İçinden geçmekte olduğumuz günler, herkesin "ateşli bir sabır"la beklediği günler... Neyi mi bekliyoruz? İsyan borusunu üfleyecek olan işçi sınıfı ve emekçi halkları... Aynı zaman dilimine "sabırsızlık zamanı" demek de mümkün; sabrın tükendiği, bıçağın kemiğe dayandığı bir tarihsel süreç...
Gelişmeler karşısında umutsuzluğa, karamsarlığa kapılanların bu bahiste yerleri yok. Onlar, "zamanın ruhu", "zamanın ruhu" diyerek ruhsuzlaşmayı seçmiş durumdalar. Devrim tarihinde, değil bir virgül, nokta kadar bile bir yerleri olmayacak...
Hemen başta şunun da belirtilmesi gerekir ki, devrim süreci öylesine ayıklayıcı ve ayırdedici bir süreçtir ki, her zaman en doğrusunu söyleseniz dahi, eğer söylediğinizle kalıyor, söylediğinizi pratiğe geçirme konusunda gereken hız ve kararlılıkla hareket edemiyorsanız, tarihe not düşmekle kalıyor, nesnelliğe pratik olarak bir etkide bulunamıyorsunuz demektir.
Denilecektir ki, "nesnellik adı üstünde nesnelliktir, yani özneden bağımsız verili koşullardır". Oysa verili koşullara teslim olmakla, verili koşulları devrimci tarzda değişime uğratmak tam da devrimciliğin turnusoludur. Devrimci insan odur ki, hiçbir şeyi kendiliğindenciliğe bırakmaz, değiştirmek için müdahale eder ve sonuçlarıyla da korkmadan yüzleşir. Burada önemli olan değişim için geçerli olan momenti kaçırmamaktır. Doğru zamanda, doğru yerde yapılmış doğru bir müdahale, tarihin akışını değiştirebilir. Rusya'da Lenin ve yoldaşlarının, Küba'da Fidel ve 26 Temmuz Hareketi'nin müdahaleleri böylesi müdahalelerdir. “Dün erkendi, yarın geç olacaktır; şimdi tam zamanı” diyerek, yerinde ve zamanında yapılmış müdahaleler, tarihin akışını değiştirmiştir.
Bugün hayranlıkla baktığımız pek çok tarihsel eylem, aslında tarihin kendi akışı içinde "zorunlu olaylar dizgesinin zorunlu bir sonucuydu". Olayların nesnel akışı, öznel faktörün müdahalesini zorunlu kılan bir aşamaya gelmişti ve işte tam da bu anda öznel faktörün, üzerine düşen tarihsel görevi başarıyla yerine getirmesiyledir ki, tarihin akışı değişti.
Devrim, pratik bir iş, "dünyanın en pratik işi"(Engels) olduğuna göre, önlerine devrim yapmayı hedef olarak koyanların artık işe pratik olarak girişmiş olmaları gerekirdi. Oysa bizde devrim üzerine bir araba dolusu laf edilir; işin teorik anlamda ıcığı cıcığı çıkarılır; programlar yazılır; ama gelin görün ki, iş ileriye doğru pratik bir adım atmaya gelince, orada sakat bir beygirin bir çukurun önünde duralaması gibi durulur ve devrim bir kez daha Kaf Dağı'nın arkasına sürülür.
Bunun en gözle görünür örneğini biz Gezi Ayaklanması sırasında yaşadık. Devasa eylemlerin içinde yeralan "öncüler"in bir çoğu olaya hala "direniş" olarak bakıyor, devrimi pratik olarak örgütlemeye girişmek yerine Taksim Dayanışması'nın talepleri arkasında saf tutmayı yeterli görüyorlardı! Ayaklanmanın geldiği aşamayı göremiyor, işçi sınıfı ve emekçi halklara karşı duyulan o güvensizlikle oradan bir devrim çıkmayacağını düşünüyorlardı. Zaten ayaklanma geriye çekilince yazdıkları yazıların çoğunda "direnişin kırıldığı/yenildiği" üzerinde durdular. Demek ki, ayaklanma ve devrim pratik bir hal alsa bile bizim ortalama sol siyasetler ona kendi teorik çerçevelerinden bakmaya devam edecekler; kafalarındaki şablona uymayan her şeyi "büyütmeye gerek yok; sadece bir direnişti" diyerek bir kenara itecek ve kafalarındaki şablona uygun devrim deneyimi aramakla uğraşacaklardır!
Oysa Gezi Ayaklanması'ndan önce de sonra da Türkiye ve Kürdistan'da artık Marx'ın deyimiyle "Almanca konuşma" döneminin geride kaldığı, "Fransızca konuşma" döneminin öne çıktığı görülebilecektir. Bazılarının iddia ettiği gibi dönemin ya da onların deyimiyle söyleyelim, zamanın ruhu, kaos ve belirsizlik değildir. Tam tersine, zamanın ruhu, devrimdir; dünyanın devrimlerle değişimidir.
Bugün 3.Dünya Savaşı'nın yaşanıyor oluşu, bu gerçekliği değiştirmiyor. 3. Dünya Savaşı, ekonomik, siyasi ve askeri anlamda devam ediyor; gezegenin ve insanlığın geleceğini tehdit ediyor. İnsanlık bir kez daha, dünya üzerindeki savaş tehdidini ortadan kaldırmak için emperyalist-kapitalist sisteme son verilmesi gerektiğini görüyor. Aksi halde emperyalist-kapitalist sistem altında "barış"ların geçici bir ateşkesten başka bir şey olmayacağını, savaşların da er ya da geç devrimlere yol açacağını bizzat yaşayarak görüyor.
Ve şimdi bizler de devrimleri yazmanın, devrim hakkında yazmanın, devrimci olmanın ve devrim yapmanın; ve devrim olmanın aynı şeyler olmadığını yaşayarak görüyoruz. Tüm hayat bize sözle eylem arasında bir tutarlılık olmasının zorunlu olduğunu, aksi takdirde tarihin hiçbir kişiyi, partiyi ya da sınıfı kendiliğinden liderlik katına yükseltmeyeceğini gösteriyor. O halde şimdi önemli olan cesaret ve kendine güvenle pratik olarak ilerleyen devrim sürecine katılmak, sürece devrimci müdahalelerde bulunmak ve yığınların iktidarla arasında oluşmuş bulunan mesafeyi kapatmasına yardımcı olmak öncelikli görevdir. Bunun için her zamankinden daha fazla umutlu olmak ve başaracağımıza kesin bir inanç gerekiyor.
O halde, toplayın bütün umutları; ataleti yenin; cesaretle ilerleyin! Hatırlayın, şimdi devrim zamanı!
Umut, daima...
Ali Varol Günal