geldiğinde daha iyi anlıyor.
Emperyalizmin bütün teslim alma çabalarına karşı Küba halkı büyük bir özveriyle direniyor; Küba Komünist Partisi, sosyalizm ısrarından vazgeçmiyor. Fidel'in "Gerekirse bu adayı batırırız; yine de emperyalizme teslim etmeyiz" sözleri adeta her Kübalı için vazgeçilmez bir ilke haline gelmiş. Elian Gonzales'in babası Juan Miguel Gonzales'in ABD yönetimi tarafından ABD'de kalmaları, Küba'ya dönmemeleri için kendilerine teklif edilen maddi zenginliği elinin tersiyle itip oğlunu da alarak ülkesine dönmesi, bugün hala yaşayan bir örnek olarak Küba'nın yarattığı "yeni insan"ı simgeliyor.
Küba'nın "yeni insan"ları, bütün imkansızlıklara rağmen bağımsızlıktan, devrimden ve sosyalizmden vazgeçmemeyi bir yaşam felsefesi haline getirmişler. İşte onları mutlu eden gerçeklik de bu. Bizim kaldığımız iki hafta boyunca gözlemlediğimiz en önemli olgulardan biri de buydu: Kübalılar bütün yoksunluklara rağmen mutlular. Müzik dinliyor, dans ediyor, sinemaya gidiyor, rom içiyor, aşık oluyor, sokaklarda özgürce ve hoş bir ritimle yürüyorlar. Siz onlar yürürken bile devinimi, ritmi, canlılığı hissediyorsunuz. "Fidel'in sıktığı el/ yalansız hürriyetin eli" sanki bütün Havana sokaklarından size uzanıyor; sizi yanına çağırıyor..."çocuk bahçeleriyle hürriyeti/ hürriyetle bu şehrin insanlarını birbirinden ayırt etmek olmuyor"..."hürriyet sözcüğünü söylerken sulanıyor ağızları Kübalıların/ balkutusu bir karpuzu kesiyorlarmış gibi"...
Biz Küba'ya daha çok eşimin kanser tedavisi nedeniyle geldiğimiz için doğal olarak en çok merak ettiğimiz yerlerden biri de hastaneleriydi. Hepsini görme şansımız olmadı; ama daha çok kanser tedavisinde gösterdiği başarıyla öne çıkmış olan La Pradera Hastanesi, Küba hakkında söylenenleri fazlasıyla doğrular nitelikteydi. Türkiye'ye geldiğinde tanıştığımız Kübalı onkolog doktor Anabely Garcia, bu hastanede çalışıyordu. Randevusuz gelmiştik; ama o gün hastanede olduğunu biliyorduk. Kayıt işlemleri için kağıtlarımızı verdik ve beklemeye başladık.
Bu arada hastanenin içine göz gezdirdik. Bir çok yerde Hugo Chavez'in resimlerine rastlıyoruz. Önce, "acaba bu hastanenin yapımına Venezuela devleti yardımda mı bulundu?" diye düşünüyoruz. Sonradan öğreniyoruz ki, Hugo Chavez de bu hastanede kanser tedavisi görmüş. Ve hatta Maradona bu hastanede bağımlılık tedavisi görerek uyuşturucudan kurtulmuş ve Arif Sağ, burada kanser aşısı olmuş. Hastane çok temiz, düzenli ve ferah...1996 yılında yapılmış; beş yıldızlı otelleri andırıyor. Çok geniş, yemyeşil, ağaçlarla kaplı ve içinde atlar dolaşan bir bahçesi var. Bahçenin ortasında kocaman bir yüzme havuzu, suyu tertemiz ve berrak... İçimden "burada yatan hasta yaşadı" diye geçiriyorum; gerçekten değme otellere taş çıkartıyor. Ve en önemlisi çalışanların nezaketi, özeni... abartısız söylüyorum, size nadide bir çiçek gibi davranıyorlar. Türkiye'nin Onkoloji hastanelerinde gördüğümüz, kabalıktan, özensizlikten burada eser yok.
Burada az bir parayla internet kartı da edinebiliyor ve 1 saat internete girebiliyorsunuz. (Küba'da internet biraz sıkıntılı. Her yerde internet bağlantısı yok; internete girebilmek için belirli yerlere yürümek ve 1 saatlik ya da 5 saatlik devletin çıkardığı internet kartlarından temin etmek zorundasınız. Genellikle büyük alışveriş merkezleri, hastane veya devlet kurumları, büyük oteller ve bahsettiğimiz kartların resmi olarak satıldığı yerlerde internete girebiliyorsunuz. Eğer turistseniz kartı alabilmek için pasaport göstermeniz gerekiyor. İnternetin ve akıllı telefonların giderek daha yaygın kullanımıyla birlikte bu internet kartlarının el altından alım-satımı da başlamış ne yazık ki. Ve ne yazık ki bu, gelir edinmede bir farklılaşmayı da getirmiş. Küba devleti bu tür alım-satım işlerini engelleyemediği için görünen o ki, küçük çaplı olanlara göz yummuş. Bu bir nevi iletişim işleminin yaygınlaşmasını da getirmiş. Bu arada yeri gelmişken Küba devleti, bir süredir küçük özel girişimlere izin veriyor. Aile ya da kişi işletmesi şeklinde küçük lokanta, restaurant, bar, cafe, ekmek satış yeri, büfe vb açabiliyorsunuz. Anladığımız kadarıyla devlet buralardan vergi alıyor. Bunun dışında bütün gelir işletmeyi açan(lar)a kalıyor. Burada çalışanlara da belirli bir ücret ödeniyor. Son anayasa değişikliği ile, bir süredir devam eden bu duruma resmiyet kazandırılması düşünülüyor.
Yeri gelmişken belirtelim, Küba'daki anayasa değişikliğine ilişkin hiç kimsede kötümser bir hava sezmedik biz. Anayasa değişikliği için Küba Temsilciler Meclisi bir karar aldı. 224 maddeden oluşan yeni anayasa, Fidel'in doğum günü olan 13 Ağustos'ta mahalleler bazında oluşturulmuş binlerce komitede tartışılmaya başladı -biz oradayken tartışmalar daha başlamamıştı-. 15 Kasım'a kadar kamuoyunda tartışılacak, tüm halkla yapılan bu tartışmalardan sonra referanduma sunulacak; referandumdan sonra kabul edildiği şekliyle yürürlüğe girecek. Bu anlamıyla hiç kimsenin bir kaygısının olmaması gerekiyor. Uluslararası medya tekellerinin "Küba, sosyalizmden vazgeçti/ vazgeçiyor" şeklinde manipülasyonlarla sunduğu haberler gerçekliği yansıtmıyor.
Meclis Başkanı Esteban Lazo, 1976 yılında kabul edilen ve üzerinde en son 2002 yılında değişiklik yapılan anayasa metninde yer alan "komünist toplum yaratma hedefi"nin anayasadan çıkarılması ile ilgili olarak, "Bu ideallerimizden vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyor" diyor, "biz, sosyalist, egemen, bağımsız, kalkınmış ve sürdürülebilir bir ülkeye inanıyoruz". Bu sözlerin samimiyetinden bir an olsun şüphe etmemek gerekiyor. Onlar için öncelikli hedef, ablukaya direnmek, ablukayı yarmak ve sosyalist üretim ilişkileri temelinde kalkınmak.
Bizim yıllar önce Küba için yapmış olduğumuz "Yüzyılımızın Komünü" belirlemesi, gerçekliği tam yansıtıyor. Özellikle dünya sosyalist sisteminin dağılmasından sonra Küba'nın ayakta kalması neredeyse imkansız görünürken, Küba zor dönemleri aşarak, ekonomisini düze çıkarmayı başarmış, bu arada iki büyük kasırga felaketini atlatmıştı. Küba halkı, insanüstü bir dayanma gücü göstererek, dünya üzerinde sosyalizmin bayrağını en yükseklerde dalgalandırmayı bilmişti.
Bugün de hala dünya üzerindeki bütün komünistlerin, sosyalistlerin, devrimci ve ilericilerin bakmakta olduğu yer olma özelliğini sürdürüyor; bugün komünizmi hedefleyemiyor oluşu, emperyalist-kapitalist devletlere bir göz kırpma değil, kendi gerçekliğine göre hareket etme bilincidir. Deyim yerindeyse somut durumun somut tahlili yapılarak ulaşılmış bir sonuçtur. Üstelik daha halkın görüşü alınarak kesinleştirilmiş bir sonuç yoktur. Emperyalist- kapitalist dünyanın "deli çığlıklar atıp avaz avaz" sevindirik oldukları şeyi anlamak güçtür. Küba,"komünist toplum hedefine ulaşma" düşüncesinden vazgeçse bile, buradan emperyalist efendilere ekmek çıkmaz. Diyelim ki Küba, bugün NEP dönemi Rusya'sında olduğu gibi geriye doğru bir adım atıyor; dünya konjonktürü onu bu adımı atmaya zorluyor. Bu "geri adım"ın sosyalizmi daha da güçlendirmek amacıyla atılmış olduğu açık değil mi?).
Biraz bekledikten sonra Anabeli bizi muayene odasında kabul ediyor. Bizi yoldaşça kucakladıktan sonra, daha önce baktığı raporlara vb yeniden bakıyor. Ve bağışıklığı güçlendirici, akrep zehirinden yapılma dil altı damlasını reçete halinde yazıyor. Eşime 2 yıl boyunca yetecek bu ilaçları temin etmemiz zor olmuyor. Anabeli'nin mesai saati içinde bize göstermiş olduğu ilgi ve alakanın doktor-hasta ilişkisinden çok yoldaşlık ilişkisi olduğunu görmek bizi sevindiriyor. Biliyoruz ki, o sadece bize değil, tüm hastalarına aynı şekilde davranıyor.
Çıkışta Türkiye'den bir arkadaşımızın çocuğunda varolan nörolojik bir rahatsızlıkla ilgili bir doktorla görüşüp görüşemeyeceğimizi soruyoruz. Kısa bir bekleme sonrası bir doktor (yoldaş) yanımıza geliyor ve bize yardımcı oluyor. İhtiyaç duyduğumuz bilgileri alarak hastaneden ayrılıyoruz. İnsanın bürokrasiye takılmadan işlerini halledebilmesi ne kadar güzel!
Bu arada Küba'da en büyük yatırımın sağlığa yapıldığını bir kez daha görüyoruz. Kübalılar, tüm sağlık hizmetlerinden parasız yararlanıyorlar. Havana'nın bir çok yerinde eczanelerin yanı sıra, ilaç yapımı laboratuarlarına, tıbbi araştırma ünitelerine denk geliyoruz. Devrimden hemen sonra Fidel, bu konunun üzerine önemle eğilmiş; özellikle tıp fakültelerinin yaygınlaştırılması, doktor yetiştirilmesi ve bunların ihtiyacı olan Afrika ve Latin Amerika ülkelerine gönderilmesi, tüm tıbbi çalışmaların devletçe desteklenmesi için talimat vermiş. Kısa süre içerisinde bu çabasının karşılığını almış.
Küba bugün sadece kanser tedavisinde değil, çocuk felci ve nöroloji alanında da dünyanın en iyisi dersek abartmış olmayız. Dünyanın dört bir tarafına gönüllü doktorlarını göndermekle kalmıyor, aynı zamanda akciğer kanserini durduran ve yok eden kanser aşısının patentini dünyaya hiçbir karşılık almadan vermeyi teklif ediyor. Küba böylece hem önleyici sağlık hizmeti hem de insan sağlığı konusunda sosyalizmin kapitalizmden nasıl fersah fersah ileride olduğunu göstermiş oluyor. Emperyalistler ise bu patent anlaşmasını yapmayı istemiyorlar çünkü hem büyük ilaç tekellerinin kar marjı düşmüş olacak, hem de Küba'ya ablukayı kaldırmak zorunda kalacaklar. Ama bizden söylemesi, Küba zaten sağlık turizmi ile bu ablukayı delmiş durumda.
Emperyalist-kapitalist efendilerin insanlığın mahvolması pahasına kapitalizm gibi bir saçmalıkta ısrar etmeleri, en nihayetinde insanlığın onları "kar marjları"yla beraber tarihin çöplüğüne göndermesiyle sonuçlanacak.