Her geçen gün toplumun geniş kesimlerinde öfkenin daha da arttığına şahit olduğumuz günlerden geçiyoruz. Açlık, yoksulluk, işsizlik, geleceksizlik toplumun öfkesinin temelinde yatan yaşamsal sorunlar halinde. Bu öfke ile birlikte toplumdaki cesaretin de ön planda olduğunu söyleyebiliriz. Huzursuzluk büyük. Toplum patlamaya hazır bir barut fıçısı misali. Nereye bakarsak bakalım bu durumu çok açık bir şekilde görüyoruz. Dinci faşist iktidarın kendi tabanındaki insanlar bile artık bu yaşamsal sorunları yaşamaktan bıkmış durumda.

Geçen günlerde bir sokak röportajı yayınlandı. O röportajdan bir kesit aktaralım bu duruma dair: “Gencecik kızlar pazarda, yerlerde sebze topluyor. Halimiz bu mu yani? Böyle bir şey yok. Bu dinin içinde imansızlıktır. Gıda fiyatları düşmez, ilk önce Cumhurbaşkanı kendi maaşlarını düşürsün. 50 milyar alacak, oturacak yere. Ben burada 600 lira kazanmaya çalışıyorum. Vay ne güzel şey ya. Bak bu soğukta, görüyorsunuz değil mi? Halimize bak, titriyoruz yani. Seçimler falan 2023 ama zor yani. Bak ben de koyu sağcıyım. Solcu gibi konuşuyorum, yanlış anlamayın. Hak ediyorlar bunu dememi. Ben oy veriyordum. Nerden verdim ya o ellerim kırılsın.” Yine başka bir röportajda ise bir kadın emekçi şunları söylüyor: “Zenginler yesin, fakirler ölsün. Onların hükümeti, onların devleti, bizim değil.”

İşte bu sözleri, sürekli kitlelerin bilincinin geri olduğunu söyleyip, devrimi güncel bir sorun olarak görmeyip, ileri tarihe erteleyenler çok iyi okusun. Kitlelerin bilinci geri değil, her geçen gün daha derin bir şekilde yaşanılan açlık, yoksulluk, sefalet, baskı, devlet zoru kitlelerin bilincini devrimci bir şekilde sıçratıyor. Anlamak istemeseler de, kabul etmeseler de bu sözler kapitalist sistemin daha ileriye gidemeyeceği sinyallerini çok net bir şekilde veriyor. Emekçilerin, işsizlerin, işçilerin, kadınların, gençlerin öfkesiyle bu sistemin yerle yeksan olacağını somut durumdan, kitlelerin ruh halinden, toplumun geniş kesimlerinin düzenden uzaklaşmasından anlayabiliyoruz.

Yaşadığımız topluma baktığımız zaman işçi eylemlerinin, grevlerin yaygınlaştığını görmekteyiz. Bununla birlikte işçilerin sendikal bürokrasiye karşı tavrının daha keskin olduğunu, komite, konseyler biçiminde kendi öz örgütlülüklerinin yaratılmasının daha elzem olduğunu her yerde dillendirdiğini söyleyebiliriz. Dinci faşist devletin, faşizmin yoğun saldırısına karşı kadınların bu mücadeleden bir an olsun bir adım dahi geri çekilmediklerini, daha ileriye yürüdükleri çok açık bir şekilde ortada. Her geçen gün eylemlerde kitlelerin daha da yoğun katılım gösterdiklerini görüyoruz. Keza yine doğamız ve canlılar için ekoloji mücadelesinin de büyüdüğünü görmekteyiz. Gerçekten toplumda örgütlenme ve bu kan akan sistemde savaşma isteğinin arttığını hissedebiliyoruz.

Şimdi farklı toplumsal kesimlerin durumunu inceledikten sonra özelde gençliğin kendi gündemlerini incelemeye çalışalım. Gençliğin gündemi hepimizin bildiği üzere Boğaziçi direnişi ile başlayan ve birçok üniversiteye, birçok kente yayılan “Özerk, demokratik üniversite için mücadele” şiarı ile somutlanan bir sürece yayıldı. Ocak ayının başında Boğaziçi’ne kayyum rektör Melih Bulu’nun atanmasından bu yana 2 ay geçti.

Bu iki ayda ise İstanbul başta olmak üzere birçok kentte eylemler düzenlendi, birçok üniversitede öğrencilerin başını çektiği üniversite dayanışmaları kısa zaman içinde kuruldu. Aynı zamanda üniversite gençliğinin faşizme karşı açık tutum alması, işçi sınıfı ile Kürt halkı ile devrimci güçlerle ile dayanışma açıklamaları yayınlaması, yan yana durmak istemesi de gelinen ileri düzeyi gözler önüne seriyor. Aynı zamanda tüm saldırılara karşı üniversite dayanışmalarının süreci devam ettirmek, belli talepler etrafında örgütlemek ve tutsak-ev hapsinde olan öğrencileri sahiplenmek için “#Bundansonrasıhepimizde” şiarı ile bir kampanya başlatması da yine önemli bir adım.

Üniversitelerin faşistleştirilmesine, öğrencilerin iradesinin yok sayılmasına, akademinin sermayeye peşkeş çekilmesine, eğitimin gericileştirilmesine karşı öğrenci gençliğin isyanı artık kabına sığmaycak. Bugün başlayan sürecin yeni gençlik eylemlerini besleyeceğini birlikte göreceğiz. Kısa zaman içinde eylemlerin yaygınlık kazanması, bazı eylemlerin çok kitlesel ve sokak çatışmaları biçiminde geçmesi, toplumun geniş kesimleri tarafından sahiplenilmesi faşizmin ve sermaye sınıfının daha sert ve yoğun bir şekilde saldırmasını getirdi. Zaten toplumsal sorunların yoğunlaştığını, açlık, işsizlik, yoksulluk belasının toplumda ciddi bir öfke biriktirdiğini gören faşizm ufukta ayaklanmanın yaklaştığını anlıyor. Sermaye sınıfı da bu havayı iyi okuyor ve buna göre kendi hazırlıklarını yapıyor. Faşist devlet aygıtının tamamen iç savaşa göre dizayn edilmesi, polis teşkilatına ordunun envanterinde bulunan teçhizatı ve ekipmanı kullanma imkanı verilmesi, yoğun baskı dalgasının sürmesi faşizmin resmi hazırlıkları iken, diğer taraftan da karşı-devrim gelişecek yeni toplumsal harekete karşı gayrinizami hazırlıklar yapıyor. Dinci faşist kitlenin silahlandırılıp eğitimlerden geçirilmesi, devrimci kitlelerin katliamla tehdit edilmesi, mafyanın, sivil faşist çetelerin sokaklara salınması gayrinizami hazırlıklardır. Bugün bilince çıkartılması gereken şey, Türkiye ve Kürdistan’da gelişen devrim mücadelesi kendi karşı-devrimini de yaratarak yoluna devam ediyor oluşudur, tıpkı her dünya devrim deneyiminde olduğu gibi. Peki ne yapmalı? Bu öfkeyi, bu mücadele etme isteğini, sokağı nasıl örgütlemeli?

En başta yapılması gereken dur durak bilmeden, kesintisiz, yoğun, kitlelerle organik bağlar kurmaya yönelmiş, devrimin güncelliğini en başta gençliğin geniş kesimlerine anlatamaya odaklanmış devrimci siyasal faaliyet örgütlemektir. Üniversite dayanışmalarının başlatmış olduğu kampanya her biçimiyle desteklenmeli, ama aynı zamanda başta Leninist gençlik olmak üzere bileşeni olduğumuz Birleşik Gençlik Meclisleri ve Birleşik Öğrenci Meclisleri bu kampanyayı hareket halindeki toplumun farklı kesimleriyle buluşturmayı kendine görev bilmelidir.

Üniversite gençliğine bıkmadan usanmadan kurtuluşumuzun işçi sınıfı ve ezilen halklarla birlikte dövüşmekten geçtiğini anlatmak tarihsel sorumluluğumuzdur. Devam eden işçi eylemleriyle buluşmayı, Kürt halkının mücadelesini sahiplenmeyi, faşizme karşı açık siyasal tutum almayı ve akademik özgürlüklerimiz için politik özgürlükler mücadelesini büyütmeyi kısa ve net bir şekilde açıklamalıyız. Sokak eylemlerinin, eylemci olmanın, militan tutum takınmanın bugün kitlelere hem cesaret verdiğini hem de zaferi nasıl kazanacağımızı gençliğe gösterdiğini bilerek hareket etmeliyiz. Cüret, özveri, disiplin ve fedakarlık…

Bu dönem öne çıkartılması gereken ruh halimiz bu olmalıdır!

Roza