Tekelci kapitalizmin ve tekelci kapitalist üretimin büyük bir kriz içinde olduğunu son zamanlarda daha derinden fark eder olduk. Dolar karşısında hızla eriyen Türk lirası Türkiye ve Kürdistan emekçilerini yoksullaştırıyor. Hayat pahalılığı işçi ve emekçilerin yaşamını oldukça zorluyor ve büyük bir yıkıma yol açıyor.

Türkiye’de yoksulluk sınırı 10.000 TL’nin üzerindeyken insanların büyük bir çoğunluğu asgari ücretle ya da asgari ücretin altında yaşamaya çalışıyor. Açlık sorunu giderek derinleşiyor. Açlık sınırının altında sadece ölmeyecek kadar karın doyurma durumuna geliyoruz. Yeryüzünün kaynakları bugünkü dünya nüfusundan çok daha fazlasını beslemeye yeterli olsa da, kapitalist üretim biçimi yoğun emek sömürüsüne, artı değere ve özel mülkiyete dayandığı için dünyada her yıl 11 milyon kişi açlık veya yetersiz beslenme sebebiyle ölüyor.

Ekonomik kriz nedeniyle yaşanan sarsıntılar; doların 14 TL’yi bulması durumu, marketlerde temel gıda ürünlerine kota uygulanması, akaryakıt fiyatlarına; elektriğe, suya gelen zamlar… Geçinemeyen, her gün pazar yerlerinde kalan çürük meyve ve sebzeleri toplayan insanlarla karşılaşıyoruz. Ya da sokak röportajlarında insanların haklı isyanlarıyla karşılaşıyoruz. Hatırlamamak mümkün değil, sosyal medya için içerik üreten bir kanalın 74 yaşındaki bir kâğıt toplayıcısıyla yaptığı röportajda “Bizi kimse işe almıyor. Bunun için mecbur bu işi yapıyorum. Kutu topluyorum. Demir, teneke, öyle şeyler topluyorum ve ekmeğimi buluyorum. Kimseye muhtaç olmamak için bu işi yapmak zorundayım. Çalışmak zorundayız. Ameliyat oldum, parmağım kesildi. Sancı içindeyim ama çalışmak zorundayım.” ifadelerini kullanarak ağlamıştı.

Montesquieu’nun şöyle bir sözü var: “Birçok insanın yarı çıplak gezmesinin nedeni, başka birçok insanın yalnızca bir kişiyi giydirmek için uğraşmasından ileri gelir.” diyordu. Evet, bir tarafta milyonlarca aç, evsiz ve yoksul insanlar, geçinemediği için kamera karşısında ağlayan emekçiler, diğer tarafta zenginliğine zenginlik katıp şatafat içinde yaşayanlar. Milyon dolarlık saatler takıp mango kurutun diyenler!

Kapitalist sistem bir bunalım içinde ve toplumun bütün kesimlerini büyük bir geleceksizliğe, açlığa ve yoksulluğa mahkum ediyor. İşçi ve emekçiler çok kötü koşullarda çalıyor, asgari ücretle ailesini geçindiremiyor. Öğrenci gençlik dinci, gerici, faşist bir eğitim alıyor, aldığı burs temel ihtiyaçlarını bile karşılamadığı için hem okuyup hem de çalışmak zorunda kalıyor. İTÜ’de akademisyenlik yapan Celal Şengör öğrencisini nasıl taciz ettiğini anlatırken, kadınlar sokaklarda samuray kılıcıyla katlediliyor. Tek geçim kaynakları çekçek olan kağıt işçilerinin topladıkları atıklara bile el konuluyor. Bu sistem insanları umutsuzluğa ve intihara sürüklüyor, fakat bizler burjuva düzenin büyük bir çöküş içeresinde olduğunu biliyoruz. Çözümün açlığa, yoksulluğa yol açan emperyalist kapitalist sistemi yıkarak tarihin çöplüğüne göndermek olduğunu biliyoruz.

Kapitalist sistem büyük bir açlık ordusu yaratıyor. Açlık ve yoksullukla savaşan insanların içindeki öfke sokaklara taşıyor. Döviz kurunun ani bir yükseliş göstermesiyle birlikte işçiler, emekçiler, kadınlar, öğrenci ve işçi gençlik önce İstanbul ve İzmir’de sonra diğer illerde “Geçinemiyoruz” diyerek eylemler yapıyor. Kadınlar Mirabel kardeşlerden aldığı cüret ve güçle “Kadınlar Devrim İstiyor” şiarıyla barikatları yıkıyor, öğrenci gençlik üniversiteleri eylem alanına dönüştürüyor, üniversitelerden sokaklara akıyor. Sokağa dökülen kitleler kapitalist sistemden kurtulmak istiyor. Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insanlar faşist devletin bütün saldırılarına rağmen geri çekilmiyor ve ileri doğru atılıyor. Şairin de dediği gibi açlık ordusu yürüyor. Ekmeğe, ete, kitaba ve hürriyete doymak için yürüyor.

Sarya