Vefa’yı 95-97 sürecinde Bursa Hapishanesindeyken tanıdım. Bu süreçte en belirgin dönem, ‘96 Ölüm Orucu dönemidir diyebilirim. Zira, Vefa ile beraber Ölüm Orucuna (ÖO) yattık, omuz omuza hücre hücre eriyerek birlikte bu zorlu yolu aldık. Hem zorlukları hem de zaferi birlikte, engin duyguları paylaşarak tattık...
Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, ama herkes bilir ki 19 Aralık 2000 yılı öncesi dönem, hapishaneler için çok farklıydı. Yoldaşlığı, siper yoldaşlığını, omuz omuza, aynı idealler için beraber yürümeyi çok güzel başardı insanlarımız o dönemde. Üzerinde yaşadığımız toprakların devrim tarihinde, belirli konular için öne çıkan belirli dönemler vardır. Siper yoldaşlığı içinde durum bundan farklı değildir. Siper yoldaşlığının en güzel örneklerini Mahirler ve Denizler yaratmıştı. Onlar mücadele içinde aynı idealler için, sosyalizm için, üniversite kampüslerinde, kentlerin cadde ve sokaklarında ve kırlarda beraberce, siper yoldaşlığının en güzel örneklerini yarattılar.
Maltepe firarı ve Kızıldere, bu güzel örneklerin en somut şekilde ete kemiğe büründüğü olaylardır / eylemlerdir. THKO ve THKP-C militan ve önder kadroları, omuz omuza yüklendiler, bu süreçlerin yüklerini. Ve ortak amaçları devrimin çıkarları, hedefleri ise Denizlerin idamını engellemekti. THKP-C ve THKO militanları, Kızıldere Destanı’nı omuz omuza yarattılar ve siper yoldaşlığının nasıl ve ne olduğunu canları pahasına somutlayarak geleceğe çok değerli bir miras bıraktılar.
Sonraki süreçlerde, bu siper yoldaşlığı mirası ne kadar sahiplenildi ne derece korundu herkesin malumu! Ancak, bir dönem var ki, özellikle hapishanelerde, Mahirlerin, Denizlerin yarattığı bu değerli miras sahiplenildi ve değer katıldı. Bu süreç 1993-2000 sürecidir. Bu sürecin belirgin hatları ise ‘95 Buca (ve açlık grevi süreci), ‘96 ÖO, Ulucanlar ve Burdur hapishaneleri direnişleridir. Ancak, sadece pratik olarak değil, dönemin ihtiyaçlarına cevap verir bir mantalite de vardı / mevcuttu, bu birlikteliklerde ve siper yoldaşlığında... Bu süreçlere damgasını vuran anlamsız rekabet değil, fedakarlık ve sosyalizm için birliktelik ruhuydu.
Vefa’yı anlamak ve tanımak istiyorsak, örnek devrimci kişiliği ile beraber, işte bu ruhu iyi tanımak ve anlamak gerekiyor. Çünkü, Vefa, yoldaşlığın ve siper yoldaşlığının en güzel örneklerinden biriydi. Fedakarlıklarıyla, hesapsızlığıyla, devrimci saflığı ve temizliği ile tanıdım Vefa’yı.
Vefa’nın en belirgin özelliği nedir diye sorsalar, ölçülülüğü, dürüstlüğü, kararlılığı, çalışkanlığı ve örnek devrimci kişiliğiydi derim. Devrimci kişiliği, görev bilinci ile çalışkanlığı ile anlam kazanıyordu. O, aynı zamanda bir şairdi. Nazım’ın, Hasan Hüseyin’in şiirlerini okurken, tüm hücreleriyle yaşardı şiirin içindekileri. Şiir de yazıyordu bildiğim/hatırladığım kadarıyla... O, şair ruhlu bir devrim neferiydi; aynı zamanda, devrimi de öyle yaşardı ve eminim ki son nefesini de öyle vermiştir. Onda, bu şiirsel karakterin yarattığı devrimci bir estetik vardı. Ondandır ki, yaptığı her şey sempatiyle karşılanır takdir edilirdi. Zira o, tek kişilik bir devrim ordusu gibiydi. Bursa hapishanesinde kendi örgütünden kendisinden başka hiç kimse yoktu. O süreçleri yaşayan herkes bilir ki, anma-kutlama programlarını örgütlemek öyle kolay değildi. Çünkü sayı kalabalıktı ve ona göre ikramlar, tiyatro, şiir, metin vb. örgütlenmeliydi ve bu, tek kişinin yapabileceği bir iş değildi. Vefa, tek kişilik bir örgüt gibi, kollarını sıvar 30 kişinin yapabileceği pek çok işi kendisi bizzat yapardı. Yetemediği yerlere bizler yardımcı olurduk. Ama esas iş onun omzundaydı ve sonuçta, o, bu işleri yapar, işin içinden çıkardı. Bu anlamda da örnek gösterilirdi daima.
96 ÖO gelip çatmıştı. Bursa hapishanesinde biz 16 kişi başladık ÖO’na. Elbette bu 16 kişi, ÖO’na katılan tüm örgütlerin toplam sayısıydı ve onlardan biri de Vefa idi. İnanç ve kararlılıkla, yoldaşlık ve siper yoldaşlığı ruhuyla omuz omuza yattık ölüme; hiç tereddüt etmedik. 16 kişiyi de sarıp sarmalayan en önemli duygu, inanç kararlılık ve fedakarlık ruhuydu. Geniş alan olmadığı için üçer, dörder gruplar halinde ayrı odalarda sürdürüyorduk ÖO’nu. Ama tüm ÖO eylemcileri yürüyebildikleri sürece, diğer ÖO eylemcilerini ziyaret ettiler. Biz, Vefa ile aynı odada değildik; ancak sonuna kadar ziyaret ettik birbirimizi. Son günlerde, Vefa artık yataktan çıkamıyordu, sık kusma nöbetlerine tutulmuştu. Onu, son güne kadar ziyaret etmeye devam ettim. Sonuçta taleplerimizi kabul ettirdik, ÖO zaferle sonuçlandı. Hiçbir kazanımın bedelsiz olmadığı gibi, biz de 12 yoldaşımızı ÖO’da şehit verdik. Bursa hapishanesi özelinde ise, Hicabi Küçük, Ali Ayata ve Hayati Can yoldaşımızı şehit verdik. Anıları önünde saygı ile eğiliyorum.
Hastanede 24 gün kaldık. Vefa, ben ve 6 arkadaşımız daha... Vefa’nın, ilk günlerde bilinci pek yerinde olmasa da, ki bu geçici bir durumdu, sonraki günlerde hızla toparladı ve ayağa kalktı, yürümeye başladı. Benim fiziksel durumum biraz daha iyi olduğu için, bacakları güçlensin ve açılsın diye, koluna girip onu yürüyüşlere çıkarıyordum, hastanenin bize ayrılan bölümün koridorunda. Hapishaneye geri döndüğümüzde her şey çok daha güzeldi. Kimi yoldaşlarımız sakat kaldı, bizde de ÖO’nun fiziksel ve hafızasal etkileri kaldı. Vefa da hızla toparladı, ama hala eskisi gibi değildi; sonraları düzeldi. Yoldaşları Çanakkale hapishanesinde olduğu için, bir süre sonra oraya sevke gitti.
19 Aralık yaşandığında, Çanakkale hapishanesindeki direnişte, Vefa’nın bir kolunu kaybettiğini duydum ve elbette çok üzüldüm. Ama benim tanıdığım Vefa için, kol değil, o kolu harekete geçiren bilinç önemliydi. Ve o da yerli yerindeydi; olmayan kolu fazlasıyla telafi ederdi bilinciyle, kişiliğiyle...
Bursa hapishanesinde bazen temsilciler olarak, toplanır futbol oynardık. Tabii ki iddialı... Bu maçların gözdelerinden biri de Vefa idi. Kıran kırana geçerdi maçlar. Bursa hapishanesi “özel tip” olduğu için havalandırmaları büyüktü, bundan dolayı seyircilerimizde bol olurdu. Maçı kaybedenler baklavaları alırdı...
Ve bir de, Vefa, kültür komisyonlarının başat elemanıydı, korolara, şiir dinletilerine, tiyatrolara mutlaka katılırdı, refakat ederdi. Küçük ya da büyük bir görev aldığında, ciddiyetle üzerine eğilir, mutlaka sonuçlandırırdı.
Sonra tahliye olduğunu duydum, sonra yeniden tutuklandı, yeniden tahliye oldu. Ama Vefa her seferinde mücadelenin orta yerindeydi. Dışardan selamlarını alıyordum. Evlendiğini duyduğumda sevinmiştim.
Geçenlerde vefat haberini aldığımda çok üzüldüm, bir parçamızı kaybederiz ya, öyle işte. Ve bu ölüm şekli ona hiç yakışmadı. Lanet olası virüs onu almıştı aramızdan.
Vefa ile dostluğumuz, yoldaşlığımız, siper yoldaşlığımız sıcak kavganın içinde, çeliğe su verilircesine şekillendi ve bir başka güzellikteydi. Onu asla unutmayacağım/unutamam, yüreğimde ve bilincimde yaşayacak.
O, ölmedi, yoldaşlıkta, iyi bir devrimcilikte, siper yoldaşlığında, görev bilincinde ve ille de şiirde, daima yaşayacak. Ve bu değerleri fedakarlığı taşıyarak...
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Tüm ezilen halkların başı sağ olsun.
08.03.2021
Nurettin Erenler / Edirne