Gözlerimizi Türkiye ve Kürdistan’a çevirdiğimiz zaman ülkenin bir yangın yerine dönüştüğünü görüyoruz.

Ülkenin pek çok bölgesinde ortaya çıkan orman yangınları, Van’da ve Karadeniz’de meydana gelen sel felaketleri, mevsimlik olarak çalışan Kürt işçilere karşı yapılan faşist saldırılar, Konya’da Kürt bir ailenin katledilmesi, Suriyeli ve Afgan mültecilere yönelik yükseltilen ırkçılık, Azra Gülendam Haytalıoğlu’nun vahşice katledilmesi, giderek artan intiharlar, ekonomik krizin yarattığı işsizlik, yoksulluk, geleceksizlik… Ve daha uzayıp gidecek bir dizi olay.

Art arda yaşanan bu olaylar dinci faşist iktidarın yönetemediğini ve yıkımının çok yakın olduğunu gösteriyor. Köhnemiş ve tepeden tırnağa gericileşmiş olan burjuvazi ve dinci faşist iktidar bir taraftan sermaye egemenliğini korumaya, ayakta tutmaya çalışıyor; diğer tarafta devrimci kitlelere, çocuklara, kadınlara olan saldırılarını arttırıyor. Bu saldırılar pandemiyle birlikte büyük bir artış gösterdi. Her gün kadınların katledildiği, tecavüze uğradığı ya da kaybolduğu haberlerini okuyoruz. Bununla beraber savaş ya da salgın dönemlerinde en çok kadınların hedef alındığını da görüyoruz.

Pandemiyle birlikte derinleşen ekonomik kriz sonucunda, işten ilk çıkarılan kadınlar oldu. Temizlik, çocuk, yemek üçgeni sarmalına sıkıştırılmış kadın, pandemi döneminde daha fazla baskı altına alınarak gittikçe eve hapsoldu. Evde abi, akraba, eş tarafından psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kaldı.

Yapılan araştırmalara göre pandemi sürecinde kadınların %73’ü şiddet çeşitlerinden en az birine maruz kaldı. 2020’de 300 kadın katledildi ve katledilen kadınların büyük çoğunluğu evinde öldürüldü.

2021 yılının ilk 6 ayında ise 130 kadın katledildi. Günlerdir kendisinden haber alınamayan üniversite öğrencisi Azra Gülendam Haytaoğlu, emlakçı bir erkek tarafından katledildi. 18 yaşındaki Edanur tecavüze uğradığı için şikâyetçi oldu, şikâyet ettiği kişiler tarafından tekrar tecavüze uğradı ve intihar etti. Aleyna Çakır’ı katleden ve serbest bırakılan Ümitcan Uygun’un evinde bu sefer Esra Hankulu ölü bulundu. 5 Ocak 2020’den beri kayıp olan Gülistan Doku 575 gündür hala bulunamadı. Birkaç ay önce Elmalı’da cinsel istismara maruz bırakılan iki çocuk yaşadığı istismarı çizerek anlatmıştı. İstismarcı aile ise adli kontrolle serbest bırakıldı...

Her gün sistematik bir şekilde devam eden kadın katliamları katmerleşmiş durumda ve kadınlarla çocuklar çok ağır bir saldırı altındalar. Katilleri cezalandırmayan, onları birkaç hafta içeride tuttuktan sonra serbest bırakan, kravat taktığı için iyi hal indirimi veren, Ensar Vakfında cinsel istismara uğrayan çocuklar için “Bir kereden bir şey olmaz” diyenler bütün güçleriyle tecavüzü, cinsel istismarı, şiddeti meşrulaştırmaya devam ediyor.

Eşi tarafından uğradığı şiddet sonucu sosyal medya üzerinden sesini duyurmaya çalışan, kauçuk fabrikasında çalışan Hürrem Kartal: “Ülkemizde birçok kadın eşlerinin, sevgililerinin, erkeklerin şiddetine maruz kalıyor, bu yüzden kendimi güvende hissetmiyorum.” diye anlatmıştı Mücadele Birliği Gazetesi’ne. Kapitalist sistemde bulunduğu her alanda kendini güvensiz hisseden kadın, ev içinde de güvende olmayıp büyük bir baskıya maruz kalıyor. Sokakta, iş yerinde, metroda, parkta, okulda… Kısacası her alanda yok sayılıyor, saldırıya uğruyor. Markette kasiyer olarak çalışan bir market işçisi indirim ürünlerini sayarken “Orkid var” dediği için erkek müşteri tarafından saldırıya uğruyor. Erkek egemen kapitalizmde dinci gerici bir eğitim gören insanlar “ped” kelimesinin ayıp ya da günah olduğunu düşünüyor. Kadınların temel ihtiyacının ücretsiz bir şekilde satılması gerekirken yasaklanıyor ya da ağır vergilerle satılıyor.

Sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil, dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar dinci, gerici erkek egemenliğine karşı savaşıyor. Afganistan’da Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesiyle birlikte kadınlar bu vahşi güruhun getirdiği şeriat ile çok büyük acılar çekiyor. Kadınlar şeriat kanunlarına göre yaşamak zorunda bırakılıyor; bu kurallara uymayanlar kırbaçlanarak cezalandırılıyor ya da idam ediliyor. Kadınların çalışması, okula gitmesi, tek başına dışarı çıkması yasaklanırken; zina yapmakla suçlanan kadın sokak ortasında taşlanıyor. Taliban kadınlara ve çocuklara barbar bir şekilde saldırıyor, kadınlar ise Kabil’de Cumhurbaşkanlığı Sarayı önünde “Haklarımızı İstiyoruz” yazılı pankartlarla Taliban’ı protesto ediyor.

Türkiye’de dinci faşizmin tepesindeki zat ise konuşmasında “Taliban’dan farkımız yok.” açıklamasını yapıyor. Evet dinci faşist iktidarın ve temsilcilerinin Taliban’dan bir farkı olmadığını biliyoruz. Fakat kadınlar bulunduğu her alanda bu zihniyete karşı mücadele ediyor. Dünyanın her yerinde bu saldırı ve baskılara rağmen geri adım atmıyor. Kadınlar sürekli ezildikleri ve ikinci plana atıldıkları için bu sisteme karşı başkaldırıyor. Ayaklanmalarda en ön saflarda yer alan kadınlar özgür bir yaşamın özlemini çekiyor. Gezi Ayaklanması’nda, Rojava'da, Şili’de, İran’da, Irak’ta kadınların mücadelesi dünyadaki tüm kadınları cüretlendiriyor.

1 Temmuz’da İstanbul sözleşmesinin feshedilmesiyle birlikte sokakları isyan sloganlarıyla dolduran kadınlar büyük bir yankı uyandırdı. Afganistan'da Taliban'a karşı yeni bir yaşam inşa etmeye çalışan “Haklarımızı istiyoruz” diyerek öne atılan kadınlar da cesaret kaynağı oldu. Kadınlar dün olduğu gibi bugün de dünyanın neresinde olursa olsunlar mücadeleleriyle, devrimci eylemleriyle diğer kadınlara büyük bir umut ve cüret kaynağı olmaya devam ediyor.

Barikatları yıkan kadınların cüreti bir kez daha yaşadığımız sorunların sokak eylemleriyle çözüleceğini gösteriyor. Kadınların sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız ve özgür yaşayacağı bir yaşam devrimci bir mücadeleyle kapitalizmi yıkıp sosyalizmi inşa etmekle olacak!

SARYA