Kime doğru akar kızıllığını kaybetmeyenlerin kanı? Koca bir yaşamın ortasındaki yoklukları nereye eklenir? Kavga kimin ellerine bulaşmaz, “barış” yazılı pankartlar sedye niyetine kullanılmışsa bir kere?

Her gün nasıl uyanırsak öyle uyandılar o gün; nasıl bakarsak aynaya öyle baktılar, öyle konuştular açık yüreklilikle; ölmeye ne kadar uzaksak küçük bir kahvaltıyla güneşi karşılarken, onlar da o kadar uzaktılar.

2015 yılı, bombalı intihar saldırılarıyla, faşizm ile devrim güçleri arasında kızgın çatışmalarla, kent savaşlarıyla, yoğun devrimci eylemselliklerle; hem yaşadığımız topraklarda devrimci iç savaşın yükseldiği hem de dışarıda gerici emperyalist savaşın tırmandığı bir yıldı. Bu dönemde güvensizliğin ve korkunun emekçilerin, devrimci güçlerin yüreğine işlenmek istendiği fakat öte yandan cüretin, cesaretin, mücadele azminin büyüdüğü bir yıldı.

2015 Temmuz ayında, dinci faşist iktidarın, Türkiye'yi Suriye'deki savaşa dahil etmesine karşı Barış Bloku ortaya çıktı. Bu blok savaşa karşı çeşitli miting, protesto ve yürüyüşler düzenledi. 34 kişinin hayatını kaybettiği Suruç katliamının yaşandığı bir ortamda, Ankara'da Emek, Demokrasi ve Barış için çağrı yapıldı. 10 Ekim 2015'te Ulus semtindeki Ankara Garı kavşağında düzenlenen, Ankara Valiliği tarafından da izin verilen Barış mitingine Türkiye tarihinin en ölümcül bombalı intihar saldırısı düzenlendi.

Dinci faşist iktidarın, gerçekleşsin diye elinden gelen her şeyi yaptığı (Emniyet yetkililerinin saldırıya dair istihbarat sahibi olduğu İçişleri Bakanlığı'nın mülkiye müfettişlerinin hazırladığı bir rapordan yola çıkarak da ortaya çıkarıldı) bu saldırıda 103 insanımız hayatını kaybetti. Yaralılara yardım etmek isteyince polis tarafından engellenenler orada polisle çatışmaya başladı. Bunun üzerine polis ölülerin ve yaralıların da bulunduğu bu kanlı meydana biber gazı ve tazyikli su ile saldıracak kadar pervasızlaştı.

Ambulansların gecikmesi, polisin patlama sonrasında yaptığı alçakça saldırı, otopsilerde biber gazının birçok yaralının ölüm sebebi olarak tespit edilmesi, saldırı sonrası RTÜK tarafından yayın kuruluşlarına bu katliam ile ilgili yayın yasağı getirilmesi ve bazı sosyal medya sitelerine erişim engeli uygulanması, hâlâ devam eden davada hiçbir kamu görevlisinin yargılanmaması…

10 Ekim'den bu yana devletin işçilere, öğrencilere, kadınlara, doğaya saldırıları çeşitli biçimlerde hız kesmeden devam ediyor. Sendikalaştıkları, örgütlendikleri için işçilerin, devletin saldırılarının hedef noktasında olduğunu ve hiçbir hakları verilmeden işten çıkarıldıklarını gördük, görüyoruz.

Bu saldırı elbette sadece örgütlü işçilere değil, kapitalizmin doğası gereği bir sınıf olarak bütün işçilere yöneliyor. Pandemi sürecinde Kod-29'un patronlar tarafından nasıl suistimal edildiğini ve bu yöntemle işsizlik maaşı ya da kıdem tazminatı verilmeden işçilerin acımasızca işlerinden çıkarıldıklarını gördük. İşçilerin haklarına yapılan bu saldırılar sonucu her tarafı saran yoksulluğa, açlığa şahit olduk, oluyoruz. Bilimsel bir eğitim göremeyen ve ekonomik krizin ortasında çok zor koşullar altında okumaya çalışan öğrencilerin, dinci faşist devletin atadığı kayyum rektörlere karşı düzenlediği, birçok ile yayılan eylemlere şahit olduk.

Bugün devlet yurtlarına yerleştirilmeyen ve okuyacakları şehirlerde ev tutacak maddi güce sahip olmayan binlerce öğrenci çaresizlik içinde. Parklarda yatmaya mecbur bırakılırken “Barınamıyoruz” diyerek bu gerçekliği dile getirdiklerinde ise polis saldırısına, gözaltılara maruz kalıyorlar. Geleceksizlik sorununu her an, her yerde hisseden ve sorunun kaynağının kapitalist sistemde olduğunu apaçık gören geniş gençlik kitleleri her zaman olduğu gibi devletin saldırısına maruz kalıyor. Dinci faşist iktidarın yoğun saldırıları devrimci gençliğe yöneliyor; baskılarla, tehditlerle, kaçırmalarla, ajanlaştırma çabalarıyla bu devrimci enerji söndürülmeye çalışılıyor. Kadınlar ise en temel insan hakkı olan yaşama hakkını yeniden kazanmak için mücadele vermek zorunda bırakılıyor! Kadınlar tacize, tecavüze uğruyor, katlediliyor; katiller özgürce aramızda dolaşmaya devam ediyor.

Mafya ile içe içe geçmiş faşist devlet, bu kana susamış haliyle kendisinin sonunu hazırlıyor. Bu saldırılar güç göstergesi değil, kendi çöküşünü gören bir sistemin korku dolu çırpınışlarıdır. Dinci faşist iktidar, kendi yarattığı koşullar altında kolayca sindirebileceği, gözü kapalı boyun eğdirebileceği bir “sürü” biçimindeki toplum tipini ancak hayal edebilir. Baskılar, saldırılar, zorbalıklar ne öğrencilere, geniş devrimci gençlik kitlelerine ne de işçi sınıfına bir adım dahi geri attıracak! Ellerini kavgaya boyamış milyonlar kapitalizmin sallanan duvarlarına dayanmış, geleceğin resmini çiziyor. Öğrenciler olarak işçi sınıfının yanında kaçınılmaz sonuca doğru bütün irademiz ile ilerliyoruz: Biz Kazanacağız!

İstanbul’dan Bir DÖB’lü