Ne güzel okumuştu 28 Panfilovcularını Nazım’ın Onlardan biriymiş gibi... Diev diyebilir miydik biz de ona?

“Bir zeytin ağacı gibi verimli, bir karınca gibi hamarat, ne zaman aşık olur, ne zaman yemek yer, ne zaman uyurdu, durup dinlenmeden yuğrulan bir hamurdu Kloçkof Diev’in kocaman ellerinde hayat”

Belki de Çanakkale’de Natarof’tu. “Yaralıydı. Gece bastı, çıktı siperden. Ormana girdi dirseklerinin üstünde sürünerek. Dolaştı kanayarak günlerce. Bağırmıyor, inlemiyor, sesini saklıyordu, saklıyordu bir emanet gibi onu. Rastladı dostlara nihayet.” O, yıllarca orada ne olduysa, nasıl savaştılarsa siperde komünarlar, bu hikayeyi anlattı. Gözüyaşlı, başı dik, bir onur gibi taşıyarak sağ omzunun altındaki boşluğu ve bir cümlesini dahi kendisine ayırmadan.

Tekel işçilerinin Ankara’daki eylemine destek için İstanbul’dan otobüslerle yola çıkıyoruz. Otobüste bir çok gruptan insan var. Yan tarafımda ise sosyal medyadan ve dergi köşe yazarlığından tanınan bir şahsiyet oturuyor ve ben kitap okuyorum. Yolculuğun sonlarına doğru bir-iki sohbet geçti aramızda. Merakından hangi siyasi çevreden olduğumu sordu.

“Mücadele Birliği” dedim. “Hadi ya, sen onlara hiç benzemiyorsun” dedi. Rahatsız oldum biraz tabi. Ama yazdıklarından, bir kaç kez eylem esnasında denk geldiğim popülist tavrından yola çıkarak takılmadım. Lafı nereye getireceğini tahmin ediyordum. “Neden?” diye sordum. “ODTÜ’de okudum, sizinkileri bilirim, özellikle Vefa’yı iyi tanırım” diye cevap verdi. Kafamdan kısa sürede ODTÜ ekibini ve onların politik düzeyini, polemikçiliğini geçirdim. Benzeyebilmek zaten bu hali ile zordu, ama bu vatandaşın konuyu nereye getireceği de malumdu. “Yani…”, diyerek devam etmesini istedim. “Onlar biraz deli görünürler, iç savaş ve ayaklanma üzerine çok konuşurlar…” Bu cümledeki “deli”nin militan devrimciler için ne türden bir karaktere denk gelebileceği de bilinendi. Çok uzamayacağını tahmin ettiğim bir tartışmanın kapısını araladım. Çünkü karşımda marksizmi-leninizmi akademik düzlemde yutan, ama cansızlaştıran biri vardı. Maksadım onu ikna etmek olmayacaktı. Sadece leninistlerin kuşak kuşak politik devamlılığı, bu içselleştirmeyi bir gösteriye çevirmeden nasıl sağladıklarını hissettirebilmekti. “İç savaş, birbiri ardı sıra gelen, artmış, kızışmış siyasi ve iktisadi krizlerden sonra …” Tabi ki itiraz edecekti. “Burjuva iç savaş ile proleter iç savaş arasındaki ayrım …”dan bahsedince, “bu bir saçmalık” diye böbürlendi. “Bu Lenin’in meseleyi ele alışı, henüz bize gelmedik” dediğimde, “Lenin’de böyle bir ele alış yok” dedi bilgiççe. Devam ettim;

“Proletarya iç savaşının başlangıcı ile burjuva iç savaşının başlangıcını şu noktalarda karşılaştırmaya çalışalım:1-hareketin kendiliğindenliği; 2-amaçları; 3-harekete katılan yığınların bilinci; 4-hareketin gücü; 5-hareketin direşkenliği.” Bu karşılaştırmada aynı zamanda Lenin, devrimci proletarya ve komünist partisi açısından bir konumlanmayı gerektirecek bütünlüğün üzerinde durur.” Yutkundu… Nisan Tezleri onun için sadece neden sosyalist devrim denilmesi gerektiğini anlatan bir kitaptı. (Öyle de değildi ya, neyse!) Kuşkusuz hiç bu gözle okumamıştı. Ankara girişinde otobüsü polis durdurdu. Vefa’ya selamını ileteceğimi söyledim.

ODTÜ’de okumadık belki, ama Vefaların üniversitesinde talebe olduğumuz kesindi!

Devrimcilik bir profile uyma, simada devrimciyi andırma olarak ele alındığında bir şekle girme çabasından bahsedebiliriz. Çoğu kez, çoğu kişide sırıtan bu çabanın göz tırmaladığı da açık. Ama özgün yanları, rahat ve olgun tavırları ile devrimciliği politik-pratik bir çizgide tutarlı bir hatta yerleştirebilen kişilere yönelik olumlamaların da fazla olduğunu biliriz. Vefa yoldaş bana kalırsa her çağın devrimcisiydi. Onun özgünlüğü her çağın devrimcilerini, komünistlerini aklında ve yüreğinde yaşatması ile de görülüyordu. Başkaları gibi bir devrim romanını lisedeyken okuyup kahramanı ile kısa bir yolculuğa çıkan bir tarafı yoktu onun. Baumann, Vaz, Stock… Attığı adımında, yazdığı şiirinde, kurduğu cümlesindeydi. Son üç yüzyılın devrimleri ve devrimcileri biri diğerine tercih edilmeden bir yürekteydiler. Üstelik bu yüreğin kendi yarattığı hikayesi başkaları tarafından gururla izlenmeye, takip edilmeye muktedirdi. 

Vefa yoldaş pratiğin içinde örgütçüydü. Eskiyi, eskittiğini anlatan değildi. İdeolojik savunularını, düşüncelerini örgütlü kimliği ile birlikte, önem sırasına koymadan her fırsatta anlatandı. Anlattıkları ise günü gününe yaşananlarla devrimin güncelliği arasında kurduğu bağdı. Her bağın uzayan bir kolu vardı. Kimi yerde parti vurgusuydu bu kol, kimi yerde devrimci programın yaşamsallığı, kimi yerde devrimci eylemin olmazsa olmazlığı. Vefa yoldaş leninist savaşçılığın; siper siper dolaşmış, kitap kitap okumuş, devrim olacaksa ancak bu koşulda, şunları yapabilirsek, becerebilirsek olabilir demeyi akıldan çıkartmayan yüzlerinden biriydi.

Duygunun, sevginin ve kolektif bağlılığın mücadele isteği ile buluşmasından, üstüne bir de leninist çizgide ısrardan ender görülen bir kişilik doğdu ve yaşadı. Onu, biz Vefa diye tanıdık, Cemal, Nazım ve Ali Varol diye okuduk. Biz gençlerin soruları oldukça yordu onu. Eksikliklerimiz, hatalarımız kimi zaman hayal kırıklığıydı onun için. Ama bu çağın devrimci olmaya aday olanları her yönden koyu bir reformizmle, konformizmle çevrelenmişken, devrimcilikte tutunabilmek kolay bir iş değilken, 71 devrimci kopuşunun bugünkü devrimcilerinden birine devrimin asıl yerini, odağını göstermek iş olarak düştü.

Bu yazılanların bir güzelleme olmadığını ifade etmek gereksiz. Ne yazılacaksa, söylenecekse eksik kalacak onun için. Ondan çok şey öğrendik. Rehavetin ne zararlı bir şey olduğunu, öz disiplini, okumanın ve not almanın önemini, legalciliğin bir bataklık olduğunu.

Yönünü bulmaya çalışan, bulan, seninle birlikte dövüşen, sen yanlarındasın diye kendilerini daha güvende hisseden bir kuşak seni unutmayacak Vefa yoldaş.

Bu üniversitede yüzlerce işçi, genç senden ders aldık. Okulu bitirebilenler, uzatanlar, derslerden kalanlar ve okulu bırakanlarla yüzlerce kişi. Ülkenin fabrikalarında, emekçi mahallerinde, kent meydanlarında devrimin programını tartıştırabilecek yüzlerce bilinç, yumruk… Ajitatör, propagandacı, yazar, militan…

Latin devrimcilere ait olan, “Ayaklanmanın toprağını kazıyın, altından eski militanlar çıkar” sözünü Gezi günlerine yöneltmiştin. Bu sözü doğrulatabilecek binlercesi…

Boğazın maviliğine tepeden bakan caminin avlusunu ve oradaki keyifli derslerinin anısını unutmayacağım. Bir de yarı ciddi, yarı tebessümlü bir şekilde, “Bak anlaşalım, manzarası güzel diye buraya başka zaman arkadaşlarınla gelmek yok” uyarını… 

“Gelecek, düş kurmaya devam eden; düşünü gerçekleştirmek için var gücüyle çalışan, hem teorik hem de pratik olarak, o kızıl şeridi takip edenlerin ellerinde şekillenecektir”. Son makaleni bu cümlelerle bitirmişsin. Düşünü gerçekleştirmek için muazzam bir şekilde çalıştın. Kızıl bir şeritsin, mavi atlasın üzerinde!

Yoldaşın, Taleben