Sofralarımızdan eksilmeyen bulgurun nasıl hazırlandığını, çalışan işçilerin neler yaşadığını bilmek ister misiniz? Davut usta siz okurlarımız için çalışma yaşamını anlatıyor:
“Merhaba ben Urfa’dan Davut. 1996’dan beri işçiyim. Şu an 40 yaşındayım. Evliyim, 3 çocuğum var. 17 yaşımdan beri işçilik yapıyorum. Genelde bulgur sektöründe çalıştım. Şu anda da profesyonel ustalık yapıyorum. Birkaç sene öncesine kadar 12 saat çalışıyorduk. Son birkaç yıldır çalışma saatleri düzenlendi, 10 saat çalışmaya başladık. Sadece gündüz çalışabiliyoruz biz. Size çalışma yöntemimizi anlatmak istiyorum.
Buğday tarladan gelir, fabrikada ön elemesi yapılır. Temizlendikten sonra pişer. Ardından bu pişen bulguru beton sahalara döker kuruturuz. Tekrar yıkamaya alırız üzerinde toz, saman türü yabancı madde taş varsa ayrılır. Kabuğunu soyarız. Nasıl bir kırım istiyorsak ona göre kırarız. Sonra parlatıcı denilen makineye veririz. Bulgurun rengi tutturulur burada. Sarımsı rengi yakalarız. Eleğe verip sınıflandırırız. Küçüğü köftelik olur. Orta sınıfı midyat dediğimiz bulgur olur. En irisi de pilavlık bulgur olur. Bu işlemler çok yorucu ve uğraştırıcıdır. Bir buğdayın fabrikaya girişi ve bulgur olarak çıkması arasındaki işlemler 48 saat sürer. Fabrikanın bütçesine bağlı olarak değişen üretim olur. Yıllık 30 bin ton çalışan fabrikalar da var. 5 bin ton çalışan fabrikalar da... Bunlar genellikle köylüden değil, borsadan alır. Sabah 06.00 olduğunda borsada tüm işlemler biter. Buğday bulamazsınız. Köylü komisyoncuya satar, komisyoncu ise gelen esnafa komisyonunu ekleyerek satar. Burada hiçbir fabrika sahibinin arazisi yoktur. Çok büyük araziler ister bu üretim. Sermayesinin yüksek olması gerekir.
Bizim fabrikada yaz sezonunda 15 kişi çalışıyor. Güneş ışığı ne kadar varsa biz o kadar çok çalışırız. Kaynatıp beton sahalara serdiğimiz zaman güneş ne kadar kuvvetliyse o kadar çabuk kurutma işlemi gerçekleşir.
İşçi sayısının düşük olduğu yerlerde genellikle sendika olmuyor. Ben de isterim sendikaya üye olayım, haksızlığa uğradığımda sendika beni temsil etsin, hakkımı arasın… Ama maalesef bizim sektörümüz buna uygun değil.
Şu an Urfa’da çalışıyorum. Öncesinde Sivas, Antep, Malatya, Maraş, Mardin, Diyarbakır'da çalıştım, Irak'ta çalıştım. Bu süreçlerde ikileme çokça düştüm. Hepimiz alt gelirli insanlarız, bu nedenle birçok şeyi kabul edip çalışmak zorunda kaldık. Bir örnek vereyim: 10 saat çalışmışsın, zaten bu 10 saatin aşağı yukarı 7 saati ayakta geçiyor. Hiçbir iş yapma, yine yoruluyorsun. Bu on saat geçince patron geliyor ‘usta yüklemem var, araba gelecek’ diyerek seni 3-5 saat fazla mesaiye zorluyor. Yarı gönüllü yarı gönülsüz yapıyorsun. Gönülsüzlüğün yorgunluktan dolayıdır. Bulgur sektöründe vardiya pek olmuyor. Biraz da gönüllü olmak zorundasın ekmek kapın.
Buğdayın bulgura dönüşüm süreci, yaz güneşinde yapılan bir işlemdir. Soframa koyarken de ben güneşte kurutulmuş bulguru tercih ederim. Biz doğadan yanayız. Büyük fabrikaların işlemleri biraz buna aykırı işliyor. Makinelerle kurutuyorlar. Kömür enerjisini buhara dönüştürüp, sıcak havayla kurutuyorlar. Ben o tür bulgurları evime koymuyorum.
Bu bahsettiğim kurutma makineleri sanırım 1 milyon bir değere sahip. Birçok firmanın buna gücü yetmiyor. Rekabet edebilmek için de, yazın kurutabildikleri kadar kurutur. Örnek vereyim, günlük 20 bin ton işleyebilen fabrika 40 ton kurutma yaparak; 20 tonu işleyip, 20 tonu kışa ayırabiliyor. Stok yapıyor yani. Küçük fabrikalar da kışı böyle geçiriyor.
Çalıştığım fabrikada 60’a yakın makine var. Genellikle gündüz çalıştığımız için teknik servise de ulaşabiliyoruz. Birçok aksaklığı yıllardır bu sektörde çalışmanın birikimiyle kendim de giderebiliyorum. Genelde iş kazası olmuyor ama 2016’da ben bir iş kazası geçirdim. Bir parmağımı kaybettim. Uzun yıllar bu sektörde olmama rağmen, çalışan helezonun içine parmağımı koydum. Yorgunluk, stres, dalgınlık... Aklı başında bir insanın yapmayacağı bir şey. Karşındaki makine helezon. Nereni kapsa orayı götürebilir sonuçta.
Antep’te çalışan arkadaşlarım var. Çevremdekilerin birçoğu tekstil sektöründe çalışıyor. Gaziantep Organize Sanayi denildiğinde aklınıza tekstil, halı, iplik gelir. İplik ve halı ağırlıklıdır. Haklar yeniliyor, maaşlar geç ödeniyor. Bir işçi için en sıkıntılı durum da bu zaten.
Tekstilde çalışan bir işçi yazmış internete ‘Maaşım geç ödeniyor, elektriğime, doğalgazıma faiz geliyor. Bunu hiçbir şekilde firmadan talep edemiyoruz. Talep ettiğimizde kapıyı gösteriyorlar’ Gaziantep’te çalışmak gerçekten sıkıntılı özellikle ustalar için çok zor. Benim evim Antep’te, ben Urfa’da kalıyorum. Antep’te ben koşulları iyi bir fabrikada çalışsam, daha doğrusu koşulları iyi bir fabrika olsa neden Urfa’yı tercih edeyim. Ben istemez miyim akşam yemeğinde ailemle sofrada olayım, eşim yanımda olsun? Haftada üç gün ailemin yanına gidiyorum, çünkü çocuklarım büyüyor ve eşim sorunlarıyla tek başına ilgilenemiyor.
Antep’te 20 yılını vermiş bir ustanın alacağı para, maksimum 3000 civarıdır. Şehirden çıktıkça durum değişiyor. Mardin’den teklif aldım 6000 diyor aynı işe.
Türkiye şartlarında hayat çok pahalı. Son bir yıldır daha da kötü oldu. Bir anımı anlatayım. Antep’te binanın önünde oturuyorum bir tane kadın alışveriş yapmış kuru soğan almış: ‘abla bak bir kilo altın taşıyorsun sen dikkat et de kapkaça uğrama’ dedim. İlk başta anlamadı sonradan katıldı esprime. Şu an hayat çok zor. Ne yaparsan yap yetiştiremiyorsun. İstediğin gibi bir hayat yaşamıyorsun. Yani güzel bir ev, araba alamıyorsun. Çocuğumu güzel bir koleje göndereyim diyemiyorsun. Hiçbirisini çalışarak başaramıyorsun. Benim gibi ailede bir kişi çalışıyorsa hiç olmuyor. Asgari ücret; bir kişinin kendi başına çalışıp kendi başına hayatını kazandığı paradır. Bu parayla aile nasıl geçinebilir ki? Türkiye’nin %70’i böyle yaşıyor.
İşçi sınıfı olarak biz; maddi imkanı olmayan bir sınıfız. İş korkusu, gelecek korkusundan örgütlenemiyoruz. Yurtdışında insanlar emekli olunca ülke ülke geziyor, biz bir Antep’in dışına çıkamıyoruz. Komşu ülkelerde her yerden petrol fışkırıyor bir yerden de biz niye kazmıyoruz? Üç yıldır arabama benzin koymadım. Bugün koysam şaşkına döner, çalışmaz.
Yaşama soldan bakıyorum. Sağ partilerden hiç hayır görmedik bu zamana kadar. Bakanlar açılışa gidiyor, halkın yüzüne bakıp halka hakaret ediyor. Hem bizim sırtımızdan geçiniyor, bizim vergilerimizle yaşıyor bu lüksü hem de geri dönüp bize neleri reva görüyorlar...
Gün geçtikçe insanların eğitim düzeyi artıyor. Eğitim düzeyi artan bir ülkede de din tüccarlığı üzerinden zulüm yapılamaz. Bilinçli kesim üretime, imalata, teknolojiye dönük düşünürse ve buna yönelirse ülkemizin daha güzel olacağı kanaatindeyim.
Bir Bulgur Ustası”