“İş, ekmek yoksa, barış da yok” sloganları yükseldi. İşçi sınıfının, gökyüzüne uzanan bir kavga çağrısıydı bu... Bir tarafta, iki yumruğu ile motorunun üstünden ekmeği için “Her an, her şeyi yapmaya hazırmışçasına” sınıf kini bilenen işçiler...
Öbür tarafta isyanını fabrikanın her yerinde haykıran, işgal eden, sokağa akan işçiler... Ve açlığa meydan okuyan, sokakları aydınlatan kitleler. Burjuvazi işçileri kavgaya davet etti, daveti kabul oldu. İşçiler her yerde sınıf düşmanlarının üstüne üstüne yürüyor.
Ülke yangın yeri iken, bitmek bilmeyen ılımlı olma, sokağa çıkmama çağrısı yapanlar bu örneklere iyi baksınlar. Sokağa akan işçi sınıfı da artık çok daha iyi biliyor bu işin uzlaşmayla çözülmeyeceğini. Zaten sınıflı toplum tarihinde ezenle ezilen arasında hiç barış olmamıştı, sınıflar var olduğu sürece de hiç olmayacak. Ve tarih her defasında bize bir zafer istiyorsak bunun hangi yollarla olacağını sert bir açlık dalgası ile gösterdi, gösteriyor. Dipten gelen dalga yükseliyor, büyük bir tsunami kıyılara vurmaya hazırlanıyor. Ülke yangın yeri, bu yaklaşan fırtınada savunmada olan onlar, saldırıya geçen bizler olacağız!
Peki, böyle bir yükselişin karşısında bizler öğrenci gençlik olarak nerede konumlanacağız? Bize de ekonomik krizin faturası yansımıyor mu? Evet, o yayılan dalgaların aynı okyanustan yükseldiğini de unutmamak lazım, aynı okyanusun içinde olanlar olarak sorunlarımızın kaynağı nasıl ayrı noktalardan ele alınabilir? Alınamaz çünkü, işçilerin içinde bulunduğu sefaletin kaynağı ne ise, geniş emekçi yığınların çocukları olan bizlerin de geçinememe sebebi aynıdır.
Bizler hem işçi, emekçi çocukları hem de açlık ve geleceksizlikle boğuşan gençler olarak bugün, sorunun temelinde bizim açlığımızla, bizim her şeyden yoksun oluşumuzla beslenen bir sistem olduğunu ve genç yaşlı ayırt etmediğini bilmeliyiz. Okullarımızda, kaldığımız yurtlarda, yaşadığımız evlerimizde, çalıştığımız alanlarda yok edilmeye çalışılan bir geleceğimiz ve gençliğimiz var. Okullarımız da hangimiz nitelikli, bilimsel bir eğitim görebiliyoruz? Sistemin nitelikli köle ordusuna bir er daha ekleyebilmek için okulları kışlalara çevirdiler. “Hadi neyse, olsun, üniversite ortamını görelim, biraz da olsa kültürel anlamda gelişelim” diye okula gitsek, yurtta kalsak bizi bekleyen böcekli yemekler ve leş gibi bir oda ya da dinci tarikat yurtları var. “Aman ayrı eve çıkarım, günümü gün ederim, hem çalışır hem de okurum” diyelim. Ev kiraları, düşük ücret, maaşından daha yüksek elektrik faturası, dolapta kavanozda kalmış bir tane zeytin ya da her gün makarna, menemen yemek bekliyor bizi. Sonrası ‘isyankâr ve iş beğenmeyen’ gençlik kitlesi…
Peki, hal böyleyken bizleri ve işçi, emekçi annelerimizi, babalarımızı kim itiyor isyan etmeye, başkaldırmaya? Tabii ki kapitalist sistemin kendisi itiyor. Açlık dalgası büyüdükçe, artık bizlerin kaybedecek hiçbir şeyi de kalmadı. Fakat, kazanacak çok şeyimiz var. İşte, bu son dönemlerde sokaklara, fabrikalara, okullara yansıyan bu krizin faturasıdır. Biz gençlik olarak bu faturayı yaşamlarımızla ödüyoruz.
Öğrenci gençlik olarak bilmeliyiz ki, bizi ne yurt dışına çıkmak ne de sokağın sesini duymamak, sadece kendi sorunlarımızın içinde debelenmek kurtaracak. Yurt dışına çıktık diyelim bizde bıraktığı hasar ne olacak? Hadi onu geçelim sırf biraz daha ‘rahat yaşayabilmek’ için gitmemize değecek mi? Değmeyecek, çünkü bu yaşanan kriz sadece bu topraklarda yaşanmıyor. Dünyanın her yerinde ayaklanmalar, krizler yaşanıyor. Emperyalist kapitalist sistem gün geçtikçe eriyor, çünkü artık kışı geçiyoruz, bahar geliyor, güneş yükseliyor. O yüzden arkadaşlar, geleceğimiz için bizi “bireysel kısa çözüm ve kaçışlar bizi kurtarmayacak”. Çünkü yaşananlar toplumsalsa, kurtuluşumuz da toplumsal devrim mücadelesinden bağımsız olamaz. Hele ki işçi yoldaşlarımızın eylemleri bu kadar yükselişteyken tam ve kesin kurtuluşumuz için biz bu olgudan bağımsız bir yerde duramayız. Kurtuluşumuz üreten ve yaratan işçilerin kendilerinin olan iktidarı almasındadır. İşçilerin kendi emeği ile inşa ettiği her şeyi bir avuç sermayedardan alıp emeğin iktidarını, demokratik halk iktidarını kurmalarıdır. Bunu da ancak ülkenin bütün hakkı yenen işçilerin, emekçilerin, yaşamdan kovulmuş kadınların, geleceksizleşmiş gençlerin, katledilen ve ezilen Kürt halkının, LGBTİ+’ların birlikte mücadele etmesi, savaşması ile başarabiliriz!
Boğaziçi eylemlerinde öğrenciler direnişe geçtiler ve bu birçok üniversiteye sıçradı değil mi? Fakat, okullarımızda sorun yaşayanlar sadece bizler değiliz. Okullarımızda sömürülen işçilerin de olduğunu unutmamak lazım. Bizler okullarımızda eyleme geçerken omuzdaşlarımıza da seslenmeli, onları da bu mücadelenin içinde olmaya çağırmalıyız. Örneğin; o üniversitelerin temizliğini yapanın, o binayı inşa edenin ve oturduğumuz sıraları üretenin işçiler olduğunu biliyoruz. Bugün nasıl işçi sınıfının öğrenci gençliğin taleplerini sahiplenmesi, onun kurtuluşu için de mücadele etmesi gerekirse öğrenci gençliğin işçi sınıfının mücadelesinin yanında olması gerekir.
Çünkü, yaşadığımız yaşamsal sorunları bireysel olarak değil, toplumsal düzeyde yaşıyoruz. Gençliğin özgün sorunları olmasına rağmen, akademik özgürlükler sorunu, geçinememe, yaşamdan kovulma, yaşamın neredeyse tüm imkanlarından yoksun olma toplumun geri kalan kesimlerinin sorunları ile birçok yerde kesişiyor. Bu durumu sokak röportajlarında çok iyi görebiliyoruz. Bir öğrenci diyor ki “Ben bir öğrenci olarak bir test kitabı bile alamıyorum, en basit sosyal aktiviteyi bile yapamıyorum, ailemden para istemeye utanıyorum”... Ne kadar da içimizi parçalayan ifadeler. Ama çok uzağa gitmeye gerek yok, çoğumuz bu maddi koşullarda ve bu ruh halinde yaşıyoruz.
Gelelim ne yapmalı meselesine. İlk olarak okyanusun içinde o geminin batmaması için birbirimize daha da kenetlenmeliyiz. İşçi sınıfının yükselen eylemlerinde olmalı, kendi sözümüzü söylemeliyiz. Farplas, Yemeksepeti, Migros ve daha niceleri biz gençlerin heyecanı ile coşacak, işçi sınıfının kararlılığı ile yükselecek zafere doğru. İşçi sınıfına kalkan her eli genç kollarımızla kırmasını da bilmeli, okullarımızda gençliğin gündemleriyle buluşurken, gençlik kitlelerine politik özgürlükler mücadelesini taşımalıyız. Hedeflerimizin net ve amaçlarımızın duru olması, gençliğin sorunlarına dair taleplerimizin net ve yaygın işlenmesi, en zengin yöntemlerle anlatılması büyük bir önem atfediyor.
Devrimci durum bu kadar yükselmişken, her yerde sokaklar sloganlarla çınlıyorken, evlerimize açlık girmiş, okullarımızı niteliksiz eğitim sarmış durumdayken, şartlar artık bizi devrimci olmaya itiyor. İşçiler “Artık yeter, şu zamana kadar çocuklarımızın geleceği için çalıştık ellerimizin nasırları ile, ama artık biz açsak patronlara huzur yok” diyerek dümeni ellerine aldılar ve en cüretli şekilde örgütlülüklerinden aldıkları güç ile yola çıktılar.
Sermaye egemenliği bir gençliğin etkin ve güçlü katıldığı bir ayaklanma ile yıkılmadan ve yerine bir halk iktidarı kurulmadan kesin olarak kurtuluşumuzu sağlayamayacağız. Sorunlarımız işçi sınıfı ile ortaksa çözüm yollarımız ve kurtuluşumuz da ortaktır.
Savaşımız tırnaklarımız ile kazıdığımız inşa ettiğimiz dünyayı asalaklardan geri alma savaşıdır!
Artık kaybedecek tek bir şeyimiz bile yok ama kazanacak dünyamız var. Bugün tam zamanı, yarın geç olabilir. İşçi sınıfının yanında en güçlü pratiklerle yer alarak, gençlik olarak bir avuç asalağa gücümüzü gösterme, öne en öne çıkma zamanıdır!
TANYA