Nuçe Ciwan, TKEP/L Leninist Gerilla Birlikleri Raperin Sinan’la 25 Kasım üzerine yapılmış bir röportajı yayınladı. Raperin Sinan’ın röportajını paylaşıyoruz:


Soruları cevaplamaya geçmeden önce; savaşın bütün mevzilerinde bulunan, mücadele alanlarını an olsun terk etmeyen kadınlarımıza, yoldaşlarımıza, halklarımıza sesimizi taşıdığınız için teşekkür ederiz.

Devrim, uzun ve ısrarlı bir yürüyüşle varılabilecek yolun kendisidir. Ve bu yolda yürüme cüreti gösterebilen kişidir devrimci. Bugün yaratılmış olan devrim deneyimleri ve mücadele tarihimiz cüretli yolcuların bizlere bıraktığı mirastır. Sınıf mücadelesinin yılmaz savaşçıları olan ve kadın mücadelemizin yolunu açan, o yolda yürüyen binlerce cüretli yolcuya selam olsun! Devrimci savaşta bizlere öncülük etmiş bütün kadın savaşçılarımızın mücadeleleri ve anıları yolumuza ışık tutmaya devam ediyor.

Dünyanın her bir köşesinde yaşamı var etmek adına çıkılan bu yolda silahlarını kuşanan kadın yoldaşlarımıza selam olsun!

Faşizmin zorbalığını yok etmek adına bulunduğu bütün alanları mevzisi bilen kadın mevzidaşlarımıza selam olsun!


Dünyanın hemen her yerinde ezilenler ve ezenler arasında derinleşen bir savaş söz konusudur. Sürece dair neler söyleyebilirsiniz? Ve biz kadınlar bu sürecin neresindeyiz?

Sizin de belirttiğiniz gibi, dünya üzerinde halklar ve sermaye arasında uzlaşmaz sınıf çelişkilerinden doğan ve kapitalist sistemin ömrünü tamamlamış olmasıyla açığa çıkan kriz durumu savaşı derinleştirdi. Sınıflar arası çelişkilerin derinliği safları keskinleştirmiştir. Ve bu savaş, “Emeğin İktidarı” kurulana kadar da derinleşmeye devam edecektir.

Ezilen halklar, vahşi kapitalizmin çarkında sıkışmış işçiler-emekçiler, yaşam hakkı tanınmayan kadınlar ve geleceksizleştirilmiş gençler için savaş; bu köhnemiş sistemi yerle bir etmek, emeğin iktidarını kurmak ve yeni bir dünya inşa etmek demektir. Sermaye ve onun temsilcilerinin savaşı ise sömürü çarklarının dönmeye devam etmesi için iktidarlarını ellerinde tutmaya çalışmasından başka bir şey değildir.

Türkiye ve Kürdistan topraklarında yaşanılanlar savaş gerçekliğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir. Dinci-faşizmin içerisinde bulunduğu ekonomik-siyasal krizi aşmak adına yeni işgal girişimlerine kalkıştığını ve hazırlık sürecinde olduğunu biliyoruz. Garê’den sonra da Metîna, Zap ve Avaşîn’ne saldırdı fakat oradan da beklentilerini karşılayamadılar. Gerillalar yürekleriyle, iradeleriyle direndiler ve işgalci orduyu püskürtmeyi başardı. Hiç zaman kaybetmeden yine aynı strateji ile hareket eden dinci-faşizm bu seferde gözünü Rojava’ya dikti. Rojava’da bugün fiili olarak bir savaş başlamamış gibi görünse de bu büyük bir yanılgıya götürür. Faşist TC ordusu nokta saldırılar ile devrim topraklarını vurmaya çoktan başladı.

Bizler bu sürecin neresindeyiz? Toplumun yarısını oluşturan, üretimin yarısını oluşturan, yaşamın yarısını oluşturan bizler elbette içerisinde bulunduğumuz koşullardan da bağımsız değiliz. Böyle bir durum mümkün de değil. Savaşın her aşaması, hem etkilendiğimiz hem de etkilediğimiz koşulları yaratmaktadır. Açlık, yoksulluk, yoksunluk, işsizlik, geleceksizlik, yaşamdan kovulmak, baskı, şiddet, işkence ve yaşam hakkımızın elimizden alınması. Fiili savaşın içerisinde bu saydığımız koşullar daha çıplak daha can alıcı bir yerde durmaktadır. Bu saydıklarımız yaşanılanlar lakin buradan umutsuzluğun resmi çıkartılmamalıdır. Aksine bu koşullar bizlere savaşmak için nedenler yaratmakta ve nihai sonuca taşıyacak iradeyi açığa çıkarmaktadır. Bizler ne kadar düşman için ne denli tehdit oluşturuyorsak o denli saldırganlaştığını çok iyi anlamamız gerekiyor. Bizler bu savaşta hareket ediyor, ilerliyor, savaşıyor ve gerçek kurtuluşumuz olan emeğin iktidarını örgütlüyoruz.


25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne az kaldı. Bugün biz kadınlar için ne ifade eder?

25 Kasım 1960, coğrafyamıza çok uzak olan bir adada üç savaşçı kadının mücadele tarihine iz bıraktığı ve unutulmaksızın hafızalarımıza kazındığı tarihtir. Bu ada bugün Dominik Cumhuriyeti adıyla bilinen, Karayipler’de bulunan ve Avrupalıların Amerika kıtalarında oluşturdukları, o zamanlar yalnız siyahi yerlilerin yaşadığı, ilk sömürge yerleşim birimlerindendir.

Kadınların güçlenen direnişinin geçmişte diktatörleri yıktığına bugünde bu temel üzerinden ilerlediğine dikkat çeken Raperin Sinan şöyle devam etti: “Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da.” diyerek mücadeleye atılan, Patria Mercedes Mirabel’in öncülüğünde Clandestine Hareketi’nin kurulmasıyla beraber diktatörlüğe karşı amansız bir savaşa girişirler. Mirabel Kardeşler, halklarının özgürlüğü için mücadele ederek, diktatör Rafael Leonidas Trujillo’ya meydan okumuşlardır. Diktatör Trujillo iktidarına tehdit olarak gördüğü iki tehlikeden biri “Mirabel Kardeşler”dir. Diktatörlük tarafından ağır baskılara maruz bırakılmış ve hapis cezalarına çarptırılmışlardır. An olsun savaş mevzilerinden bir adım geri atmamış ve mücadele yolunu sabrın ve iradenin ısrarı ile örmeye devam etmişlerdir.

Baskı ve şiddetle geri adım attırılamayınca, 25 Kasım 1960’da diktatörlüğün askerleri tarafından tecavüz edilip vahşice katledilirler. Mirabel Kardeşler’in katledilmeleri Dominik’te büyük bir tepki uyandırdı. Direniş güçlendi ve bir yılın sonunda diktatörlük devrildi.

25 Kasım biz kadınlar için ne demektir? Asla bir anma gününden ibaret değildir. Biz kadınlar için 25 Kasım baskı ve şiddetin her biçimine karşı verilmiş, verilen ve verilecek olan bir savaşın ilanıdır. Patria Mercedes Mirabel’in dediği gibi bu yoz ve zalim sisteme karşı mevzileri terk etmemektir. Yarını yaratabilmek adına bugününden vazgeçenlerin cüretidir. Bütün zorlu koşulların karşısında yürümek ısrarına sarılanların iradesidir. Hedefe kilitlenmiş savaşçıların zafere susamışlığıdır.

“Belki de bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz.” diyen Maria Mirabel bugün bizlere mücadele perspektifini açıkça işaret etmektedir. Faşizme karşı savaşmaktan başka bir koşulumuz olmadığını ortaya koymaktadır.


25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nü yaratan koşullar bugün için de geçerli midir? Faşizmin halen ilk kadınları hedef almasını, her geçen gün arttırdığı baskı ve şiddet politikalarını nasıl yorumlamalıyız?

Bugün hala erkek egemen sistemin kadınlara yönelik saldırıları katmerleşerek devam etmektedir. Kadına yönelik şiddet o gün olduğu gibi bugünde bizzat erkek egemen sistem tarafından örgütlenip, sistematik bir şekilde uygulanmaktadır.

Marx bir yazısında; “Köhnemiş olandan en çok çekenler, yeni olan için en büyük azimle kavgaya atılacak olanlardır” der. Tarihler boyunca devam eden ve sistem değiştikçe de sömürü biçimi gelişen erkek egemen sistem anlayışında da ilk hedeflenen kesimin kadınlar olması bir tesadüften ibaret değildir. Ekonomik sömürüsünden tutunda beden sömürüsüne kadar, sömürünün her biçimine maruz bırakılmış kadınlar daha kolay sistemden kopuş yaşamaktadır. Bu kopuş onları savaşın ön saflarına taşıyor. Kadınların her geçen gün daha büyük yığınlar halinde devrim cephesinde yer alması, sistemle her alanda uzlaşmayıp çatışması, sınıflararası son kapışmaya doğru giden yolu örgütlemesi dinci-faşizmin krizini derinleştiriyor.

Üretim sürecinin her noktasında yer tutan kadınların toplumsal başkaldırısı ile karşılaşıldığında sınıflar arası güç dengesini işçi sınıfının lehine çevireceği su götürmez bir gerçek.

Tekelci sermaye bunu çok iyi bilmektedir. Bu savaşımdan zaferle çıkmak için, dinci faşist iktidar eliyle en otoriter araçları devreye sokuyor. Dinci faşizm, emekçi halkların kadın yarısını toplumsal mücadeleden uzaklaştırabilmek için, kadınlara yönelik her türlü saldırının, şiddetin ve baskının önünü açıyor ve örgütlüyor. Bunun en büyük sebebi ise kadınları ve kadının kurtuluş mücadelesini iktidarına bir tehdit olarak görmesidir. Kadınları mücadeleden uzak tutmak için toplumun gericiliğini son noktaya kadar kullanma çabasındadır. Bunu yaparken tek amacı ezilen kesimleri bölerek güçsüz bırakmaktır. Bölünmüş bir ordu savaşta zafer elde edebilir mi?

Erkek egemen sistemin ona biçtiği toplumsal rollere başkaldıran, isyan eden, savaşan kadınlar örgütlü kadın mücadelelerini, Birleşik Devrim’in harcına kanalize ettiğinde zafer kaçınılmaz olacaktır.


Mücadele tarihimize baktığımızda, faşizme karşı mücadele eden, savaş meydanlarını an olsun terk etmeyen ve kadın mücadele tarihimizi yazmaya devam eden kadınlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Kadın mücadelesi her zaman öncüllerini yaratmıştır. Ve bu öncüllerin açtığı ve yürüdüğü yolun devamcıları olarak ardıllarımıza bırakacağımız mücadele perspektifimizin bilincindeyiz. Bugüne kadar çok yol katedildi, zafere her seferinde biraz daha yaklaştık. Yeri geldi dağda, yeri geldi şehirde, yeri geldi fabrikada, yeri geldi mahallelerde verilen savaşın getirilerini sırtlandık ve sırtlanmaya da devam ediyoruz. Bugün bu kadar emin konuşabiliyorsak dünün pratiğinin mirasçıları olmamızdan kaynaklandığını biliyoruz. Dünün pratik ve politik birikimleridir bugünümüzü var eden.

Bulgaristan, Vietnam, Makedonya, Çekoslavakya, Rusya, İngiltere, Filistin, Meksika, Nijerya, Hindistan, Filipinler, Uruguay, Küba, Almanya, Amerika, Cezayir, Lübnan, Japonya,Çin, Nikaragua Türkiye, Kürdistan ve daha adını sayamayacağımız birçok ülkede erkek egemen sistem ve onun temsilcilerine karşı silahlanan kadınların mücadele deneyimleri ile doludur.

Kadınların Dünya üzerinden geliştirdiği örgütlü mücadeleye dikkat çeken Raperin Sinan konuşmasına şöyle devam etti; RAF’ta Gudrun, Kızıl Tugaylar’da Margherita, ETA’da Izaskun, IRA’da Dolores, Bulgar Komünist Partisi’nde Elena, FHKC’de Shadia, FSLN’de Luisa Amanda olduk. Farklı ülkeler, farklı politik çizgiler, farklı savaş koşulları mevcut olsa da aynı olan tek birşey vardır. O da silahlı mücadeledeki yerlerini etkin bir biçimde doldurmalarıdır. Bugünde aynı bilinçle Türkiye ve Kürdistan topraklarında varlığımızı devam ettiriyor, silahlı mücadeledeki yerimizi dolduruyor, devrim cephesinin zaferi için; geçmişimizi kuşandık geleceğe yürüyoruz. Geleceğe uzanan bu yolda “Leninist Kadınlar” olarak biz de varız. Partimizin kadın öncüleri olan Aysun’umuzun, Sibel’imizin, Aynil’imizin yolunda bizlerde tarihsel rolümüzü üstlendik. Onların bizlere bıraktığı “Leninist Sancağı’’ savaşın bütün cephelerinde dalgalandırmaya devam ediyoruz. Biz kadınlar örgütlü gücümüzü devrimin harcına katıyor, yeni bir çağın önünü açıyoruz.


Son olarak Mirabel Kardeşler’in mücadele perspektifleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Biz kadınlar, tıpkı 25 Kasım’ı yaratan Mirabel Kardeşler’in diktatörlüğe karşı gösterdikleri dirençle sokağa çıkıp faşizme karşı “İtaat etmiyoruz, Savaşacağız!’’ diyeceğiz.

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.” diyen Minerva Argentina Mirabel’in de ifade ettiği gibi yaşanılanlara seyirci kalmayacağız. Düşman ne kadar saldırırsa saldırsın sinmeyecek, sonuna kadar savaşmaya devam edeceğiz. Mirabel Kardeşler’in bizlere çizdiği mücadele perspektifi nettir. Biz kadınlara yaşam hakkı tanımayan bu erkek egemen sistem karşısında mücadele etmenin bir zorunluluk olduğunun göstergesidir. Mirabel Kardeşler’den kadınlara kalan büyük bir miras var. Hiçbirimiz hayatlarımız pahasına mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.

61 yıl önce Dominik Cumhuriyeti’nde Trujillo Diktatörlüğü, katlettiği Mirabel Kardeşler şahsında erkek egemen sistem karşısında susmayan, itaat etmeyen ve özgürlük isteyen kadınlara gözdağı vermeye çalıştı. Aradan geçen onca yıl bir kez daha gösterdi ki erkek egemen sistemin her türlü baskı, şiddet ve katliam politikalarına rağmen kadınlar özgürlük mücadelesinden geri durmadı, durmayacak. Mirabel Kardeşler’in isyanı ve mücadelesi erkek egemenliğinin korkusu olmaya devam ediyor ve etmeye de devam edecek. Kelebeklerin kanat çırpışı bir diktatörlüğü yıktı. Şimdi binlerce kelebeğin kanat çırpışı tüm dünyaya yayıldı. Bu gerici sistem yıkılacak, özgür bir dünya yaratacağız.

25 Kasım’ı yaratan üç cüretli yüreği, üç savaşçı kelebeği yeniden selamlıyorum. Onların ve ölümsüzleşen tüm kadın yoldaşlarımızın şahsında “Ya Devrim Ya Ölüm’’ şiarıyla, Birleşik Devrimimizi gerçek kılacağımızın sözünü veriyoruz.