Baskınlar, belediyelere kayyumlar, işkenceler, tutuklamalar... Sıra vekillere geldi. “Kibarca” zindan yolu gösterildi üç vekile daha. Zaten parti başkanları ve pek çok yöneticisi zindanda rehin tutuluyordu. Artık sıra, kalan vekillere geldi.
Emekçilere, Kürt halkına, tüm devrim güçlerine, velhasıl toplumun geneline karşı savaşmaktan başka bir şey yapamayan dinci faşist iktidar ve tekelci sermayenin faşist devletinin bu adımı elbette şaşırtıcı değil. Herkes biliyor, görüyor ve bekliyordu. Kuşkusuz eli kolu bağlı beklemek anlamında değil!
CHP’liler bağırıyor, “bu, parlamentoya yapılmış darbedir!” Benzer tepkiler dönem dönem HDP’lilerden de geliyor. Normal şartlarda bile etki alanı sınırlı olan burjuva parlamentonun Türkiye’de geçmişte de pek bir hükmü yoktu. Saray’ın tüm ipleri ele aldığı dönemde ise bir hiç konumuna geldiğini dile getirmeyen yok. Boş bir kabuk bile değil artık!
“En demokratik” denen ülkeler dahil, burjuva parlamento dediğiniz, iktidar aygıtında hükmü sıfıra yakın bir etkenden başka bir şey değildir. Hiçbir zaman bundan fazlası olmadı, bundan sonra da olmayacak. Güçler dengesine göre belirli bir hareket alanı kazandı, belirli rol üstlendi dönem dönem. Daha doğru bir ifadeyle, sınıfsal güçlerin toplumsal siyasal yaşamda oynadıkları rolü belirli bir prizmadan geçirerek yansıttı kimi zaman. Ama “en demokratik” veya “en köklü demokrasi” olan ülkelerde bile, bundan fazla bir hükmü olmadı. Her kritik anda onun bomboş bir yanılsama olduğunu bizzat ilan etti burjuvazi. Partilerin kapısına kilitler vurdu, vekilleri zindana doldurdu. Yasa denen şey elini kolunu bağladığında tereddütsüz kaldırıp bir kenara atıverdi hepsini.
Parlamento dediğiniz bir basit incir yaprağından başka nedir ki!
Yasal siyaset kanalları ve bunun parçalarından yalnızca biri olan parlamento, pamuk ipliğine bağlı güçler dengesine göre şekillenen bir alandır. Güçler dengesine göre daralır ve genişler. İşçi sınıfı elbette iki yüz yıllık savaşımının sonuçlarından olan tüm yasal imkanlardan faydalanmayı, bağımsız siyasetinin bir parçası olarak görür. Ama bırakın parlamentoyu/meclisi, bir bütün olarak yasal imkanlara körü körüne takılıp kalmaz. Hele de bizim gibi ülkelerde!
Tekrarlamakta fayda var. Parlamento da, bir bütün olarak yasal imkanlar da, güçler dengesine göre daralıp genişleyen alanlardır. Liberal denen, demokratik rejim denen bütün burjuva devletlerin tarihine bakın, istisnasız hepsinin tarihine, buna aykırı tek bir örnek bulamayacaksınız! Geçtik McCarthy kazanını, yahut kapitalist Almanya’da KP’nin yasaklanmasını. Öyle uzaklara da gitmeyelim. Bakın cici Avrupa Birliği’nin parlamentosuna... Anti-komünist yasaların mürekkebi kurumadı daha.
Şaşılacak olan, “meclisin bu hale düşmesi” veya “sivil darbe!!!” değil. Şaşılacak olan, parlamentoya yüklenmek istenen bu anlamsız abartılı değerdir.
Hatip Dicle olayı hatırlansın. O günün güçler dengesinde bir anlığına da olsa parti grubunu Amed’de toplayan HDP, devleti nasıl bir korkuya sürüklemişti. Çünkü “Augias Ahırı”nda kalıp aşağılanmaktansa alternatif bir iktidar odağı olarak ortaya çıkmak anlamına geliyordu Amed’i mesken tutması. Bu örneğin kendisi bile gerçek güç ilişkilerinin nerede yattığını ifade etmeye yeter.