Temmuz ayının başında Samandağ’da gerçekleştirilen Arap halkının geleneksel Evvel Temmuz Festivali'nde bir dizi panel ve etkinlik gerçekleştirildi. Festival günlerinde gerçekleştirilen farklı panellerde TİP, EMEP, Sol Parti gibi reformist kurumların yanında, meslek örgütleri ve feminist kurumlardan birçok konuşmacı söz aldı. Biz de bu panellerde devrimci öğrenciler olarak yerimizi aldık.
İlk gün İstanbul Sözleşmesi ve Kadın Mücadelesi, ikinci gün Türkiye Siyaseti ve Demokratik Zeminin İnşası, üçüncü gün ise Siyasi İktidarın Sağlık, Eğitim Politikaları ve Mücadele Olanakları adlı paneller gerçekleşti.
Genel bir değerlendirme yapacak olursak, bu kurumlar her emekçinin bildiği, kendi içinde tartıştığı ve genel anlamıyla sebebini bildiği toplumsal sorunları ele aldılar. Ancak bu toplumsal sorunların çözümü konusuna geçecek olursak, tek bir cevapları vardı. O da tüm sosyal reformistlerden beklenildiği gibi seçimlere girmek ve dinci faşist iktidarı “seçimle göndermek”.
Seçimlere bu kadar bel bağlamışken, bir kaç kurum bizim sorularımız ve eleştirilerimiz üzerine yarım ağızla bir şekilde bu işin devrimle çözüleceğini söylediler panele katılan halka. Madem tüm bu sorunlar devrimle çözülecekse neden hala seçimlerle zaman kaybediyorsunuz? Neden burjuvazinin ahırında politika üretmeye çalışıyorsunuz? Neden sandığa bu kadar umut bağlamış durumdasınız?
Yukarıda sorduğumuz sorulara bu sosyal refornist kurumların cevapları açık. Bu ülkede bir devrimci durum ve sertleşen bir iç savaş yok. Bu yüzden de devrimci durum yoksa seçimler meşru bir yoldur.
Bu ülkede faşizm, devrimci durum ve iç savaş dediğimiz koşulların üçü de var ve bu koşullar birbirini tetikliyor, besliyor.
Ekonomik zor, siyasal zoru doğurur. Siyasal zor ise yaşadığımız topraklarda gerici burjuva diktatörlüğü olarak kurulmuş ve 71-80 darbelerinin ardından faşistleşmiş devlet olarak karşımıza çıkmaktadır. Devrimci durumun ise üç ana temeli vardır. Yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi, yönetenlerin eskisi gibi yönetememesi ve ekonomik kriz.
Devrimci durum ise iç savaşı doğurur. İç savaş en çetin noktaya gelmediği düzeyde bile vardır. Örnek vermek gerekirse, en çetin zamanı 10 birimse eğer, başlangıç zamanı 1 birimse mesele bunu 1 birimken görmektir. 10 birim olduğunda bunu yayınlarında yazanlar zırvalamaktan başka bir şey yapmayacaklardır.
Türkiye’de ve Kürdistan’da şartlar bu denli olgunlaşmışken, bu denli baskı ve zulüm varken bize gereken tek şey vardır. Faşizmin zor yoluyla yıkacak Demokratik Halk Devrimi ve bunun ardından kurulacak bir Demokratik Halk İktidarı.
Yaşadığımız topraklarda tepeden tırnağa silahlanmış faşist devlet ve sivil faşist kitle göz önüne alındığında, devrimi yalnızca zora dayalı olarak zafere ulaştırabiliriz. Ancak zor, tek başına yeterli değildir. Devrimin başarılı bir şekilde gerçekleşmesi için ilk önce devrimin nesnel ve öznel koşullarının oluşması gerekir.
Devrimin nesnel koşulları dendiğinde aklımıza devrimci durumu tanımlarken kullandığımız politik ve ekonomik kriz tanımları gelir. Devrimin öznel koşulları ise sanıldığının aksine örgütlü ve güçlü bir devrim partisinin varlığı demek değildir. Devrimin öznel koşulları, devrimin öznesinin, yani yığınların mevcut iktidarı yıkacak veya sarsacak düzeye ulaşan eylemleri olarak tanımlanır.
Türkiye ve Kürdistan’da bir yönetim krizi ve ekonomik kriz olduğu, yani devrimin nesnel koşullarının varlığı, bakmak ve görmek isteyen herkesin malumudur. Öznel koşulların ise henüz oluşmadığı, ancak nesnel koşulların öznel koşulları tıpkı Gezi Halk Ayaklanması’nda olduğu gibi oluşturulacağı gün gibi ortadadır. Bütün bunlar, emekçi yığınları devrime sürükleyecek olan bir devrimci sınıf partisinin bulunması, programının toplumun tüm kesimlerinin yaşamsal sorunlarını çözebilecek olması, emekçi yığınları içinde geniş bağlarının bulunması ihtiyacını yadsımaz. Ancak koskoca bir devrimin zaferi tek başına bu koşula bağlanamayacak kadar karmaşık bir olgudur.
O zafer dolu günlere dek öğrenciler, emekçiler, kadınlar olarak komitelerimizi kuralım, güçlerimizi birleştirelim, harekete geçelim! Sinek avlamak yerine bataklığı kurutalım. Dünyayı kurmak bizim ellerimizde!
Adana’dan Bir DÖB’lü