14 Şubat 21

Merhaba,

25 Aralık 2008'de yazdığın mektuba cevaben... Ben bu mektuba cevap verdim mi vermedim mi bilmiyorum, anımsamıyorum; ama dolaylı yollarla cevapladığımı biliyorum.

Sene artık 2021... çok geçti üzerinden. Ne olaylar, ne insanlar, ne devrim ve ayaklanmalar, ne yoldaşlar... Sadede gelelim...

Nazım'ın “İyimserlik Üzerine” şiiri ile başlamışsın mektubuna... Dün gibi aklımda, tüm işlerin yorgunluğunu üzerimden almak için iyimserliğe davet ediyordun beni. Ben de birkaç ay önce sana anımsatıyordum bu şiiri... Aysel'in ilerleyen hastalığı karşısında gücünü yitirmemen, iyimserliğini kaybetmemen için.

Çayını, fıstığını, triplexini al gel mektubu okumaya” demişsin. Tripleks yemiyordum uzun zamandır oysa ki... Mektubunu okuduktan sonra gidip almıştım. Şimdi de çayımı aldım, birazdan da mutfağa geçip bir sigara yakarım.

Adetim değildir biliyor musun, bir mektubu önüme koyup satır satır ona cevap yazmak... Oysa siz mapuslarına huyudur bu, ben ilk kez yazıyorum.

2003'te büroya ilk gelişini ve seni karşılamamı hatırlatmışsın... Kısa süre önce onu ben de anımsadım ve hatta kaleme aldım. Devamını da hatırlatayım sana, o ilk haftayı... Nereden geliyorduk anımsamıyorum, 18 sene olmuş neredeyse. O günlerde doğan bebekler büyüdü, yetişkin oldu, devrimci oldular hatta... Belki de karşıda beraber kalmış, sabah vapurla birlikte geçmişizdir karşıya. Matbaaya gitmek istiyordun derginin basımını görmeye, bense seni gezdirmek istiyordum, dört duvar arasından yeni çıktın diye ve tatlı bir bahar günüydü...

Çaktırmadan orta yolu buldum. Eminönü sahilden Topkapı'ya kadar deniz kıyısından yürüdük, havadan sudan konuştuk. Neredeyse 10 seneni mapusta geçirmiştin ve aslında bünyen, kasların oldukça zayıftı, yorulsan da hiç çaktırmamıştın. Ben de gençtim o zaman, tüm İstanbul'u, kavgamızın şehrini yürüyerek katedebiliyordum. Ama sonra o Topkapı'ya giden yollarda, Edirnekapı'da köprüler ve alt-üst geçitlerde kaybolup dolaş dolaş saatlerce zor bulmuştuk matbaayı...

Satırlarında bana yüreğimin “her şeye rağmen ve her şeyden dolayı”, “en uzak yıldız ile birlikte attığını” söylemişsin. Teşekkürler verdiğin sınırsız sevgin ve güvenin için. Teselli ediyorsun beni ilerleyen satırlarında da. Ataol Behramoğlu'nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” şiirini yeniden okumamı istemişsin. Bu mektubu bitireyim, öyle okurum. Yoksa bitmez bu mektup. Baki'nin, kadim dostunun söylediği şarkıyı anımsatıyorsun, “Bir şeyler var değişecek, bir şeyler var değiştirmemiz gereken, önce acılardan başlanacak”... sözlerini istemiştin bunun. Sahi yolladım mı, hiç hatırlamıyorum.

İlerleyen paragraflarda bir şey daha istiyorsun benden -ki onu asla unutmayacağım- “bizim çiçekçi var ya, ona uğra selamlarımı ve sevgilerimi ilet ve kendine benim adıma bir gül al, parasını istemez ama, isterse ben çıkınca veririm” diyorsun. Yok öyle yağma, hiç kolay kurtulamazsın elimden. O günlerde yolum Ankara'ya düşmüştü ve Selanik'teki meşhur çiçekçilerden en güzel gülü aldım kendime ve bana feci borçlandın. Çıktığında da aynı yerden bana kırmızı bir gül alıp geldin...

Belki sana hiç söylemedim, ama o gülü hala saklıyorum. Umarım bir yerlerde kaybetmem bir gün. Seni güldüreyim azıcık... Sen mektubunda “Tanercat oralarda ise gülü ondan sakın, kedinin balığına göz diken, güle kim bilir neler yapar” diye uyarıyorsun... Tanercat'i, balığı falan bilmem de, bizim kedi -hani Bulut, sen iyi tanırsın kendisini- güle göz koymuştu. Nereye koyarsam, duvara asarsam bile tırmanmaya çalışıyordu kemirmek için.

Vedanı yine Nazım'la yapmışsın. Ne kötü bir şiir seçmişsin, beni şu an ağlatacaksın. Oysa ne çok uğraşıyorum ağlamamak için... Diyorsun ki son şiirinde: “Belki ben, o günden çok daha evvel, köprü başında sallanarak, bir sabah vakti gölgemi şafakta asfalta salacağım. Belki ben, o günden çok daha sonra, matruş çehremde ak bir sakalın izi, sağ kalacağım o günlere”...

Sağ kalmak bize mi düştü ak saçlarımızla... Kim bilir. Ama kalırsam, “son kavgada, benim gibi sağ kalan ihtiyarlara, bayram günlerinde keman çalacağım”...

Seni çok seviyorum canım yoldaşım.

Seni tanımak, seninle 17 yıla yakın bir süre omuz omuza dövüşmek, gülmek, ağlamak, aç kalmak, eğlenmek, dahası sana “yoldaşım” diyebilmek onurdur.

Daima...

Yoldaşın