25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü'nde, dünyanın hemen her yerinde kadınlar, şiddete, cinayete, tecavüzlere karşı sesini yükseltti.
Emekçi Kadınlar olarak biz de Şişli Ayışığı Sanat Merkezi'nde kadınlar olarak toplandık ve kadın olarak sorunlarımızı konuştuk. Konuya ilk olarak güne adını veren, Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşı savaşan ve tecavüze uğrayıp katledilen Mirabel Kardeşler'in hikayesi ile girildi.
Şiddet deyince akla dayak vb gelse de, bağırmaktan para vermemeye kadar pek çok şeyin aslında şiddet olduğu söylendi ve şiddetin türlerine değinildi.
Konu kadınların yaşantılarının neredeyse bir parçası olunca, kadınlar birbiri ardına konuşmaya başladı. Herkesin söyleyecek birşeyleri vardı bu konuda. Okunanlar, yaşananlar, duygular... Bir kadın, tarihte sömürülen ilk kesimin kadın olduğunu ve o zamandan beri her fırsatta baskı altına alınmak istendikleri, cadı olarak yakıldıkları, baskı ve yasaklarla çevrildikleri anlatıldı. Günümüzde çoğunlukla, yaşanılan ekonomik sorunların evde kadına ve çocuğa yönelik şiddet olarak dışa vurduğu saptaması yapıldı.
Tecavüze uğrayan kız çocuklarının ya da kadınların “duyulursa ne derler” diyerek yaşadıklarını anlatmaktan kaçındığı, bunlara karşın bakanın, kadın bir bakanın “bir kereden bir şey olmaz” dediği hatırlatıldı.
Bir başka kadın da, ünlü düşünür Jean Jack Rousseau'nun “Toplum Sözleşmeleri”nden kadınlara yönelik bölümü okudu. Yayınlandığı dönemde dünyada önemli bir yer edinen “Toplum Sözleşmesi”nde kadınların ikincil ve zayıf bir cins olarak nasıl resmedildiğini gördük. Bu “Toplum Sözleşmesi”, Olimpia De Gouges'in “Kadın Hakları Beyannamesi” ile yanıtlandı. Olimpia De Gouges “Kadınlara darağacına çıkma hakkı tanınıyorsa kürsüye çıkma hakkı da tanınmalıdır” dedi; mücadelesi giyotinle son bulsa da, kadın hakları mücadelesinde önemli bir yere sahip oldu.
Kelebekler diye anılan Mirabel Kardeşler üzerine bir yazı okundu.
Bir kadın, yaşadığı bir bireysel şiddeti anlattı. Polisin, komşuların, kimsenin müdahale etmemesi, sonrasında karakolda da ilgilenmemesi, görüntü kayıtlarının yokedilmesi vb anlatıldı.
Birkaç sene önce İzmir'in emekçi semtlerinde kadınlarla yapılan bir ankete değinildi. Kadınların çoğunun yedikleri birkaç tokatı şiddetten saymadığı, “hakedilmişse şiddet değildir” anlayışı tartışıldı.
Kadınlara haklarının verildiği ilk yerin Sovyetler Birliği olduğu, hatta en “gelişmiş” ülkelerde dahi kadınların seçme-seçilme hakkı yokken ilk kadın büyükelçinin SSCB'li bir komünist, Aleksandra Kollontay olduğu hatırlatıldı.
Söz sözü açtı. İçilen çaylarla kadınlar yaşadıklarını anlattı ve çözüm olarak ne yapmak gerektiği soruldu, örgütlenmek ve mücadele etmek gerektiği sonucuna varıldı.
Biz kadınlar bütün tarihsel süreçler boyunca bize dayatılan ikincil konumumuza karşı hep mücadele ettik, bugün de mücadeleyi sürdüreceğiz. Biliyoruz ki, Özgürlüğümüz kendi ellerimizde...