< < Yeni İnsan

“Çünkü devrim büyük görevi, temel olarak, yeni insanı, tam devrimci bilince sahip, tam sosyalist bilince sahip, tam komünist bilince sahip insanı şekillendirme görevidir.”

Bu görev dünyayı devrim yoluyla değiştirmek isteyen her devrimci örgütün önüne bir ihtiyaç ve zorunluluk haline gelmiş bir görevdir. Özellikle Türkiye ve Kürdistan içinde pratik, zorunlu bir hale gelmiştir.

Yeni İnsan, devrimden sonraya ertelenemez bir gerekliliktir. Kendi içimizde Yeni İnsanı yaratmaya şimdiden başlamak, biz komünistlerin en önemli görevidir. Fakat şunu da bilmeliyiz ki, yeni insan dediğimizde akıllara mükemmel, eksiksiz, hatasız ve bir çırpıda yaratılacak bir insan gelmemelidir. Bu ancak süreç içinde ortaya çıkabilir. Nihayetinde donmuş kalıplar içinde insan yaratmıyoruz. Hareket halindeki insanı, tarihsel gelişimindeki insanı çözümleyerek ortaya koymak en sağlıklı ve mümkün olanıdır. Fakat, her birimizin yeni insan dendiğinde kendi içinde özgürleşme ve kopuşunu yaşayabilmiş insanlar gelmeli aklımıza; çünkü “özgürleşme ve kopuş”u yaşayamamış kimse için, Yeni İnsan’dan bahsedemeyiz. Peki, bu özgürleşme ve kopuştan kastımız nedir? Bu ikiliyi ele alırken, aslında kapitalist üretim biçiminin kirli ve çürümüş mekanizmalarının birer çarklarından olmayan bunun için ileri adım atanları ele alıyoruz. Tabii, bunu söylerken bu bağdan kopmanın o kadar kolay olamayacağının da farkındayız. Küçük burjuva alışkanlıklardan kopmak hiç de kolay değildir. Bu bağlamda aslında neden yeni insana ihtiyaç duyuyoruz biraz bunu konuşalım.

Marx ve Engels, tarihi insanın gerçek yaşam süreçlerine bakarak dayandırdılar, tarihsel materyalist bir açıdan ve insanın ortaya çıkış sürecini diyalektik yöntemle ele aldılar. Engels Doğanın Diyalektiği kitabında şöyle diyor. “Bütün hayvanların en toplumsal insanın gelişiminde iki ayağı üzerinde doğrulmak ve böylece serbest hale gelmiş ellerini kullanarak doğayı değişime uğratmak önemli aşamalardan birisini oluşturuyor. O, tüm insan varoluşunun temel koşuludur. Ve bir anlamda bu öyle ölçüdedir ki, emek insanın kendisini yarattı demek gerekir.” Yani aslında çok derine inmeden şunu söyleyelim insanlar feodal sistemde “kulluk bilincine” sahiptiler. Onlar için aynı zamanda krallarına bağlılık Tanrı’ya bağlılıkla eş değerdi. Fakat, gel zaman git zaman feodalizmin de yıkılmaz şatoları yıkılınca yerine “yeni bir sistem yani kapitalizm” hakim oldu.

Evet, kapitalizmde insanlar daha özgürlerdi, fakat bütün yaşamı emek zamanına dönüştürülerek, tek bir sınıfa bolca zaman sağlanıyordu. Tekelci kapitalizm üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı bir toplumsal sistem olduğundan ve bu maddi temelde son kertede insanları bireyselliğe itiyor. Ve artık durum rakiplerini yok etmeye kendi kişisel çıkarlarına geliyor. Üretim süreciyle olan bağlarını kaybeden, zamanla emeklerinin ürünlerine yabancılaşıyor. Yani kısacası bireyin bireysel kurtuluşuna uyarlı olan kapitalizm, insan ilişkilerinin evrensel yabancılaşmasıyla bu konuda tam bir çürüme sürecine girmiştir demek doğru olacaktır. Bu da aynı zamanda yeni insan gelişim koşullarının oluşum sürecidir.

Yeni İnsana neden ihtiyaç duyduğumuzdan bahsettik. Ve biz devrimciler için özellikle bunun zorunluluk boyutunda su gibi hava gibi ihtiyaç olduğunu tekrardan söylemeye gerek yok, fakat kopuş ve özgürleşmeden bahsetmişken komutan Che’nin Fidel Castro ile tanıştıktan sonra eski yaşamına dönmeyip gerilla grubuna katılması, bunun en güzel örneği olabilir. Hatta devrimden sonra o günler hakkında konuşurken Che şöyle diyor: “Devrimci bir doktor olmak için her şeyden önce devrimi yapmak gereklidir. Ayrı ayrı bireysel çabalar, saf idealler, soylu erekler uğruna tüm bir hayatı feda etme arzusu, bütün bunlar tek başına harekete geçirilse hiçbir işe yaramaz” diyor.

“...Kişisel bir çabayı toplumun ihtiyaçlarına uydurmak için ne yapılmalıdır? Hepimiz geçmişimizi düşünelim, doktor olarak ya da devrimden önce herhangi bir halk sağlığı hizmetindeki çalışmalarımızda yaptıklarımızı ve düşündüklerimizi hatırlayalım. Bunu derin bir eleştiri ruhu içinde yapalım, bu geçmiş dönemde bütün duygularımızın ve düşüncelerimizin artık bitmiş sayılması lazım geldiği ve yeni tip bir insan yaratmak gerektiği sonucuna varırız. İçimizden her biri, kendisiyle ilgili alanda bu yeni insan tipinin mimarı olursa, herkes için bu insanı yaratmak daha kolaylaşacak ve bu yeni insan Küba’yı temsil edecektir...”.

Yeni İnsanın en iyi örneklerinden olan komutan Che’nin bu kopuşu yaşayabilmesinin en önemli nedenlerinden biri de, eski toplumda edinilmiş alışkanlıklardan yani küçük burjuva alışkanlıklarını aşabilme kararlılığıdır. Bizler de tıpkı Che’nin kararlılığını kuşanıp yeni insan olabilme, oluşabilme yolunda böyle adım atmalıyız.

İnsanlara, olaylara, dünyaya karşı duyarlılık; çalışmak, kendi içinde bir öz disipline sahip olmak, bunu kolektife katmak, kolektif disiplini yaratmak ve uygulamak... Asla bencilliğe ve kendini beğenmişliğe düşmeden eksikliklerinin farkında olabilen, eleştiriye açık, özeleştiri yapabilen insanlar olabilmek, devrimci önderlerimizin, Yeni İnsanın en güzel örneklerinin, yaşamlarıyla bize gösterdikleri proleter komünist özellikler bunlar.

“Emeğin yerini Fourier’in iddia ettiği gibi oyun alamaz. Bir boş vakit, istirahat vakti olduğu kadar, aynı zamanda daha yüksek faaliyetler vakti olan serbest süre, sahibini şüphesiz başka bir insan haline getirir ve dolaysız üretim sürecine de yeni insan girer. Üretim süreci, oluşum halindeki insan için bir disiplin aracı olduğu kadar o halde, oluşmuş ve olgunlaşmış, kafasında toplumun birikmiş bilgisini taşıyan insan için bir araştırma süreci, deneysel bir bilim, maddi olarak yıpratıcı ve nesnelleştirici bir bilimdir. Her ikisi için de emek, söz gelimi tanımdaki gibi, ellerin pratik işleyişini ve vücudun serbest devinimini gerçekleştirmesi anlamında bir egzersizdir.” diyor Marx.

Çalışmayı yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olarak görebilmenin ve boş zamanlarımızda bile çalışmayı kendimize görev bilen ve daha önemlisi bunu gönülden ve gerçekten severek yapabilen insanların “Yeni İnsanı” temsil ettiğini söylüyor Marx. Örneğin Che devrimin ekonomi bakanı olduğu dönemlerde şeker kamışı plantasyonlarında işçilerle birlikte çalışıyor ve bundan çok büyük mutluluk duyuyordu.

“Gönüllü çalışma, temel üretim araçlarının kamu mülkiyetinde olduğu bir toplumda çalışmayla ilgili komünist tavrın gerçek ifadesidir. İşçi sınıfının davasını seven ve devrimci görevleri yerine getirmek için boş zamanlarını ve dinlenme sürelerini bu davaya tabi kılan insanların verdiği örnektir. Gönüllü çalışma bilinç yaratan bir okuldur, toplum içinde ve toplum için bireysel katkı olarak harcanan çabadır ve komünizme geçiş sürecini hızlandırmamıza izin veren bilincin derinleştirilmesini ilerletmektedir.” diyordu Che. Onun yarattığı güzel örneği daha sonra Kübalı işçiler defalarca yeniden ve yeniden gösterdiler. Birçok kez işçiler çeşitli işyerlerinde mesai ücretlerini almayarak sosyalist devlete yardımda bulundular.

Şu çok açık bir konu ki, devrimimizin böyle özverili çalışan sınıfına, partisine ve yoldaşlarına karşı açık olan insanlara ihtiyacı var.

Peki, bizler kadrolar olarak neden Yeni İnsanı kuşanmalı, giyinmeliyiz? Her ne kadar birçoğumuz, diyalektik düşünme yöntemini ne kadar iyi özümsediğimizi söylesek de, bir kadronun diyalektik düşünebilmesi çok önemlidir. Bazı olaylar karşısında yorum yaparken ya da sahip olduğumuz bilgileri çevredeki insanlara aktarırken, yer yer mekanik düşünce yapısıyla hareket edebiliyoruz, fakat diyalektik düşünmek nedir diye soracak olursak, şöyle bir açıklama yapabiliriz. Diyalektik düşünmenin herhangi bir formülü yoktur. Bunun için basitleştirici olmamak, önümüzde duranı derinlemesine ve çok yönlülüğü içinde görebilmek, düz mantıkla düşünmemek, şurada bir neden, burada bir sonuç aramamak gerekiyor. Her olayı gelişim içinde, çelişkili yanlarıyla bütünlüklü kavrayabilmek, olaylara süreçlerle bakabilmek diyalektik düşünmektir. Aynı tarihsel ve toplumsal koşullarda aynı şeyleri tekrarlayıp durmak ise mekanik düşünmektir.

Leninistlerin, solun diğer çevrelerine oranla işin teorik yanından bakıldığından da önemli mesafeler kat etmiştir. Ama dünyayı değiştirme eyleminin pratik bir zorunluluk halini aldığı, devrim sorununa tamamen pratik açıdan bakmanın kaçınılmaz hale geldiği günümüzde, olayların akışının görüntüsüne takılıp kalmadan, onların her birindeki içsel bağlantıları görerek sürece müdahale edebilmek için, diyalektiğin öğrendikçe derinleşen, derinleştikçe açılan ufkunu yeniden gözden geçirmeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü Leninistler, öğretirken öğrenebilen, değiştirirken değişebilen, örgütlerken beynini örgütleyebilen, yürürken senfoni söyleyebilen maestrolar olmak zorundadır.

Bir kadro, devrim dönemlerinde yalnızca yığınları büyük bir hızla eğitmekle kalmamalı, aynı zamanda bu yığınlara önderlik edecek öncü gücü ve onun kadrolarını da büyük bir hızla eğitmeli. Böylesi süreçlerde devrimci pratik ne kadar hızlı bir gelişim gösterirse, devrimci teori de bu pratik adımlara yol göstermek üzere hızlı bir gelişim kaydeder. İhtiyaç duyulan teorik birikim, ısrarlı ve yoğun bir çaba ile pratik adımlarla yan yana ve iç içe gelişir. Açıktır ki, her an ortaya çıkan siyasal ve toplumsal olayları analiz edebilmek, gelişmeleri öngörebilmek ve bunlardan devrimimiz açısından sonuçlar çıkarabilmek için teorik kavrayışımızı geliştirmeliyiz. Öğrenme yalnızca kitap okuyarak sağlanmaz elbette. Günlük olarak yaşanılan birçok olay, tanık olunan birçok gelişme, aktarılan birçok deneyim, öğrenmenin çeşitli biçimleridir. Eğer bir insan öğrenmeyi ve var olan birikimini arttırmayı kafasına koymuşsa okuyarak, görerek, deneyerek, anlayarak kendisini geliştirir.

Bunun için her şeyden önce Marksist-Leninist klasikler okunmalı, onlardaki diyalektiği özümsemeliyiz. Tüm düşünüşe, ustaların eserlerindeki bu canlı diyalektik yön verirse, gelişim için gerekli ön koşul sağlamış oluruz. Klasik eserlerdeki bilimsel yöntemi kavramış olan bir kadro, bu sağlam temel üzerine analiz yeteneğini ve büyük düşünmeyi eklerse, sarsılmaz bir kale inşa etmiş olur. Bir kadronun Yeni İnsanı tam da bu anlattıklarımız için kuşanmalıdır.

TANYA

(Devrimci Öğrenci Birliği yeni dönem kampında yapılan sunumlardan alınmıştır.)