Merhabalar. O herkesin coşkuyla, böbürlenerek anlattığı askerlik anılarını bir de benim sözlerimden, benim şahitliğimden dinleyin:

Ben 2019'da Suriye sınırında askerlik yaptım. Bulunduğum karakolda hemen her gün, onların deyişiyle 'mülteci', benim deyişimle 'az da olsa çocuklarını yaşatma umuduyla bombalardan kaçan insanlar'!

Hani çok şefkatliyiz ya, o insanları kucaklıyoruz ya... İnan hepsi palavra, o insanlara, yaşlılara, çocuklara yapılan işkenceler, aç bırakılan çocuklar, dövülen yaşlılar, taciz edilen kadınlara şahit olmak kolay değildir. Sizlere hissettirerek nasıl anlatırım bilmiyorum ama, zaten insan olmak, vicdan sahibi olmak beni anlamanıza yeterli olur diye düşünüyorum.

Karakolda bulunduğum bir gün, gelen telsiz anonsu, sınır duvarı denilen (insanları ölümle ve yağmur gibi yağan bombalar arasında tutan, ölümle yaşam arasındaki duvar) duvardan atlayan 5 kişinin yakalandığını söylüyordu.

Komutanın emriyle onları almaya gittik. Giderken, acaba yine nasıl bir acı verici sahne beni bekliyordiye düşünerek gittim. Evet, o beş kişi daha ergenlik çağına bile girmemiş, ama her şeyi gözlerindeki bakışlarıyla anlatan 4 tane çocuk ve anneleri... Anneleri 2 metrelik duvardan atladığı için ayağını kırmıştı, yürüyemez haldeyken bile çocukları kucaklayarak bizden korumaya çalışması... -Oysa bilseydi içimde kopan fırtınaları, hüznümü-...

Çocukları ve kadını arabaya bindirip, nereye gititklerini bilmedikleri bir yola düşürmüştük. Onları karakola getirdik, karakoldaki mülteci deposu diye adlandırılan depo, morgdan farksızdı. O merhametin, insanlığın olmadığı bir soğuk rüzgarın estiği depoda hepsini oturtmak için arama yaptık. En küçüğü 6, en büyükleri de 15 yaşındaydı. Arama yaptığım sırada en küçük olan çocuğun ufacık kollarını arama yapmam için havaya kaldırması beni çökertmiş, bitirmişti. Ufacık cebinde sadece bir bisküvi parçası vardı.

Aramadan sonra komutan beni depo nöbetçisi olarak görevlendirdi. Bu, diğer askerler için ne kadar iyi bir nöbet olsa da, benim için çok kötüydü. Çünkü o insanları o çocukları o şekilde görmek istemiyordum, elimden bir şey gelmediği için çok kötü hissediyordum kendimi. Nöbetimin 10 dakikasından sonra 15 yaşındaki çocukla diyalog kurmaya çalıştım ve aç olup olmadıklarını sordum.

Ama ne o beni anlıyordu, ne de ben onu. Ben Arapça bilmiyordum, o da Türkçe veya Kürtçe... Karakolda Arap olan bir arkadaşım vardı, adı Enver'di. Onu çağırdım, bize tercümanlık yapmasını istedim. Onlara karınlarının aç olup olmadığını ve ne kadar süredir yemek yemediklerini sormasını istedim. Enver bana çocukların ve annelerinin 2 gündür yemek yemediklerini söyledi. Kafama balyoz vururcasına söyler gibiydi kelimeleri... Savaşı başlatan onlar değildi ki, neden onlar bu kadar süredir aç kalmak zorun da kalmışlardı!

Soluğu komutanın yanında aldım anne ve çocukları 2 gündür yemek yemediklerini yemek yemeleri gerektiğini söyledim. İnsanlıktan, merhametten, vicdandan yoksun komutanın sarf ettiği kelimelere inanmak bile istemedim. “Hayır yemek falan vermeyin şunlara, ondan sonra alışıp yine geliyorlar. Zaten elimde olsa bunları yaşatmazdım da, yine de iyilik bizde kalsın”. Yaptıkları bu eziyeti, bu işkenceleri bir iyilik yapmışçasına konuşması, beni çiledençıkartmıştı. Dayanamayıp o iğrenç suratına haykırdım: “nasıl insanlarsınız siz, insan demeye bile utanıyorum size ufacık çocuklar neden öldüklerini, neden kaçmak zorunda kaldıklarını, neden burda olduklarını dahi bilemeyecek kadar küçükler”. Komutan “sen kimsin de bana böyle yüksek sesle artist artist konuşuyorsun, nesin lan sen kaçakçı mısın yoksa terörist misin?” “Evet, eğer o teröristler dediğiniz kişiler, bu insanlara bu çocuklara yardım ediyorsa, evet ben de teröristim” dedim ve yanından hızla adımlarla ağlayarak ayrıldım ve depoya gittim.

Artık benim birşeyler yapmam lazımdı. Saat akşam 6 civarıydı. Akşam yemeği yemek için askerler sıraya girmişti bile. Ben de sıraya girdim ve bir tabldot aldım, yemeği aldım ve dışarı çıktım. Yemekte kuru fasulye ve pilav vardı, bolca almıştım. Gizlice depoya gittim, çocukların ve annelerinin gözü bana dikilmişti. Yanlarına betonun üstüne oturup yemeği onlara doğru uzattım, yemelerini söyledim, lakin beni anlamıyorlardı. El kol işaretleriyle yemeği yemelerini söyledim ve ayağa kalkıp biraz uzakta durdum.

Gerçekten şimdi bunları sizlere anlatırken bile boğazım düğümleniyor. O çocukların yemek yeyişini sizlere anlatamam. Gözlerimi annelerine diktiğimde gözlerinden akan yaşları görünce hıçkıra hıçkıra ağladım, duramadım orada, bakamadım. Deponun arkasına geçerek bir sigara yaktım ve kendi kendime düşündüm. İnsan olmak, gerçekten insan kelimesine layık olmak... İnsan bedeninin içinde taşıdığın duygular, hislerin, vicdanın... bunlar insanı insan yapan değil midir? Peki o insan görünümlü varlıklar nelerdi, anlam veremiyordum. Oturduğum yerden kalkıp depoya gittim, yemeklerini yemişlerdi, anneleri beni el işaretiyle yanına çağırıp ağlayarak sarıldı. Ben de ona sarıldım, gözyaşlarıma hakim olamadım. Çocukları da öptüm, sevdim.

Uzaktan gelen postal sesleriyle ayrıldık. Gelenler nöbet değişimi için geliyordu. Son kez çocuklara ve annelerine hüzünle baktıktan sonra, onları bir daha görmemek üzere ordan ayrıldım... Umarım şimdi hepsi yaşıyordur ve yemek yiyebilecekleri bir yer, ısınabilecekleri bir evleri vardır. Onları hiçbir zaman unutmayacağım...

Beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ederim.

Kerim