< < 2 Milyon Çocuk İşçi... 2 Milyon Kocaman Dünya

Bir çoğumuzun gözüne belki bir internet haberinde belki de bir gazete spotunda ilişti Muhammed Hacderuis. Muhtemelen 1. sayfa ya da sürmanşette yer alabilecek bir haber değeri yoktu. Ne de olsa Türkiye'ye sığınan 4 milyon Suriyeli'den biriydi. 5 yaşında küçücük bedenin taşıyamayacağı yükleri omuzlamış sokaklarda su satıyordu, tıpkı yaşıtları diğer Suriyeli çocuklar gibi. O, otobüs duraklarında, metrobüslerde kağıt mendil ve su ile para kazanmaya çalışan çocuklardan biriydi yalnızca. 5 yaşında küçük masum Mersin Erdemli de sokakta su satarken kaçırılıp bıçaklanarak öldürüldü!..

Muhammed’in ölümü hangi istatistiki rakamların içinde yer aldı. Hangi araştırma rakamları Muhammed’i yansıttı? Suriyeli mülteci cinayetleri mi, çocuk iş cinayetleri mi, yoksa çocuk istismarı mı?

Bu vahim olay o kadar çok şey anlatıyor ki kendi başına... Çok küçük yaşlardaki çocuklar yaşamın anlamını sorgulamadan, hayatın ona sundukları ile baş başa kalıyor. Payına düşense tekstil atölyelerinde, merdiven altı üretimlerde, tarımda, sokaklarda çalışmak zorunda olmak. Hayatı burada öğrenip, hayal kurmaktan burada vazgeçiyorlar. Umudunu yitirmiş, hayallerini bir kenara bırakmış çocukların sayısı hiç de az değil!

2 milyon çocuk işçi!... 2 milyon kocaman dünya!.. Her biri bir yaşam, her biri apayrı dünya ama bu çürümüş sistem yaşamları alt-üst etmekte, dünyaları yok etmekte oldukça tecrübeli. İnsanı insanlıktan çıkaran, yaşayabilmek için çalışmayı “çalışmak için yaşamaya” çeviren bu kokuşmuş sistem çocukların küçük bedenlerinin ürettiği emeği sömürmekten geri durmuyor, taciz ediyor, istismar ediyor, aşağılıyor hatta çocuk yaşta evliliği ona reva görüyor. Kapitalist sistemin kendisi ve burjuva kültürün yarattığı insan prototipinin çocuklara layık gördüğü yaşam bu!

İHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonun ve Ankara İSİG raporuna göre, Türkiye'de her 10 çocuktan 8'i kayıt dışı çalışıyor. Yaş aralığı 11-16 arasında ancak hizmette durum daha da vahim. Mendil satıcılığı, atık kağıt toplayıcılığı, garsonluk, seyyar satıcılık gibi işlerde çalışma yaşı 10'un altına düşmüş durumda. Bu alanda çalışan çocukların maruz kaldığı fiziksel-psikolojik şiddet, cinsel taciz, saldırı ve aşağılamalarla çocuk bedenlerini, ruhunu paramparça ediyor.

Son 5 yılda 319 çocuk işçi iş cinayetleri ile tutunamadıkları yaşama veda ediyorlar. Çocuk iş cinayetlerinin sıkça yaşandığı illerde mültecilerin yoğun yaşadığı iller olması rastlantı değil! Antep 18, Urfa 19 ve Adana 24 olmak üzere en çok ölümlerin yaşandığı iller. 2013 yılında 59 çocuk, 2014 yılında 54 çocuk, 2015 yılında 63 çocuk, 2016 yılında 56 çocuk, 2017 yılında 60 çocuk, 2018 yılının ilk 5 ayında da 27 çocuk çalışırken iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.

Çocukların yaşadığı bunlarla da bitmiyor. Yaşadığımız sistemin çocuğa bakışını görebilmek için kendimizi çok zorlamamıza gerek yok. TUİK verilerine göre son 10 yılda 482.908 kız çocuğu devletin izniyle evlendirildi. Son 6 yılda 142.298 çocuk anne oldu ve bu çocuklar resmi nikah ile evli değiller. Son 16 yılda 440.000 çocuk doğum yaptı. 15 yaşın altında cinsel istismara uğrayarak doğum yapan sayısı ise 15.937... Bitmiyor, her yıl 8 bin çocuk cinsel istismara uğruyor, son 10 yılda ise 17.000 cinsel taciz davasının %46'sının çocuklara yönelik olduğu görülüyor. Bu davaların sadece %45'i mahkumiyetle sonuçlanmış. Bu çarpıcı ve çirkin rakamlar basında yer almayan kısmı. Yer alan kısmı bile toplumda infial yaratıyor, ismi lazım değil vakfında 45 çocuğa tecavüz nasıl katlanılmaz ise Karaman'da yurt yangınında can veren çocukların durumu da bir o kadar acıdır. Geçtiğimiz yıl 115 çocuğun doğum yaptığı Kanuni Sultan Süleyman devlet hastanesinin bu bilgiyi toplumdan saklamaları da başka bir şeyin göstergesidir. Çürümenin bir sınırının olmadığını, sistemin tükenmişliğini toplumsal yaşayış açısından yine yine yine göstermiştir.

Yoksul çocukların durumu sistemin vahametini somut veriler üzerinden gösterirken bu yaşananların yeni bir şey olmadığını da bilmekteyiz. Kapitalizmin çocuk bedenini ve emeğini sömürmesi bu sistemin “fıtratında” var. Kabul edemediğimiz insana reva görmediğimiz her türlü sömürü ve çirkinlik kapitalizmin doğasında mevcuttur.

Kapitalizmin doğasında çocuklar iplik fabrikalarında, dantela atölyelerinde, maden ocaklarında çalıştırılıyorlar. Çoğu zaman çalıştıkları yerde uzun süren çalışma saatlerinin sonucunda yorgun düşen, tükenen bedenleri oracıkta can veriyorlar. “Manüfaktür bölgelerde çoğunda kimsesiz bu yaratıklara yürek parçalayıcı zulümler yapılıyordu. Aşırı çalışma yüzünden ölecek hale geliyorlar... Dayak yiyorlar zincirlere vuruluyorlar ve son derece geliştirilmiş en dehşet verici yöntemlerle işkenceye tabi tutuluyorlardı. Çoğu zaman dayak süresince bir deri bir kemik aç bırakılıyorlar, hatta bazen intihara sürükleniyorlar” diyor Karl Marx (Kapital 1. cilt)

Kapitalizm işçi sınıfının kadın ve erkekleri üzerinden olduğu kadar çocuk bedenlerinde emeği ve kanı üzerinden yükseldi.

Dişlerinden ve ağızlarından kan damlayan kapitalist ilkel sermaye birikiminin yoğun bir emek sömürüsü ve artı-değer sömürüsüne ihtiyacı vardı doğası gereği. Kadın-çocuk demeden, maden-dokuma, fabrika fark etmeksizin üretime çekiyordu. Tüm feodal ilişkileri, aile bağlarını koparıp, insanı insana bağlayan katı nakit ödemeden başka hiç bir bağ bırakmadı.

Peki ya şimdi? Teknolojinin, bilimin, endüstri ve sanayinin geliştiği bir dönemde çocukların masum bedenlerinin hala sömürünün çarklarına takılı kalmış olması ne kadar kabul edilebilir? İstismar edilmesi, evlendirilmesi, ruhunun-bedeninin paramparça edilmesi ne kadar katlanılır bir durum?

Baskıya, şiddete, sömürüye, tacize maruz kalan yoksul çocuklar bu koşullar altında insani duyguyu, yeteneği ne kadar koruyabilir ki? Koruyamaz! Bütün yıkımların çürümüşlüğün dayandığı noktaya varıp çıkıyoruz yine. Alt yapı çözülmedikçe, üst yapıda istenilen reformlar, yenilikler ya da yasal düzenlemeler istendiği kadar yapılsın yine de kalıcı çözümler olmayacaktır. Çünkü “kapitalist üretim sadece meta üretimi değil esas olarak artı-değer üretimidir. Emekçi kendi için değil, sermaye için üretir. Bu nedenle artık üretmesi yetmez, Artı-değer üretmek zorundadır” der Karl Marx (kapital 1.cilt). Varlığını sürekli meta üretimi ve artı-değer sömürüsüne dayandırmış bir sistem ne doğayı, ne işçiyi, ne kadını, ne de çocukları önemser. Onun için önemli olan yegane şey kârdır. Ve doğa, kadın-erkek, çocuk hepsi kapitalizm için metadan başka bir şey değildir. Bu nedenle kapitalizmin tahribatı soyut bir kavram değildir. “Doğanın geri dönüşsüz tahribatı, işsizlik, savaş, ekonomik yıkımlar ve küresel çapta işlediği ölçüde, insanlık tür-cinsini bir karar verme noktasına taşır. Ya türün devamlılığı için azınlığın çıkarları lağvedilir ya da tür kendi yok oluşuna gider.” (S.Berdan, Yeni Evrenin Devrimleri)

Artık bizim için kararı uygulamaktan başka seçenek kalmamıştır. Bu kararı almadaki bir tek nedenimiz, çocuklara mutlu bir gelecek bırakmak bile olabilir. İnsanlığın bugüne kadar ürettiği tüm zenginliği asalak sınıfın elinden alarak toplumsallaştırmaktır.

Üretici güçlerin, üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyetini toplumsallaştırdığında, işçi sınıfının iktidarında eskiye dair ne varsa köhne, çirkin olan her şey parçalanacak. İşçi sınıfının iktidarı proleter kültürü ile “yeni insan”ı yaratacak.

Çocukları sömürünün, çürümüşlüğün çarklarından koparıp “eskinin ölü eli”nden kurtaracak. Ve çocuklarımız, komünist toplumumuzun “Yeni İnsan”ı olacak, çocuklarımız birer cevher gibi yeniden işlenecek. Eski kabuğu çatlatarak filizlenen yeni anlayışın göstergeleri olarak toplum içinde önemli yer tutacaklar.