#Kanalİstanbul güzegahında yerli tohumlarla mahalle bostanları kuruluyor. Yaygın söylemle “Kent Bahçeleri” de diyoruz bunların birleşimine. “Kurda, Kuşa, Aşa ve Yoldaş’a” diyerek çıktık yola. Yol güzel ve bereketli.
Bu şahane slogana bir de benim bu sıralar; kendime edindiğim “Kervan yolda dizilir” deyişini de eklersem, iyi olacak. Çünkü; çoğu zaman plan-program yaparsın, uygularken dikiş tutmaz. Bunu öğrendik, biz de dedik ki, yolu yürürken hem öğrenelim, hem de yolumuza çıkan engelleri bir de böyle aşmasını deneyelim.
Oluyor. Yani sen yine yapıyorsun programını, ama bilmediklerini yola çıkarken not defterine yazıp ezberden yürümüyorsun. Yol, sen yürürken öğretiyor ve söylüyor sana neye ihtiyacın olduğunu. Çokça inanç, sabır ve enerji. Bunlar varsa; yol yürürken kendini yaparak devam ediyor. Ne çok yol dedim. Ve Oruç Aruoba’yı anımsadım birden. Şiirlerinde ne çok yol imgesi vardır ve okurken sana da yola çıkma arzusu verir. Yakın zamanda kaybettiğimiz kıymetli şairimize de, mezarında güller bitsin deyip selam çaktıktan sonra devam edebilirim.
Pandeminin ilk günlerinden bu yana, kamu kurumlarının organize olamama haline karşılık, ilçelerde, mahallelerde insanlar kendi dayanışma hallerini kendileri yarattılar. Birbirini peşi sıra takip eden dayanışma ağları kuruldu. O ilk kriz anlarında, kentinde, mahallesinde, fabrikada, atölyede, şantiyede, sağlık emekçisiyle, sınıf kardeşleriyle kendi dayanışma kültürünü yeniden üreten ağlardı bunlar. Hızlıca ihtiyaç haritası oluşturup, gıda destek paketleri, maskeler, siperlikler ulaştırdılar ihtiyacı olana. Pandemi sebebiyle evsel atıklarla bile beslenme olanağı bulamayan sokak hayvanlarına mama dağıttılar. Bayramda çocuklara bayram hediyesi oldular, İşinden atılana avukat. Ve temin ettikleri her türlü ihtiyaç malzemesini imece usülü temin edip, hiçbir kişisel çıkar gütmeden taşıdılar ihtiyaç duyulan yerlere.
İhtiyacı sadece metalaştırmayayım, çünkü bazen ihtiyaç bir komşuya hal hatır sormak oldu, bazen bir dost sohbeti, bunu da yaptılar. Dünyayı değiştirme eylemine girişen bir kimsenin öncelikle koşulsuz bir güven vermesi gerekliydi, onlar da temas kurduklarıyla dolaysız bir ilişki kurmanın yolunu aradılar. Ve aynı zamanda kendi içlerinde de dayanışmanın çeşitli hallerini kurdular. Kökleşmesi temennimdir.
Ve bugün, anlatıya giriş yaparken belirttiğim gibi, dayanışma ağları başka bir yol açmak istiyor. Yolu üretimden geçen, temiz gıdaya erişimin sağlandığı, imecenin köklendiği, insanı toprakla buluşturan ve aynı zamanda birlikte üretmenin güzelliğinin paylaşıldığı bir zemin oluşturmak gibi.
Şimdi öncelikle şunu belirtmeliyim ki, ortak bir ihtiyaçtan doğan bu ağların birbiri içinde organik bağları yok ya da herbirinin yaptığı benzer işe diğerinin yüklediği anlam herzaman aynı değil. Mesela biri, küresel gıda krizine karşı kent bahçeleri derken… Benim ya da bizim aynı faaliyete yüklediğim(iz) anlam farklılık gösterebiliyor. Küresel bir gıda krizini, küresel düzeyde büyük organizasyonlarla çözebilirsin, ama aynı zamanda lanet olası sermaye egemenliğinden de kurtulmuş olmak kaydıyla yapabilirsin bunu. Lakin bu haliyle bile küçümsenecek bir hareket olduğunu düşünmüyorum.
Benim “mahalle dayanışma bostanları”na yüklediğim anlam biraz daha soyut(?), belki de değil. Yani insanların birlikte üretebileceği ve dayanışmanın farklı hallerini yeniden deneyimleyecekleri ve buradan kendilerine yeni yollar açabilecekleri bir zemin olarak görüyorum biraz bu meselenin kendisini. Unuttuklarını hatırladıkları, yeniden birbirlerine tutunmayı, birbirlerinden ve aynı zamanda toprağın üretkenliğinden öğrendikleri bir zemin. Bunların biri, bir diğerini yadsımıyor.
Düşünün şu yadsınabilir mi ki; Gazi Dayanışma Ağı’na, Diyarbakır’dan fideler geliyor. Bunları ekilebilir yer hazırlığı olan diğer ağlar oradan alıyor. Gidemeyen Bayramtepe Dayanışma Ağı’na, Atakent Dayanışma Ağı’ndan dostlarımız getiriyor. Sonra sen gidip Yarımburgaz Dayanışma Ağı’nın bostanına fide ekip, can suyunu veriyorsun. Sonra Yarımburgaz’da kıymetli bir ağbimizin söylemini “Kurda, Kuşa, Aşa” mottosuna “Yoldaşa” ifadesini ekleyip o mottoyu sahipleniyorsun. Sonra kurduğun bağ öyle kuvvetli oluyor ki; komşundan temin ettiğin bir parça tohumda onun payını da düşünüp ayırıyorsun. Bu kollektif bir çalışma değil de nedir? Ve bunları planlamıyorsun, kervan yolu yürürken oluyor bunlar. Dayanışma’nın türlü halleri oluyor sonra bunlar işte.
Sonra kendi mahallende, gençler ve çocuklarla bu fide ve tohumları toprakla buluşturuyorsun. Ki bu işin en kıymetli yanlarından bir tanesi. Çünkü o çocukların çoğu henüz fidenin ne olduğunu, onun toprakla olan ilişkisini, bir tohumun nasıl filizlendiğini bilmiyor. Ve sen bu deneyim için, onlara alan da açmış oluyorsun aynı zamanda. Ve onlar, günün bir vakti “haydi bugün bahçeye gitmiyor muyuz” diye seni işe davet ediyorlar. Şimdi bunların hepsi ayrı ayrı kıymetli iken, bir de gidip ektiğin tohumun her geçen gün toprakta nasıl geliştiğini, boylandığını takip ediyorsun. Bir çocuğun gelişimini izler gibi.