2007 yılında, Sibelimizin annesi Sakine Sürücü ile yapılan bir söyleşiyi, ve annemizin anlatımlarını paylaşıyoruz:
Merhaba, bize 19 Aralık 2000 zindan katliamlarını, Sibel’i ve Ölüm Orucu süreci üzerine yaşadıklarınızı anlatır mısınız?
Ben, üç devrimcinin annesiyim. Sibel 19 Aralık katliamında Ümraniye Cezaevi’ndeydi. Kardeşi Zuhal’le aynı cezaevindeydiler. Hemen her hafta ziyaretlerine gidiyordum. Ziyaretteki konuşmalarımızda bana F tiplerinin yapılmaya başladığını anlattılar. O konuşmalardan sonra, beni ve ziyarete giden aileleri endişe kapladı. O dönemde Ulucanlar katliamı yaşanmıştı, ben de Ulucanlara ilişkin bir sinevizyon izlemiştim ve bununla ilgili bir broşür okumuştum. Gördüklerimden ve okuduklarımdan sonra Ümraniye’de de aynı şeylerin yapılabileceğini düşünüyordum ve endişe içindeydim. Bunun şakası olmadığını biliyordum, bu çok ciddi bir durumdu ve bizim başımıza da gelebilirdi.
Bütün aileler, analar, yüzlerce insan görüşe gidiyorduk. Sıra bile bulamıyorduk görüşe giderken. Çocuklarımızı görmek bizi mutlu ediyordu. Gecenin dördünde yola çıkıyorduk. Görüşlerde uzun uzun konuşuyorduk. F tipleri fikri canımızı çok sıkıyordu, F tiplerini konuşuyorduk. Neler yapabiliriz diye konuşuyorduk. Sibel çok akıllı bir insandı, onunla konuşurduk...
F tiplerini engellemek için biz de eylemlere başladık. Önce Cumartesi Annelerinden başladık sesimizi duyurmaya. Her Cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde toplanıp basın açıklaması yapıyorduk. Çoğu zaman bizi gözaltına alıp Vatan’daki Emniyet’e götürüyorlardı. Bizden çok, gençleri gözaltına almaya çalışıyorlardı. Çünkü onları alıp, provokatör olarak göstermek istiyorlardı. Biz de onların önüne atılınca bizi alıyorlardı.
Sesimizi duyurmak için çok uğraştık, çeşitli eylemler yaptık, gözaltına alındık. Mahkemelere çıkarıldığımızda savcıya, “benim iki tane çocuğum var içeride, ben çocuklarımın ölmesini istemiyorum. F tiplerinde ölecek çocuklarımız, F tiplerine çocuklarımın konulmasını istemiyorum ve bunun için eylemlere katılıyorum” diyordum. Aslında kimi kime şikayet ediyorduk ki? En son Boğaz köprüsünde bir eylem yaptık. Bundan birkaç gün sonra cezaevlerine saldırı gerçekleşti.
Sabahın erken saatlerinde cezaevlerine yapılan saldırıdan haberimiz oldu. Ailelerle bir araya gelip çocuklarımız hakkında bilgi almaya çalıştık. Ümraniye’nin kilometrelerce ötesinden kapatmışlardı yolları, bizi içeri almadılar. Çocuklarımızın başına bombalar yağıyordu, ama biz bir şey yapamıyorduk. Baroya, avukatlara gittik, onlar da bir şey yapamadılar. Bize televizyonlardan izlettiler çocuklarımızın katledilişlerini... Bir katliam yaşanıyordu, tam bir insanlık suçuydu bu... O günleri düşünmek bile istemiyorum.
Sürekli çocuklarımızdan haber almak istiyorduk, ama bir türlü alamıyorduk. Cezaevlerinden cesetler çıkmaya başladı, bu sefer hastanelere koştuk. Hastanelerden içeri bizi almıyorlardı. Ölenlerin sayısı bile belli değildi. 28 kişi olduğunu öğrendik daha sonra. Bir savaşta bile bu kadar insan katledilmez... Bu bir savaş değildi, bir katliamdı... Bunu ölsem de unutamam. Bizim çocuklarımız bombardıman altındaydı...
Çocuklarımızın götürüldüğü yerleri bize haber vermiyorlardı. Polis koridorları arasında çocuklarımızı çıkardılar. Hiçbir şekilde haber alamıyorduk. Bir ihtimal Kartal Cezaevi’ne götürülebileceklerini düşündüm. Kartal cezaevinin numarasını aldım ve telefon açtım, belki oradadırlar diye. Bana cevap vermeyeceklerini bildiğimden, kesin biliyormuş gibi aradım ve “Çocuklarım Sibel ve Zuhal Sürücü’yü oraya getirmişler, kaçıncı koğuştalar” diye sordum. Bana, “madem biliyorsun, niye soruyorsun” diye cevap verdiler ve o zaman oraya götürüldüklerini anladım. Çocuklarımızın yüzlerce arkadaşı yaralanmıştı ve onlarcası katledilmişti. Çok ağır bir durumdu, anlatması bile çok zor...
Tüm bu yaşanılanlardan sonra Sibel’i gördüğümde morali çok yüksekti ve bana, “biz savaşı bizim kazanacağımızı biliyorduk, onlar bizi teslim alamadılar, boyun eğdiremediler, zaferi biz kazandık” dedi. Çocuklarımız gerçekten de bir zaferle çıktılar oradan. Zaten onlara boyun eğdiremedikleri için o operasyonu gerçekleştirdiler.
Çocuklarımızın amacı, geleceğin güzel olmasıydı. Onlar bu hayalin önünde ölümü hiçe sayıyorlardı.
Sibel... bambaşka bir insandı, çok düşünürdü. Ona sorardım, “kızım niye bu kadar düşüncelisin” diye. Babası da “o geleceğin büyük insanı olacak” derdi. Anlatılacak çok şeyi var onun... Lise zamanlarında, bir gün ağlıyordu. Sordum, “niye ağlıyorsun” diye. Bana, “anne ben niye yaşıyorum, niye geldim bu dünyaya” dedi. Bana çok saçma gelmişti bu sorusu, ona, “kızım, ailen var, biz varız, okulun var, güzel bir yaşamın var” dedim. O gün öyle kaldı, arkasını aramadı. Aradan bir kaç gün geçti, yine geldi ve “anne ben niye yaşayacağımı buldum” dedi, ben de sordum, “niye” diye. O da, “ben halkım için yaşayacağım, mücadele edeceğim. Halkımın iyi bir geleceğe sahip olması için çalışacağım” dedi.
Sibel bambaşka bir insandı... Yaşamı hiç boş değildi. Hep güzel şeyler düşünürdü. Beni hiç üzmezdi. Ben üzüldüğüm de, o beni teselli ederdi, çok akıllıydı. Devlet, çocuklarımızı F tiplerine atarak, onların güzel düşüncelerini yaşatmalarını engelledi. Onları engellemek istediler hep. İnsanların yaşamları çok zor, insanlar işlerinden, aşlarından olmuş durumdalar. Sibel de insanların bu durumlarını değiştirmek için mücadele etti.
Son olarak şunu söylemek istiyorum. Gelecek güzel günler, mücadele eden emekçilerin olacak. Mücadele etmeden hiç bir şey olmaz. Mücadele vermek, duyarlı olmak gerekiyor.
Yeni Evrede Mücadele Birliği Dergisi 91. sayıdan alınarak yayınlanmıştır.