Günlerden sıradan bir gündü. Her zamanki rutin çalışma koşulları, iş stresi yoğun tempo... 01.15'de işe başlama sireninden sonra 17.45'e kadarki çalışmada unutmak zorunda kaldığımız borçlarımız, ailenin iyiliğiyle kötülüğüyle, hastasıyla, çocuklarımızın gülen gözlerini bırakıp çalışmak zorunda kaldığımız saatler başlamıştı.

"Neden öyle" diye soran olursa, biz hayal kuramıyor ve bir an bile düşünemiyoruz. Çünkü, yaptığımız iş tehlikeli ve bir anlık dikkatsizliğin bedeli ağır olabiliyor.

Bilirsiniz işte, patronun "işçilere biraz olsun moral veriyorum, esneklik sağlıyorum" vaatleri, işçiyi işçiye kırdırma politikaları bizim fabrikada da zaman zaman başarılı oluyor. Neden böyle derseniz, örgütlenme zorlukları yüzünden. Birbirimize güvenmediğimizden mi, hayır. Neden böyle kesin konuşuyorum. Çünkü, Küba meselesini duyduğum anda "bu fabrikada bir komite olmalı" diye düşünmüştüm. Ufak temaslarla gerçekten de bunun için ne kadar uygun bir yer olduğunu gördüm.

Biz çok büyük makineler üreten bir firmayız. Türkiye'ye de üretiyoruz, dünyaya da ihracat yapıyoruz. Benim fabrikaya başlamamdan önce Küba'ya bir makine göndermişler. Evet, evet Küba'ya. İşçilerin hayal ettikleri Küba... İşçilerin "kendimiz gidemiyoruz bari emeğimiz gitsin" dedikleri Küba'ya. Kiminle bu konuyu konuştuysam gözünde gülücüklerin oluştuğu Küba'ya sipariş günü... O günü şöyle aktarıyorlar;

"O gün liste elimize geçtiğinde donakaldık. Bir tane özel makine vardı listede. Evet evet, bir tane makine yapacaktık ve acildi. Sadece bir tane olması da değildi bizi şaşırtan. İçeri gidip işin gerçeğini öğrendiğimizde işin boyutu değişiverdi. Ve sevincimiz ikiye katlandı. Çünkü makine Küba'ya gidecekti.

O gün diğer günlerden farklıydı. O gün o yorucu, bıktırıcı üretim günü değil sanki işe gönüllü gelip çalıştığımız bir gündü. Makinenin mutlaka kaliteli ve sağlam olması gerekiyordu bizce. Ve öyle de oldu.

Malzememiz bronz ve paslanmaz malzemedendi. En kaliteli malzemeydi bu. Öyle özeniyorduk ki, durup durup tekrar tekrar uğraşıyorduk, Hiç üşenmeden ve yorulmadan. Her gün olduğu gibi çok yorulmuştuk, ama tesfiyeden montaja kadar, montajdan boyahaneye kadar ki süreç çok heyecan verici ve çok zevkli geçti. Çünkü biliyorduk ki Küba ambargo altındaydı ve buna ihtiyaçları vardı. Hiç bozulmasın istiyorduk. Hani çabuk bozulan mal üretmiyoruz, ama ne bileyim işte, tüm işçiler olarak denenip paketlenmesine kadarki heyecanımıza yenik düşüyorduk. Ama korkulan birşey olmadı. Ve o dev gibi makinemiz testlerden başarılı bir şekilde geçti. Fabrikada sevinç çığlıkları yükseldi. Emeğimiz tıra yüklenip Küba'nın yolunu tuttu."

İşte sizlerle paylaşmak istediğim de bu aslında. Biz işçi sınıfı olarak Küba denildiğinde gözlerimiz parlıyor ve mutlu oluyoruz. Biz niye Türkiye'yi Küba gibi yapmak için çalışmıyoruz.

İzmir'den Mücadele Birliği Okuru Bir İşçi