Vefa yoldaşla ilgili ben de bir şeyler söylemek istiyorum, ama nereden nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Öyle ki ne söylersem söyleyeyim, asla tam olmayacak yine eksik kalacaktır...
Sanırım şunu söyleyerek başlamak en doğru biçim olacak. Vefa yoldaşla aynı mevzide dövüşmek, aynı amaca aynı yoldan yürümek her devrimciye kısmet olmaz. Ben bu onura eriştim. Aynı mevzide dövüşürken birlikte yaralandık, birlikte gözaltına alındık. Yok birlikte alındık da, yoldaşın akciğer zarı yırtıldığı için faşizm yoldaşa gözaltı işlemi yapmadı, Taksim İlkyardım Hastanesinde bırakıp kaçtı...
Ama daha sonra birlikte alındık, birlikte saldırıya uğradık. Öyle ki işçi yoldaşın deyimiyle “aslında faşizm bizi öldürmek için saldırdı ama başaramadı.”
Vefa yoldaşımız nerede, hangi koşulda olursa olsun örnek olan, örnek yaratan bir yoldaştı. Yaptığı hiçbir şeyi “mış” gibi yapmazdı, yapılması gerektiği için ve yapılması gerektiği biçimde yapardı...
İster tek başına olsun, ister kitlelerin içinde her zaman öz disiplini olan bir yoldaştı. Okuduğum bir kitapta hoşuma giden bir alıntıyı yoldaşa aktarmıştım da çok hoşuna gitmişti. Dönem dönem sanat merkezindeki yazı tahtasına yazardı. Dediğim gibi bir alıntı olmasına rağmen, yoldaş o cümleyi bana aitmiş gibi yazar ve söylerdi. Her defasında bana ait olmadığını söylerdim, o da “haklısın yoldaş ama nedense sana ait bir şeymiş gibi geliyor bana” derdi. O alıntı şöyleydi: “Disiplin herkesin olduğu ve gördüğü yerde uyulan kurallar değildir. Disiplin yalnız olduğun yerde ve zamanda seni kimsenin görmediğini, duymadığını bildiğin halde disiplinli davranabilmektir, her koşulda bunu yapmaktır...”
Hani Vefa yoldaşımızı tanıyan herkes ne kadar insan sevgisiyle dolu olduğunu bilir, bu yürek aynı zamanda işçi ve emekçiler için bir kat daha fazla sevgiyle doluydu. Belki herkes bunu görememiş, fark etmemiş olabilir, ama ben bu sevgiden ve güvenden payıma düşeni aldım diyebilirim... Ben yoldaşın bana sarıldığı her zaman bu duyguyu yaşamış bir işçiyim...
Şimdi yazınca tarihini hatırlayamadım ama, Şubat ayı olduğunu çok iyi hatırlıyorum. KESK Ankara’da bir miting yapıyor. Biz de İstanbul’dan gitmişiz. Daha miting başlamadan yani toplanma noktasında saldırı başladı. Devrimci memurlar polisle çatışıyor, direniyor, biber gazı tüm ortamı kaplamış göz gözü görmüyor. Polis habire ateş ediyor, gaz atıyor ama bir barikatı açamıyor. Öyle bir an oldu ki, barikatı kaldırabilmek için nişan alarak memurlara kurşun sıkılıyor. Ben ve genç bir yoldaş da tam ateşin önünde kaldık ve beni ayağımdan vurdular. Yanımdaki yoldaş beni güvenli bir bölgeye götürdü ve yarayı kontrol ettik ki plastik mermi isabet etmiş. Lakin yürüme imkanım yok. Memurlar beni bir kafeye taşıdılar. Doktor falan derken akşam oldu ve İstanbul’a dönme saati gelmiş Vefa yoldaş habire beni soruyor merak ediyor. Sanırım bir işim olduğundan, ben Ankara’da kalacağım. Ama yoldaşları yolcu etmek de istiyorum, onları merak ediyorum. Neyse sonuçta otobüs kalkmadan yetiştik, yoldaşlar binmiş ben kapıdan girince Vefa yoldaşın bana bir sarılması var ki... Hani biraz arabesk olacak ama, gerçekten öyle anlatmak yetmez, yaşamak gerekir. Bu ve benzeri yaşanmışlıklardan ben yoldaşın bu insani, sevecen yanını çoğu zaman gördüm, bu mutluluğu yaşadım...
Vefamız kocaman yürekli bir komünistti. Yaptığı işin karşılığını her daim alırdı yoldaş, bunu esirgemezdi. Takdir de ederdi, hakkıyla yapılanı nasıl görür ve gerekirse örnek gösterirse, yanlış olanı da söylerdi. Eleştiri gerekiyorsa eleştirir, övgüyü hak ediyorsa onu da yapardı. Tabii her yoldaşa aynı biçimde yaklaşmaz ve onun politik bilincini mutlaka göz önünde bulundururdu.
Sarıgazi’de bir Fadime anamız vardı. Ben zindana düştüğüm dönemde anayı da ölümsüzler kervanına uğurlamışız. Bir gün Fadime ana beni aradı, gelmemi ve yanımda kim varsa onu da götürmemi söyledi. Biz de o an Vefa yoldaşla birlikte oturuyorduk. Kalkıp anaya, Emek mahallesindeki evine gittik. Hoş beşten sonra ana bir sürprizi olduğunu söyleyerek mutfağa gitti. Biz de yardım için kalkınca izin vermedi. Birkaç dakika sonra gelin diyerek çağırdı. Fadime ana, sakatattan tirit yapmış. Doğradığı ekmeklerin üzerine dökmüş. Oturduk ve ben sordum, “ana bu ne” diye? O da karından tirit olduğunu söyledi. Ve ben bunu duyunca kaşığı bıraktım masadan kalktım. Sakatat yemediğimi söyledim. Vefa masada tiridi yemeye devam etti. Yemek bitti. Çay içtik, sohbet ettik, daha sonra kalkıp gittik. Yolda sohbet ediyoruz, ne dese beğenirsiniz “ya yoldaş aslında ben de sakatattan yapılan yemekleri pek yemem” demez mi! Ben de “yemeseydin yoldaş niye yedin?” “Olur mu yoldaş, Fadime ana o kadar hazırlamış biz yoldaşlarını çağırmış, yemesem çok üzülürdü, ana üzülmesin diye yedim, aslında sen de yemeliydin; ana üzüldü, senin için başka şeyler yapmak zorunda kaldı.”
Daha sonra yoldaşın bu uyarısı nedeniyle, gittiğim bir işçi ailesini bizim için hazırlamış olduğu mumbar dolmasını az da olsa yemiştim. Tabii yine yükün çoğunu başka bir yoldaşa yıkarak...
Başlarken de belirttiğim gibi, Vefamızı anlatmaya nereden başlarsak başlayalım asla tam olmayacak.
Vefa yoldaş, insan, komünist, partizan, sanatçı, işçi, emekçi yani yeni insana bir örnek. Her birimizin örnek alacağı bir önder, bir devrimci bir dost ve bir yoldaştır. Bir yandan örnek alacağız ama, diğer yandan işçi ve emekçilere yoldaşın bu örnek kişiliğini taşıyacağız, taşımalıyız...
O, benim, bizim için kutup yıldızıydı. Yeri asla doldurulamaz bir yoldaştı. Tüm varlığıyla bir devrimciyi zamansız yitirmenin acısı yüreğimde. “Adın kalleş olsun ölüm.” Okyanustaki gemimizi fenersiz koydun. Deniz fenerimizi aramızdan aldın...
Yıldızlar yoldaşın olsun yoldaşım!...
Görüşmek dileğiyle hoşça kalın. Tüm yoldaşlara selamlar.
Zafere Kadar Daima...
Yoldaşın Ali Ekber